29 Ekim 2009 Perşembe

mahvolan dugun

Karisik kurusuk bir ruya...Hepsi, uzun zamandir gormedigim insanlar, hicbiri tanidik mekan degil, butun gece a.lisesi ekibi...
s.e ile a. evleniyor (zaten iki bucuk senedir evliler), dugun guya kendi evlerinde yapiliyor ama kendimi bildim bileli oturduklari o ev degil, garip bir yer. Giris kapisindan bahceye kadar uzanan neredeyse 100 basamakli bir merdiven ve merdiven kenarinda kar kat, 3 duvarli buyuk salonlar var. Dugun icin masalar kurulmus, uzerleri ortanca gibi cicekler ile suslenmis, cok zarif cok sik.
Misafirlerinin cogunu tanimiyorum ama aile bana ozel bir ihtimam gosteriyor, once adasim anne geliyor, kaldiriyor oturdugum masadan arka masadaki akrabalari ile tanistiriyor. Hemen sonra kiz kardes av.y geliyor, aynisini yapiyor, yine kalkiyorum masadan yine ayni insanlar ile tanistiriliyorum.
y. ile salonun ortasindaki adanin uzerine kurulan bufeden birseyler alirken, elbisesi dikkatimi cekiyor, bembeyaz, kat kat, 12 yas kiz cocugu dugun elbisesi gibi birsey sasiriyorum. Tam bunlari dusunurken elimdeki ickiyi uzerine dokuyorum, kucuk leke buyuyor, once mavi sonra yesile donuyor.
y. bir garip, sanki kendisi degil, sanki orada degil, daha dogrusu zihin ozurlu biri gibi davraniyor.
Cok zip zip bir ruya, tam elbiseyi temizlemeye calisirken, adas anne geliyor, y. aliyor, tanisilan akrabalar bana donup " siz ne kadar kibar birisiniz" diye iltifat ediyor, m.moon etrafimda dolaniyor, merdiven kenarinda durup onu gondermeye calisirken, a.liseli ekibin tamami merdivenden iniyor, cucu'yu goruyorum, ahh soktayim, adama birseyler olmus, takim elbisesi icinde gunes gozlukleri ile pek bir havali, sonra en alt kattaki salonda dr.l.g ile eskiden oldugu gibi cok egleniyoruz, dans ediyoruz. Evli cift gelip gidiyor, ortalik talan, her zaman cok zarif olan adas annenin kilik kiyafeti bir acayip, mahvolan dugunu kurtarmaya, y.yi kontrol etmeye, kimseye birsey caktirmamaya calisiyor...

Tamami ile cok garip ve kendisinden hicbir mesaj cikaramadigim bir ruya. Hepsi sevdigim insanlar ancak, guncel hayatimdan, dusuncelerimden uzaklar ve bu konumdaki insanlari ruyamda gordugumde, ruyanin yorumunun da onlar ile ilgili oldugunu dusunurum, onun icin kalkar kalkmaz y. gecti aklimda, acaba hersey yolunda mi diye...facebook sagolsun aktif olarak yasadigini biliyorum, suanda da Ny'da ve yagmurlu havada alisveris yapmanin ne kadar zor oldugunu bildiriyor bizlere:) onun icin iyi oldugunu anlamam ile sevindim ama acikcasi elim gitmedi ruyanin anlamina bakmaya..hayirlisi olsun...

Duvar Olacak mi Duvar?

Cok sevdigim, olmazsa olmazlarimdan pasaportuma yeniden kavustum sonunda ve pazartesi sabahi direk yola dusuyorum.
Cok inandirici olmasa da ilk olarak gitmem gereken yer orasi, onun yanina oluyor. Ben buna kisaca "evrenin" gucu diyorum; cok ozledim dedim, hemen kontaga gecirdi, simdi de yanina gonderiyor:)

Evren calisiyorda herseyi yapacak olan o degil tabii, ama ben simdi kendimi yeniden yukardaki ciliz velet misali onume orulen kocaman bir duvari ciplak ellerimle itmeye calisiyormus gibi hissedecek miyim onu merak ediyorum; gerci bu sefer yerlerine biraz daha oturmus icimde birseyler, daha sakin, daha yumusak, daha mantikliyim...Aynen tam bir ay once bugun yazdigim "Bekleyelim ve Gorelim" yazimda ki ruh hali ile devam ediyorum.

