25 Kasım 2012 Pazar

Üzüldünüz...


Bir şeyi çok ama çok istediniz ve olmadı; üzüldünüz !
Halbuki o zamana kadar hiçbir şeyi bu kadar çok gönülden istememiş, hayatta istediğiniz şeyden hiç bu kadar emin olmamıştınız.
Belki bir terfiydi istediğiniz, belki daha çok para, ne bileyim ben belki ayağınızı yerden kesecek araba, ya da kalbinizde yaralar açan bir sevda.
Olsa, hayatınızda yepyeni bir sayfa açılacak, rahatlayacak, huzuru bulup mutlu olacaktınız. O kadar çok istiyordunuz ki , gece yattığınızda da oydu kafanızdaki, sabah yataktan kalktığınızda da. Üstelik sade istemekle de kalmadınız; koyup kendinizi ortaya, zorlansanız da çabaladınız. Ama gel gör ki yine de olmadı işte, ulaşamadınız.
Kendinizi biraz yetersiz, hatta becereksiz, komple bahtsız belleyip, yanında umudunuzu kaybedip, üzüldünüz!

Bir gün, değer verip, kıymetini bildiğiniz biri ile yollarınız ayrıldı; üzüldünüz!
Halbuki hayatınız ile birlikte gönlünüzü de açmıştınız, sevmiş, güvenmiştiniz.
Belki çocukluğunuzdan beri yanınızda taşıdığınız çok eski bir dosttu giden, belki çok güvendiğiniz bir iş ortağı, yine bilemedim ama belki, iyi günde/kötü günde deyip bir yastığa baş koyduğunuz bir hayat arkadaşı ya da aynı yemini edip, geleceğinizde hep olacağını zannettiğiniz bir sevgili.
O kadar çok sevip, o kadar çok değer verdiniz ki, varlığını bir lütuf bilip, vermekten çekinmediniz. İndirdiniz bütün kalkanları, mahreminizin kapılarından, içeri buyur ettiniz. Güvenip, omuz bellediniz, güç verip desteklediniz. Sade kuru kuruya da sevmediniz; emek verip, kıymet gösterdiniz. Insana duyulan bir sevgi bu, başka bir şeye benzemez, yeri geldi kendinizden ödün de verdiniz. Ama gel gör ki, zaman geçti, hayatlar/istekler/hayaller değisti, bitmez dediğiniz ilişki bitti.
Kendinizi biraz yenilmiş, hatta ihanete uğrayıp, terkedilmiş hissettiniz! Boğazınıza oturan bir düğüm, tam kalbinizin ortasına bastırıp, canınızı yakan acı ile bir daha artık hiç aynı olamayacağınızdan korkup, nefesinizi kestiniz. Kendinizi hep bir tarafı eksik, komple yarım kalmış belleyip, bonus olarak umudunuzu da kaybedip, üzüldünüz!

Sığamadınız kalıbınıza, yaşadığınız dünya yetmedi size, başınızı alıp gitmek istediniz ama olmadı, çakılıp kaldınız olduğunuz yere; üzüldünüz! 
Halbuki, uygun değildi, dar geliyordu o kalıp size. Halbuki gitseniz gerçekten ait olduğunuz yeri, kim bilir daha çok itibarı, parayı, iç huzuru bulacak, mutlu olacaktınız. Belki aile idi sizi durduran, belki hayat şartları, ne bileyim belki omuzlardaki sorumluluklar, belki de arkada bırakamaya kıyamadığınız, dönüp de bulamayacağınız sevdalı bir çift göz.
Kendinizi biraz cesaretsiz, hatta korkak, komple bağımlı belleyip, yanında umudunuzu da kaybedip, üzüldünüz.

Tamam çok güzel, verdiniz acınızın hakkını ama bu kadarı yeter, şimdi artık bırakın ağlamayı! 
Yeterince tuttunuz yasınızı, çektiniz herşeyden elinizi ayağınızı, gömülüp yalnızlığınıza doyasıya yaşadınız hayal kırıklıklarınızı. Dünya da aldı nasibini öfkenizden, kendiniz de. Yeterice kapandınız, yeterince karardınız, hayatın anlamsızlaştığı noktaya yeterince yaklaştınız. Sonu yok bu girdabın, hayırlı olsun, sanki hayatta ilk defa başınıza geliyormuş gibi boyunuzun ölçüsü ile birlikte umutsuzluğu da alıp yanınıza, balıklama bulanık sulara daldınız.

