28 Mayıs 2010 Cuma

Gitmeden Hemen Once ≠ 12


Bu sefer spirituel bir yolculuk olacak, bu sefer eğlence olacak, bu sefer sadece haftasonu, arkadaşlar, oradaki en canlar olacak; bu sefer sadece Milano olacak.

Yine amour, gallo, mr.italy olacak ama bu sefer neredeyse hepimiz turist gibi davranacağız. Gittim geldim, ben geldim , onlar geldi, herkes delirdi, zamanı geldi biraz daha var, herkes biraz daha delirecek, sonra bitecek ama ben de bittim. Onun icin bu haftasonu kaçamaği iyi gelecek!

Adri ile seyahat etmek de başka bir keyif olacak!

23 Mayıs 2010 Pazar

Sahane Olurmuş Tabii ki...



Ne zaman uzun uzun birşeyi düşünsem, önüme çıkıyor. Hoşuma gidiyor tabii çoğu zaman; ama aklımı da karıştırıyor. Birşey düşünüyorsun, hem de olmayan birşeyi, kafanda canlandırıyorsun, pat diye olmayan şey olsaydı nasıl olurdu görüveriyorsun. Tesadüf diye birşey yok diyorum ya devamlı, bunun tesadüf olmadığını biliyorum da ne olduğunu bilmiyorum...

Uzun bir yolculuktan sonra evimde, kafamda biriktirdiğim bir sürü yazımla miskin miskin oturmak istedi canım bugün. Ama kalkıp deniz'e gittim. Özlediğim kokusunu içime çektim doya doya, boş boş bakan yeşil gözlerindeki her harekete bir mana verdim kendimce, öptüm, konuştum, hasret giderdim, yorgunluğumu ve miskinliğimi attım...

Yazacaklarım var çok ama uzun ve yoğun bir hafta var önümde; yarın bir haftaya başlayayım, yazılarıma da başlayacağım...

14 Mayıs 2010 Cuma

Gitmeden Hemen Once ≠ 11


Bütün hafta kalabalıktı başım; amour vardı, michi vardı, rossi ile kıl çocuk francesco vardı, manu, ghierghia, a.grossi vardı...Vardı da vardılar yani; yazamadım o yüzden, rüyalar gördüm garip garip, gördüm bazı şeyler ama yazamadım, zaman olmadı. Ama şimdi, şu dakika rahatım, yazabilirim istediğim kadar da yazmacağım fazla...

Yola gidiyorum yine  ama çok keyifle çıkıyorum. Roma'ya gidiyorum hayatımda ilk defa..Şaka gibi, fıkra gibi...Yıllarca nasıl olsa giderim, nasıl olsa yaparız diye diye hiç gitmediğim şehire bugün ilk defa gidiyorum. Sara beni bekliyor, güzel bir hava değil ama muhteşem bir haftasonu beni bekliyor, herkesin anlata anlata bitiremediği bir şehir beni bekliyor...Ben de bekliyordum birkaç gündür bu günü, bir an evvel şu hafta bitse de yola çıksam, Roma'ya varsam, kendimi kaybetsem diye bekliyordum.

Uykum var biraz her zamanki gibi, midem kaynıyor hafiften nedense ama akşam olup da varınca oraya geçer hepsi! :)

10 Mayıs 2010 Pazartesi

OK


Dedim ben, anlayacak o diye; belli etmese de yaptığını anlayacak, altında ezilecek söylenenlerin diye...
Şaşırtıcı şekilde belli etti ama.
Ümit ettiğim gibi söylemedi çok şey ki devam edeyim içimdekileri akıtmaya sonuna kadar ama anladı anlaması gerekeni, panik oldu, debelendi.

Kendin istedin, yapacak birşey yok artık. Yazık oldu sana, bana, verilen tüm emeklere. Bilemedin kıymetini....Yazık oldu gerçekten...

13:13 sen daha çooook düşüneceksin, daha çok sıkılacak için...