Sudan bir bahane ile arayip "ne zaman orada olacagimi" sormustu hafta basinda, ben de ayni sudan bahaneyi kullanarak gelecegim tarihi bildirdim kendisine.
Cevap vermemezlik etmez, saygisiz bir davranis oldugunu dusundugunden, onun icin komik konumuna da dusse, ne yazacagini bilmese bile yazar birseyler...Bu sefer de oyle yapti...Futbol delisi ya, kendince atti pasi geri bekliyor ama bu sefer kurallari degistirdim biraz, topu alabilmek icin geri istemek zorunda birakiyorum kendisini.Top delisi, oyun delisi, guc delisi, isteyecek; cok degil yarin sabah yeniden:)

ATATÜRK ölmedi,yüreğimde yaşıyor...

8-9 yaşlarındaki bir oğlan çocuğu hastalanıyor ve daha detaylı bir fikir edinebilmesi için, röntgen çekilmesine karar verilip, randevu alınıyor.
Çocuk röntgenin ne olduğunu bilmiyor ya, soruyor ona ne yapacaklarını.
Annesi en basit şekilde, kalbinin fotoğrafını çekeceklerini ve hepberaber ona bakacaklarını söyleyiveriyor.
Çocuk ikna oluyor olmasına da gece bir türlü uyuyamıyor, acayip heyecanlı. Anne oğlanın heyecanını yatıştırmaya, korkacak birşey olmadığına dair onu ikna etmeye çalışırken, bu uykuları kaçıran heyecanın sebebini sormayi da ihmal etmiyor ve o küçük oğlan, bütün naifliği ile ;
"anne çok heyecanlıyım, yarın Atatürk'ü göreceğim" diyor.
Anne şaşkın ve hiçbir bağlantı kuramaz bir şekilde;
"nasıl yani?" diyor
Cevap muhteşem;
"Atatürk kalbimizde yaşıyor ya ! "...

Birkac sene once, bana gercek bir olay olarak anlatilmisti bu hikaye. Yaşanmış mıdır, yaşanmamış mıdır bilemem, ama ben yaşanmış olarak kabul ediyorum ve çok seviyorum.
Burada durup da Türk eğitim sisteminin ne kadar analitik düşünmeden uzak, ezbere dayalı ve dayatmacı olduğunu tartışacak da değilim, bugün değil.
Küçücük bir oğlan çocuğunun duyduğunu olduğu gibi ve doğru olarak algılaması saflığını gördüğüm için bayılıyorum ben bu hikayeye.
Ve evet her ne kadar onun zannettiği gibi olmasa da " Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor... "
2 hafta önce bayram dolayısı ile asılan bayraklara karşıyım demiştim, ama fikrimi değiştirdim, değilim karşı.
Kaş yapacakken göz çıkaran, en büyük güçken, küçücük bir olayı kontrol altına almaktan, çok hassas bu konuda çıkabilecek sorunları engellemekten aciz veya dikkatsiz bir hükümet varsa bu ülkede, her köşe başına asılsın bayraklar....

26 Ekim 2009 Pazartesi

En Kıymetli Emanetim

1980'lerin başı, Toprak Hasreti , karısına sırılsıklam aşık papi, dünyadan habersiz, o zamankileri en yakın arkadaşları sanan 4 kız çocuğu...
Bizler büyüyüp de bahsettirdiğimizde o günlerden, toprak hasreti olarak tanımlardı buraya olan özlemini; "o kadar güçlü bir duygudur ki toprak hasreti, burnundan kokusu hiç gitmez" derdi ve o kadar büyümüştü ki son zamanlarında, papi kıyamamış, 40 küsur yaşında 24 ay askerlik pahasına toplayıp tası tarağı, toprağına, ailesine, evine kavuşturmuştu karısını.