İyi çok güzel ama diyorum ki işte; "tamam, artık yeter bu kadarı".

Bir rahat verin kendinize, gidin iki dakika geçmişinize. Hatırlayın, eskiden de bir şeyleri bu kadar çok hayal etmiş, birilerini bu kadar çok sevmiş; mal, mülk, itibar edinmeyi bu kadar çok istemiştiniz. Eskiden de isteyip de alamadığınız, sevip de kavuşamadığınız olmuştu. O zaman da yaşadığınız hayal kırıklığı idi, o zaman da ihanetti, o zaman da mutsuzluktu. Hissettiğiniz acı bugünden daha az, karamsarlıklarınız daha az siyah değil, tıpa tıp aynısıydı. O zaman da eliniz kolunuz bağlandı, dolandınız kendine, bir daha açılamam sandınız. Aynı fırtınalar koptu içinizde, salladığınız küfürler de aynıydı, göndere çektiğiniz isyan bayrağı da.

Geçenlerde oturup geçmişte çok isteyip de başaramadığım sınavları, alamadığım işleri, o zaman çok parlakmış gibi görünüp de kaçırdığım imkanları; açıp gönlümü, karşılarında çırılçıplak, olduğum gibi kendimi bıraktığım adamları düşündüm. Oturdum, ne çok üzüldüğümü, her daim dik tutsam da kuyruğu, nasıl elden ayaktan düştüğümü; ne büyük kızgınlıklar, yorgunluklar, umutsuzlular yaşadığımı anımsadım. Oturdum, sordum kendime; eğer o çok istediklerim olsaydı o zaman, ister miydim onları bugün hala hayatımda, mutlu veya daha iyi bir yerde olabilir miydim diye. Cevap kocaman, bir o kadar da hızlı bir "YOK" oldu. Kendimi paralayıp, üzüldüğüm tek bir kaçırılmış iş, tek bir imkan yok geçmişten bugüne taşımak istediğim. Tek bir adam yok ki keşke onunla olsaymış, çok güzel olurmuş dediğim. Bir daha aynı heyecanla ve istek ile devam edemem herhalde deyip de arkasından gelen yeni imkanları hatırladıkça, anladım gidenlerin aslında hiç hayırlı olmadığını. Kaybede kaybede, kazanmayı; açlığımı doyurdukça, hazmetmeyi; verip de alamadıkça, ihtimam gösterenlerin "kıymetini" bilmeyi nasıl öğrendimi gördüm.

Yaşadığınız hiçbir şey tesadüf, dokunduğunuz hiç kimse laf olsun diye girmiyor hayatınıza. Henüz tanışmadığım bir duygu ama sanırım ölüm dışında hiçbir acı sonsuza dek sürmüyor hayatta. Hayal kırıklıkları da geçiyor birgün, kızgınlıklarda, öfke de nefret de. Yarım kala kala, kendiniz ile tamamlanın diye giriyor o tüm insanlar hayatınıza. Düştükçe ayağa kalkın diye kaçıyor tüm o trenler. Hakkınızda hayırlısı olmadığı için gerçeklemiyor bazı şeyler. Daha iyisini bulun, daha iyisini geldiğinde  anlayın, fırlatmayıp bir kenara, tadını çıkarın diye yaşanıyor tüm o hayal kırıklıkları.

Üzüleceksiniz tabii! Insan herhangi bir şeyi bu kadar çok ister, hayal eder, kendinden başka birini bu kadar çok sevip, birine bu kadar çok güvenirse kaybettiğinde veya elde edemediğinde üzülür elbet! 

Üzülmemeniz garip, hatta yaşamınız başta kendinize söylediğiniz koca bir yalan olurdu, siz de koca bir yalanı yaşayan bir zavallı. Üzülün istediğiniz kadar ama; kızgınlık da normal, nefret ile ahdetmek de ama işte bir "ama" var ki çok önemli; tadında bırakın, suyunu çıkarmayın, olmayacak meseler için hayatı kaçırmayın. Laf olsun diye yaşamadınız bunları, bakın neyse alacağınız, alın, farklı zamanlarda, farklı insanlarla sil baştan aynı şeyleri yaşayan ahmaklardan olmayın.

Unutmayın, hayatta hiçbir şey vazgeçilmez; aileniz ve çocuklarınız dışında hiç kimse ama hiç kimse yeri doldurulamaz değildir.