9 Mayıs 2010 Pazar

Anotherstar


Bugün de şımarık gelmiş şımarık gidecek, içindeki hafiflik var oldukça hafiflik verecek, severse sonuna kadar sevecek, dinleyecek, kıymet verecek ama karşılığında da kıymet verilmesini bekleyecek, başka şahane birinin günü... O da çok acayip bir kadın, o inanılmaz dobra, o bir hayli zor, o düşünceli, o inatçı, o çatlak, o çok komik, o kasmaz, kastırmaz, o Anotherstar...
Sevmez öyle herkesi, sevmezse de bulaşmaz, bulaştırmaz, uğraşmaz...Gelemez vıcık vıcık öpülmeye, koklanmaya, mümkünse yapışmayalım der ama onu sallayan kim? Ama Severse, sevdirir de kendini, o zaman da yüzünü büzüştürse de yumulursun boynuna; sevdirirse kendini o zaman seversin koşulsuz, olduğu gibi. Değişteremezsin de zaten !

Canım benim, anotherstar'ım, iyi ki doğdun! Canımsın....

6 Mayıs 2010 Perşembe

ÇALDI SAVAŞ ÇANLARI



Tamam bunu mu istiyordun? Aylarca incitmemeye özen gösterdiğim egonu yerle bir mi etmemi istiyordun? Her saçmalığa, her anlamsız hareketine karşı gösterdiğim sabrı paramparça edip seninle savaşmamı mı istiyordun? Tamam o zaman çaldı borgalar, bakalım şimdi ne olacak? Nasıl hazmedip, nasıl karşılık vereceksin inci gibi düzülmüş ama bıçak gibi keskin sözlerim karşısında. Bakalım buz gibi  bulduğunda beni, yaptığın ayıplara nasıl cevap vereceksin. Bakalım herşeye ok ama saygısızlık oldu mu işin ucunda seninkilerden daha da kalın duvarlar ören bir ben karşısında neler yapacaksın.

Benim mi ögretmemi istiyorsun saygıyı 40 yaşındaki sana? Tamam o zaman ama sonunda yüzün kızarmadan yüzüme bakacak cesaretin olacak mı acaba? Korku bahane, özgüven eksikliği bahane, iş bahane, sıkıntılar bahane, para bahane...Saygısızlık varsa işin ucunda herşey bahane.

Sen şimdi otur bir güzel düşün yazdıklarım üzerine, bakalım söylecek bir sözün olacak mı. Ve umarım olur, çünkü var daha söyleceklerim; tıpkı bugünü hazırladığım gibi o gün için de hazırda bulundurduğum sözlerim var.

Sevgim sonsuz ama saygısızlık varsa işin ucunda sabrım değil malesef...Bunu mu istiyordun? Peki ama bir insan nasıl bu kadar akılsız olur, aklım almıyor.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Ateştendi Herhalde...


Belliydi dün içimin titremesinden, ayaklarımın buz kesmesinden bugün yatağa çakılacağım, başımı kaldıramayıp bütün gün uykular aleminde dolanacağım. Ateşten mi yoksa çok uzun saatler uyumaktan mıdır bilemem, garip garip rüyalarda dolandım durdum yine. Garip olan rüyalar değildi aslında, bir sürü farklı farklı şeyler görmüş olmak, hepsini tek tek detayları ile hatırlıyor olmamdı. Evet ben bile şaşırıyorum rüyalarıma, evet ben de şaşırıyorum her detayı film gibi hatırlıyor olmama...

Amour, ben ve O beraberiz; gerçek hayatta olmayan ama çok iyi bildiğim bir yerdeyim, daha önce de bulunduğum kocaman hangar gibi bir yerde. Bir kutlama var, içeri girerken tavana asılmış renkli uçan balonları görüp seviniyorum. Herbirinin ucunda hediye paketleri, öylece havada sallanıyorlar. Hemen birini amour için kapıveriyor ve içeri giriyorum. Elimde balon bak bunu sana aldım diyorum ama onun da girerken cate için aldığını görüyorum, içine bakıyorum her iki paketinde onunkinden çok parlak kırmızı bir yağmurluk olduğunu görunce aldığımı beğenmiyorum, ben de o yağmurluktan istiyorum diyorum. Kapıya çıktığımda yine o karşımda, yanında duruyorum boyu uzun geliyor, tamam topuklu ayakkabılarım yok ayağımda ama aramızda bu kadar fark yoktu senin boyun mu uzadı diye soruyorum. Kocaman gülümsüyor yüzüme, alıp avuçlarının içine öpüyor. Yine ve yeniden aynı his; kolera günlerindeki aşk'ta ki gibiyiz. Istemiyor beni, kabul etmiyor olduğum gibi ama bırakmıyor, bırakamıyor.
Rüyada mıyım yoksa uyanık mı bilmiyorum ama birden Tanrı ile konuşuyorum " tamam anladık olmayacak birşey, anladık ki benim iyiliğim için olmayacak birşey ama sen de rüyalarda da karşıma çıkarma lütfen"... Sanırım bunu söylerken uyanıktım...Kapıyorum gözlerimi işe yaramıyor, bir balkonda yukardan aşağıya bakıyoruz, yine sarılmış bana, bırakmıyor, ben de bıraksın istemiyorum zaten...