Çok güzel bir hikayedir onlarınki, bir gün oturup yazmak lazım.
Çok güzel bir adamdı papi, bir gün oturup uzun uzun anlatmak lazım.

Velhasıl onların gelişinden 4-5 sene sonradır tam olarak biraraya gelmemiz.
Ortaokul 1.ci sınıfta, Salvatorina ile geçirilmiş çok zorlu bir seneden sonra aramıza katılıp, hepimizden çok daha iyi italyanca konuşan bu mavi gözlü, sarışın kıza, yaşın ve ortamın sunduğu doğal hasetlik durumu ile başlangıçta birazcık kıl olsam da, hemen ertesi sene, hiç bitmeyecek bir arkadaşlığın başladığını biliyordum. Bunu biliyordum tabii ama i.k.d'nin beraberinde hayatımdaki en önemli diğer ikisini de getirdiğini bilmiyordum doğal olarak...

İ.k.d'nin hediyesi, Cemile'nin emanetidir rey bana.
7 gün 24 saat birlikte vakit geçirip, sıkılmadığım insandır rey, konuşmadan, kendimi zorlamadan vakit geçirdiğimdir. Bazen yaptığımız uzun yolculuklarda sessizliğinde huzur bulduğumdur.
Herşeyimi ama herşeyi, sansürsüz bilendir.
Beni olduğumu gibi kabul eden, kendisini olduğu gibi kabul ettiğimdir.
Gönlü, kalbi, aklı açık, yüce olandır.
Yıllar içerisinde en çok değişendir o. Benim gibi yılların kendisine iyi davrandıklarındandır. Yaşadıklarını özümseyen, hep ileri gidenlerdendir.
En çok güldürdüğüm, en çok güldüğüm, omuzlarında en çok ağladığımdır.
Canım, can dostum, sağ kolum, kıymetlim, benden küçük 3.cü kız kardeşim, annemin 4.cü kızıdır.

Biliyordu, toprağı bol olsun cemile de biliyordu böyle olduğunu ve işte belki de bu yüzden, aramızdan ansızın ayrılmasından hemen önce, yolcularken bizi bir yerlere, sımsıkı sarılıp boynuma " kızım sana emanet, ona çok iyi bak " demişti...
Unuttum tabii cemile'cim böyle söylediğini, hatırlayamadım hemen...Senden 2 sene sonraydı sanırım, sesinin yeniden kulaklarımda çınlaması ve bedenimin sarsılması...Ama için rahat olsun kuzucum, ne öncesinde ne de sonrasında hiç ihanet etmedim ben o emanete. İçin rahat olsun cemile'cim biz hep beraberiz ve emanetin emin ellerde bir tanem....

Dogumgunun kutlu olsun rey'cim.....






Mia Ex Innamorata..ahh şoktayım!

Hahahahahaha, hani erkekler kadınlar kadar komplike yaratık değillerdir, onları anlamak, bir sonraki hareketlerini kestirmek kolaydır deriz yaa, gerçekten öyle de biz kadınlar ne diye bu püff noktayı unutup, hayatımızı zorlaştırırız hiç bilmiyorum.
Basit bir sorunun karşısında, yok bunu soruyor olamaz, bu kadar kolay olamaz diye kendimizi zorlamamız ile aynı şey galiba ya da direk mazoşistiz, acılarla büyüdüğümüzü zannediyoruz...