Sonra verdaak, adri, albi boğazda bir balıkçıya gidiyoruz. Verdaak'ın arabasını deli gibi hızlı kullanıyorum, bir yandan yavaş senin araban değil diyorum bir yandan acayip keyif alıyorum. Hiç bilmedigim yollardan koklaya koklaya yolu bulmaya çalışırken, geçtiğimiz yollarda yeni bulunan tarihi eserleri görünce şaşırıyorum, verdaak'a gösteriyorum, burun kıvırıyor. Sonunda sahil yoluna çıkıp restaurantı buluyorum, her zaman gittigimiz bir yer olduğunu anlıyorum. Tahta merdivenlerden yukarı çıktığımda yere kurulan yatakları ve sini sofrayı görünce şaşıriyorum ama yer yatağına girip uyumaya başlıyorum.

Ateştendi sanırım...

4 Mayıs 2010 Salı

Sevgi Kutusu

Biz ona madame marika jr. diyoruz, anası gibi kokoş olduğu için. Kokoşluğunu madame marika'dan almış ama belli ki büyük anneannesinden, hem büyük dayısından hem kendi dayısından ve teyzesinden aldıkları da var. Bir ödev yapmış, küçücük elleri ve kendinden büyük kalbi ile öyle güzel bir yazı yazmış ki, aldım iznini, tek satırına dokunmadan buraya koyuyorum. Bugün bu blog 11 yaşındaki madame'ın oldu...


3.05.2010    
Sevgili Öğretmenim,


Küçüklüğümden beri herkes, siz de dahil, sevginin paradan daha değerli olduğunu açıklamaya çalıştınız. Şimdi ben size bana sevgiyi ifade eden nesneleri anlatacağım. İlk önce benim için en önemli olan nesneyi tanıtacağım.Yani kahve fincanını… Ben kahve fincanını kutuma koydum; çünkü benim annem ve anneannem çok sık kahve içerler. Annem “ Kahve yapıp içelim.”  dediği zaman çok mutlu olurum. Çok rahatlarım . Sanki biri bana bir hediye vermiş gibi hissederim; çünkü annem sadece sevdiği insanlarla kahve içer. Bu da onun mutlu anlarını simgeler. Aynı zamanda bu fincanı annemi ve anneannemi çok sevdiğim için koydum. Ayrıca kahveyi ben yaptığım için annem bana çok sevgi dolu rica eder. İşte kahve fincanının öyküsü bu kadar.    
                                                                                                                                 