Şimdi dün cevap yazdı ve benim de canım onunla uğraşmak istemediği için birşey yazmadım ya...
Dayanamamış bugün bir mesaj daha atmış, nasıl çocukça nasıl komik...
Yine cevap vermeyince , aradı bu sefer, ahhhh gerçekten şoktayım !
Anlattı durdu, fazla beni konuşturmadan, ne zaman orada olacağımı, gittiğimde hala evi görmek isteyip istemediğimi sordu...:)

25 Ekim 2009 Pazar

Budur!

Yazmaya, bu günceyi tutmaya başladığımdan beri günler daha bir çabuk geçiyor sanki, ara ara okudukça yazdıklarımı "vay bee aradan bir hafta geçmiş" diyorum...

Bir hafta sonu daha bitti. Herhangi kayda değer birşey olmadan geçen bir hafta ve sonu daha.
Ama bugün sondu. Artık mevsime bok attığım, ondan kelli üzerime oturduğuna inandığım miskinlik devri resmi olarak bugün son buldu.
Neden mi?
Bir nedeni yok, sadece ben böyleyim. Uzun bir kendine dönme meselesini artık bitiyorum bugün, yeterince dinledim kendimi, yeterince dinlendim...

Bir daha ki sefere kadar, bugün son kez miskinlik hatta uyuzluk yaptım canımın çektiği kadar. İstemediğim herşeye hayır dedim, gitseydim keyif alacağım şeyler de olsalar..
Missoni defilesine gitmedim, sırf canım giyinmek, süslenmek istemiyor diye.
Currly beauty n. 4 yaş doğumgünü partisine gitmedim, başım ağrıyacak diye.
Rossi ve Barbero ile buluşmadım, bugün pazar, tatil günüm kaprisi ile.
Geconti'ye yardım etmeye karar verdim, benden birşey alıp götürmez diye, cevabımı ilettim, hemen üstüne oldukça saçma, oldukça ona has cevabı geldi, nezaket gösterip bir daha yazmadım, sırf canım bugün onunla uğraşmak istemiyor diye...

Hamama gittim, arındım, dinlendim, saatlerce okudum ve karar verdim.
Bugün sondur bu miskinlik halinin...
Yakıştıramayan, "nasıl bir faydam olur acaba" ifadesi ile bakan sevdiklerime alıştıkları d. yi vermenin zamanıdır...

24 Ekim 2009 Cumartesi

Bir Soru...cevap yok!

Tam da asko'nun "sil ona dair ne varsa, görme, duyma, bilme, kılım ben bu adama" yorumu üzerine cuk oturdu bu öğlen ondan gelen mail...
Onun için birşey yapmamı rica ediyor, yapmak istemezsem yada ilgilenmiyorsam, kendimi zorlamamamı söylüyor ve ona yardımcı olup olamayacağımı soruyor...
Rica edilen şey, ondan binlerce km uzaklıkta yapılması ve tahmin ettiğim bütçeleri açısından saçma aslında, kendisi de biliyor olmalı ama soruyor yine de..
O soruyor ama ben ne diyeceğimi bilmiyorum.
Yani istediği şeyi yapmak benden birşey alıp götürmez, çok yapabileceğim birşey olduğunu o da biliyor onun için yapmamak trip atıyor konumuna düşürebilir, ama yapmak da yine hazır kuvvet bekliyorum diye algılamasına sebep olabilir ( zaten öyle bu taraftan ama bunu onun bilmesine gerek yok ).
Cevap vermedim henüz, biraz düşünüp öyle yapıp yapmamaya karar vereceğim. 
Ne alaka şimdi? Sanki orada yaptıracak imkan mı yok? Aşağı kattaki ofisten adri'yi arasa, iki dakika organize eder herşeyi..Düşünemiyor mu o kadar? Amaç nedir amaç?

Buyrun buradan yakın!