Şimdi Gelelim Venedik magnetine… Ben bu nesneyi kutuma koydum. Acaba neden? Şimdi size bunu anlatacağım. Bunun nedeni benim Venedik’i ilk gördüğümde oraya aşıklar kenti demiş olmam. Orası çok romantik bir yer. Oradaki herkeste sevgi var. Satıcılar, oradaki İtalyanlar hepsi çok sevgi dolu. Venedik mi o satıcıları sevgi dolu yapmış? Yoksa sevgi dolu satıcılar mı orayı aşıklar şehrine dönüştürmüş bilemem; ama orası kesin ki sevgi dolu, huzurlu ve sessiz bir yer arıyorsanız kesinlikle Venedik en harika yer olacaktır sizin için. Orayı güzelleştiren bir şey de oradaki gondollar ve onları kullanan kişiler. Onlar sizi şarkılarla sevgi kentinde dolaştırırlar. Sanki sevgi Venedik’te doğmuş.
Sevgi kutuma sadece bu kadar şey koyduğumu sanmayın; çünkü daha aile fotoğrafı var. Ben bu fotoğrafı kutuma koydum; çünkü insan sevgiyi önce ailede öğrenir. Bana göre aile çok değerlidir. Ben ailemi çok severim. Bir aile bize pek çok şey öğretir. İhtiyacın olduğunda hep onlar senin yanında olurlar. Onlar sadece bu yüzden önemli değiller. Seni büyütür ve seni ilk doğduğun andan itibaren onlar tanır. 
 Ama bizim sadece bir tane ailemiz yok.  Aynı zamanda okulda da bir ailemiz vardır. Sınıfımız bizim ailemizdir bence; çünkü arkadaşlarımızı da çok severiz . Günümüzün uzun zamanını onlarla geçiririz.  Hepimiz birbirimizin kardeşi gibiyiz.  Gerçek ailemizi sınıf arkadaşlarımızdan bile daha az görüyoruz. Tabi bir okul gününde. İşte bu nedenle aile fotoğrafını koydum.
Sevgi kutuma bir de patik koydum, bu benim yeni doğan kuzenimin patiğiydi. Sevgi hep yaşayan canlı bir şeye karşı duyulan bir his değildir. Ben kuzenim doğmadan önce bile onu kendimi sevdiğim kadar seviyordum. O doğduktan sonra ona duyduğum sevgi büyüdü ve arttı. Onu tanıdığım için şimdi daha çok seviyorum. O çok tatlı ve minik. Onun tatlılığını anlatamam. O doğmadan önce de herkes, ben de dahil, ona elbiseler, ayakkabılar, oyuncaklar aldık. Bu da o patiklerden biri. Kuzenimin adını o doğmadan çok önce koyduk. Adı Deniz onun. O olmasaydı çok üzgün olurdum. Ayrıca kutuma başka bir şey koymak zorunda kalırdım.Bence en güzel sevgilerden biri kardeş sevgisi. Benim kardeşim de Deniz. 
Kutuma koyduğum son nesne bir fotoğraf. Ben bu fotoğrafı bu kutuya koydum; çünkü sevginin en güzel örneği arkadaşlıktır. Bu resim bana arkadaşlığı anlatıyor. Arkadaşlar bazen bize bizim kardeşimizden bile yakındırlar. Bazen kardeşlerimize anlatamadığımız sırları onlara anlatabiliriz. Onlar bizim için çok değerlidirler. Biz onlara kötü davranmamalıyız; çünkü onlar bizim çok iyi dostlarımızdır. Hatalarımızı hoş görürler. Biz de onların hatalarını hoş görmeliyiz. Ben bu resimde en iyi arkadaşım Alara ile birlikteyim. Onu çok sevdiğim için onunla fotoğraf çektirdim. Ben onu çok seviyorum. Onunla aramızda yalan olmaz; çünkü onu çok seviyorum.
   
Evet, öğretmenim ben kutuma bana sevgi anlatan nesneleri koydum. Bu nedenle kutunun adını “ Sevgi Kutusu” koydum. Ben, herkesi çok seviyorum. Sizi de öğretmenim. Sevgiyle kalın ( annemin sözü)
            


"Venedik mi o satıcıları sevgi dolu yapmış? Yoksa sevgi dolu satıcılar mı orayı aşıklar şehrine dönüştürmüş bilemem"   ne şahane bir cümledir bu m.marika'cım...Canımsın!                                                                                     


3 Mayıs 2010 Pazartesi

Iyi ki VARSIN !


Var tabii daha söyleceklerim, yazacaklarım dün ile ilgili ama şimdi yeniden dinledim Hayko'yu, yine yetti bana. Şimdilik böyle kalsın; nasılsa geri dönüp yazarım uzun uzun içimdekileri, nasılsa dökerim tek tek eteklerimdekileri. Bugün ile yarın, hatta bir ay sonra arasında bir fark yok nasıl olsa....

Bugünden daha güzel bir duygu kalsın hatıramda gelecekte okuduğumda, bugün dr.u olsun burada yalnız.
Hayatımdaki en şahsına münhasır, en direk, en doğal, en akıllı, en azimli arkadaşım dr.u olsun.
Beni en çok güldüren, en çok şoka sokan, yanında en çok rahat ettiren, beni en çok gazlayan, destek veren, birebir olduğum gibi kabul eden dostlarımdan biri olsun.