DUZCE - KESAN

Pasaport gitti, o zaman karış karış Anadolu...
Çarşamba-Perşembe üstüste Düzce ve Keşan seyahatleri yaptım bu hafta, çok da hoşuma gitti.
Ülke içinde gidilen yerler üç aşağı beş yukarı aynı olduğundan ve buralara da çok uzun yıllardır uçak ile ulaşabilme imkanından, senelerdir araba ile yolculuk yapmıyorum. 
Hal böyle olunca, gidip görmeyince, bir de üstüne hiç bitmeyen trafik kazalarını ve ölümleri okunca ardı ardına, benim Türkiye yolları ile ilgili kafamdaki fikir, 10-15 sene önceki otobüs ve araba seyahatlerimle sabit kalmış. 
Bozuk, dar yollar, üstüne üstüne gelen ve doğuştan katil otobüsler, yorgunluk...

Seneler, seneler sonra ilk defa bu yaz Bodrum'dan araba ile dönüşümde çok şaşırmış ve acayip mutlu olmuştum. Bodrum- İzmir arası, Simone de ben de  kendimizi Toscana'da seyahat ediyor gibi hissetmiştik ve bu bana müthiş bir keyif vermişti.
Bu hafta içerisinde de aynı şey oldu, yollar inanılmaz olmuş. Yollar güzelleşmiş, tesisler güzelleşmiş, yolculuklar güzelleşmiş.
Gittiğim her ülkede araba ile gezmeyi seven ben, bunu bilir bunu söylerim, yol medeniyettir. Yollar insanları, şehirleri, bambaşka dünyaları birleştirir. 
Birbirine yaklaşan insanlar, birbirlerinin dilinden daha kolay anlamaya başlar, kendi küçük dünyasının dışında yaşayanları tanır, kaynaşır, aklı başka türlü çalışmaya başlar. 
Özgürlük verir hem, istediğin zaman istediğin yere rahatça ulaşabileceğini bilme hissi özgürlük verir ve özgürlük iyidir...
Bilemiyorum ne kadar yapıldı bu yollar bu şekilde bu ülkede ama gidip göreceğim, merakımı gidereceğim.

Düzce ile Keşan'a gelince...Birbirinden farkı iki küçük kasaba..Biri dağlık/ormanlık/engebeli, diğeri dümdüz ama ikisi de yeşil. Yeşillerinin tonu farklı ama sonuçta yeşil. Her ikisinde de inanılmaz yemekler ve her ikisinde de inanılmaz kadın tiplemeleri.
Şaşırtıcı şekilde her ikisinde de kadınlar daha güçlüymüş gibi bir izlenim var; yürüyüşlerinden, bakışlarından, sigara içme şekillerinden bu kadınlarda " vurdumu oturturum " kıvamında bir delikanlılık görüyorsun.Bu bizim gibi büyük şehir, kariyer de yaparım çocuk da, hatta gerekirse çocuğu da yapmam ama dünyayı ben yönetirim kadınlarında bile olmayan bir güç gösterisi gibi adeta, şaşırtıcı..

Uyku düzenim gibi yemek yemem de değişiyor İstanbul dışında, inanılmaz çok yedim bu iki gün. O kadar lezzetliydi ki herşey, sadece acıkınca yiyen beni bile aldı götürdü benden ve hatta ilk defa olarak bir yerden eve yiyecek birşey getirdim. Muhteşem lezzetli köftelerden yemek için durduğumuz Tekirdağ'da, Ali Baba Köftecisinin turşuları, annemin elinden çıkmış gibiydi, dayanamadım ve aldım...

Bu arada, pasaportun yenisi çıktı, şimdi vizelere tamamlanıyor, yakında yine düşerim yollara, seyahat etmek güzel hem de çok güzel.....




21 Ekim 2009 Çarşamba

İyi ki Doğdun

İyi ki doğdun canımcımmm...
İyi ki doğdun, iyi ki Giada'yı arkanda bırakıp, beni, bizi buldun...
Sormasalar da fikrini, burada çizilen kaderin, benim, bizim şansımız oldu...
İyi ki doğdun ki hepimizi buluşturdun...
Gün boyu çok güzel şeyler geçti içimden..Hani bir zaman herşey üstüste gelmişti ya, bence bitti artık.
Gelip bunları hızlı hızlı not etmek, sana uzun uzun güzel şeyler yazmak istedim ama çok söze hacet yok;
Dile kolay en yenisi 23 sene, ben buradayım, biz buradayız İ...a 
Gerisi boş, gerisi gerçekten hikaye....



p.s : daha sonra okuduğumda veya okuduğumuzda, muhtemelen Giada kim yaa diyeyeceğiz.
Giada i.k.d'nin İtalya'da yaşadığı yıllardaki en yakın arkadaşı, ancak akıllara zarar bir durum, zira i.k.d de dahil hepimiz kendisinin 25 sene sonraki halini gördüğümüzde gözlerimize inanamadık :) 

Kızgınım...



Geçen hafta herşeye "karşıydım" ya yenisinde bu yerini daha yoğun bir duyguya bıraktı. 
Karşı olmak da bir sakınca yok, karşı olmak iyidir, karşı olmak güzeldir. Karşı olmak olayların yönünü değiştirir, karşındakini ve kendini zorlamaya iter...
Ama "kızgınlık" öyle birşey değil. Kızgın olmanın bir faydası yok, ne sana ne de başkasına. Sen kızgın olunca olayların akışı değişmez, sadece kızdığınla kalırsın. 
İçin büzülür, ufalanır, kalbin sıkışır, gözün kararır, görüş alanın daralır, muhakeme yeteneğin zayıflar. Saçmadır kızgınlık duygusu, saçmalarsın peşi sıra.

Bilirim bilmesine, hiç de sevmem bende uyandırdığı duyguları ama yine de kızarım işte...Atamam içimden o kara kızgınlık duygusunu.


Evet bir sürü şeye kızgınım, en çok da kendime.


Kafasında ki o anlamsız kalıpları silemeyen ve yeniye, kendinden olmayana karşı cenin posizyonu misali kapanan ve kalbimi çok kıran o adama kızgınım...
Bir adım atıp, ardından 10 adım geriye kaçan ama kapının da tam kapalı olmasına dayanamayıp, eline geçen her fırsatta, çocukluğumuzun en muzur oyunlarından birindeki gibi, kapıyı çalıp arkasına bakmadan koşmaya başlamasına, beni hep arada, hazır konumda bırakıyor olmasına kızgınım.


Teknoloji bu kadar içimize girdi ya, içinden, beyninden, benliğinden atmaya çalıştığın birinin devamlı olarak ne yaptığını anlama fırsatın olmasına kızgınım.
"Silsene sen de o zaman, madem görmek istemiyorsun" demesi kolay, silmek değil.
Bilsen de bir daha birşey olmayacağını, onun "belki, bir gün, yeniden"  umudunu atmak da kolay değil. Onu birazcık daha görmek için rüyaya geri dönmeye çalışan birisi için, onu görmek istememek ise hiç kolay değil.
Ama işte yine de, silemesem de ben, üçüncü kişiler tarafından onun fotoğrafının gözüme sokuluyor olmasına çok ama çok kızgınım. Sokulan fotoğrafa mı yoksa sokan kişiye mi daha çok kızgınım bilmiyorum, ama fotoğrafı gördüğümde  " yuhhh yani, bu mudur? sonuçta bu kız, sana benden bin fersah daha uzak , üstelik yüzeysel, üstelik asosyal, üstelik küçücük dünya insanı" diye ardı ardına bok atan cümleler geçirdiğime göre aklımdan, fotoğrafı sokma cesaretini gösterene daha çok kızgınım. 