Ben ki herkesten herşeyi beklerim, herşeyin birgün bitebileceği gerçeğini hatırlatırım  sık sık kendime ama yine de diyorumki; bugün burada sadece o olsun, o herzaman olsun, hiç yok olduğu bir zaman dilimim olmasın yaşantımda.O hep olsun ve bütün mutluluklarımızı birlikte yaşayıp, bütün hayal kırıklıklarımızı, hayallerimizi, sancılarımızı paylaşalım. O hep olsun ve dünyanın bir ucundan hiç beklenmedik bir anda  yazdığı bir mail ile, bir sms ile yüzümü güldürsün, içimi ısıtsın, beni şaşırtsın. O binlerce kilometre ötede de yaşasa hayatının sonuna kadar hep en yakında olsun.

O hep böyleydi, sanmam ki değişsin, huylu huyundan vazgeçer mi ama yine de istiyorum ki o hep böyle olsun, hiç değişmesin. Razıyım eğreti sarılmalarına sonuna kadar!

Iyi ki doğdun. Iyi ki VARSIN!


visitors ; camellini & rossi

2 Mayıs 2010 Pazar

Eve Dönüşte "Son Kez"



Milano Malpensa Havaalanının lounge'unda ben susup, etrafa bakınayım, NY Times Square'de patlayan lanet bombanın detaylarını anlamaya çalışayım, Hayko Cepkin söylesin bugün söylenecekleri...

Eve vardığımda yazarım aklımdan geçenleri, eve vardığımda kafamı toplar, anca evde bulabilirim doğru kelimeleri; zira bugün bir kalabalık burası, bir karmaşa hakim, bir de uykum var...ahhh şoktayım, işte bu gerçekten çok yeni bir şey :)

Mr & Miss


Şimdi karşıma bu kızın fotografını koyup da " ne düşünüyorsun? " diye sorulduğunda çok güzel bir kız demekten başka birşey düşünmem mümkün olmaz; ama çok samimi ve şeker bir şekilde bu cevabı belli soruyu soran, her detayı tek tek anlatıp gerçekten ne diyeceğini önemseyen, yalnız olmadığım, amour ve gallo ile birlikte olduğum halde,sırf yarın geri dönüyorum diye kızı bırakıp 200 km yol yapıp, sushi-sinema programını bozmayan bir adam ile ilgili binlerce şey düşünür, yazabilir, onu içime sokabilirim.

Hiç büyümeyecek mr.italy; hiçbir zaman ciddi bir konuşma yapamayacağım onunla, canım sıkkın olduğunda dilediğimce surat asamayacağım, deniz kenarında güneşlenirken iki satır gazete, kitap okuyamayacağım, iki dakika konuşmadan kendi düşüncelerime dalamayacağım yanında biliyorum ama her zaman beni güldürecek, içimi döküp rahatlamama izin vermese de, ustalıkla konuları geçiştirerek kendimi iyi hissettirecek, hiç yalnız bırakmayacak, onu da çok iyi biliyorum. Son 10 yıldır tekrarladığı "den nerede, ben orada" sözünü hiç bozmayıp beni mutlu edecek.
Ben mi? Böyle bir adam karşısında ne yapılırsa onu yapacağım elbet; ne zaman ihtiyacı olsa yanında olup, bütün o kafasına taktığı saçma düşünceleri dağıtacağım. Bütün komik ve çocukça hareketlerine ayak uydurup, onunla ortalıkta dalga geçerek dolanacağım ve çok seveceğim, özenin aynısını göstereceğim.

Hadi bakalım, şimdi bir de miss.italy'imiz oldu. Küçük bir kız yaşa bakarsak aslında ama kız ondan çok daha olgundur kesin onun için olur bence, çok da şahane olur :)

Bozmadık yine ritueli, konsere gideceğiz diye hesap yaparken yeniden sinemaya gittik; Iron Man 2...
Oğlanlar efektleri beğendi amour ile ben Downey Jr'a bayıldık her zamanki gibi...