"Sen onu değil, sende yarattığı hissi özlüyorsun" diye peşin çıkarım yapan t-la-bar'a kızgınım.
Nasıl yani onu özlemiyorum? Neyi özlüyorum peki ? 
İlişkiyi...
Hangi ilişkiyi? 
Bir ileri üç geri, içinde miyim dışında mıyım hiç bir zaman anlayamadığım ilişkiyi mi?
İlk günden beri kendimi ifade etmeye çalıştığım, "benim" sadece kafasında oluşturduğundan ibaret olmadığımı, her fırsatta hissettiklerimde ne kadar samimi olduğumu ikna etmeye ve sadece onun için "değişebileceğimi" göstermeye çalıştığım ilişkiyi mi ? 
Hangi aklı selim ve hangi benim gibi "egosu" tavan yapmış insan böyle bir ilişkiyi özler ayol?Böylesine ilişki denir mi?
Onun için ben ilişkiyi falan özlemiyorum, ben biri ile olmayı da özlemiyorum, ben salt ONU özlüyorum.
Tabii ki bana hissettirdiklerini özlüyorum ama onun hissettirdiklerini başkası hissettirmeyi başarabildi mi ki be kadın!
"Karnımı ağrıtıyordu, nefesimi kesiyordu" diyorum, herkese inanılmaz da gelse "giderdim" onun yaşantısını "yaşardım" diyorum...
Bu bir adama duyulan özlemdir, ilişkiye duyulan özlem değildir, işte bunu anlayamıyor olmalarına da kızgınım.





Ama en çok, kendime kızgınım....
Tamam kalbime hükmedemeyeceğim, o doğru bildiğin zamana kadar aynı şekilde hissedecek ama benim bu havadan nem kapma, onunla ilgili herşey de bir heyecanlanma, iki dakikada olmayacak senaryolar yaratma, ihtimal olsun yada olmasın yakınında gördüğüme bok atma melogamanlığıma ve onun ile ilgili herhangi saçma sapan olayın günlere yayılarak üzerimde etki bırakmasına izin veriyor olma durumuma acayip kızgınım. 


Tamam kalp kendi başına hareket edecek, ona hükmetmeme izin vermeyecek, o isteyene ve kabul edene dek almayacak belki başkalarını da, aklım ne zaman calismaya başlayacak ? Olayları olduğu gibi kabul edebilme, sebebi ne olursa olsun biri tarafından seçilmemiş-istenmemiş olmayı dünyanın sonu olarak görmemeyi ne zaman başarabilecek? 
O bir seçim yaptı, kendi hayatı, kendi seçimi,bu akıl bu seçimi sorgulamayı ne zaman bırakacak?
İnanmayan, cesaret edemeyen, ikna olamayan birini değiştiremeyeceğini ne zaman anlayacak?
Özgür bırakılmayı beklemeyi değil tek başına geride bırakıp herşeyi, ilerlemeye ne zaman başlayacak?



İşte bu cevapları veremeyen ve saçmalayan, o sözde çok güvendiğim aklıma çoooook kızgınım.










19 Ekim 2009 Pazartesi

Çıtır Çerez Yok

Ben de az değilim, zorluyorum son zamanlarda herşeyi ve herkesi. En çok da kendime yükleniyorum. Biraz kendine dönme, biraz çıtır çerezden uzak durma ve sadece gerçeklerle vakit geçirme durumuna diyecek birşey yok, iyi yapıyorum yapmasına da bazen inanarak söylediğim şeylerin arkasından tam tersi şeyler hissediyorum. İkisi de samimi, ikisi de gerçek ama zorda bırakıyor işte çevreyi ama en çok da beni...

Bu haftasonu, tam olarak bu duygularla başladı. Onun için de sadece ennnn yakınlara yer vardı bu haftasonu hayatımda, "they always will be" ekibi..i.k.d, sport guy, rey, zey, 4129...

Hani hep diyorum ya " ben şanslı bir insanım" diye, bana bu tanımlamayı yaptıran sebeplerdendir onlar.
% 100 kendin gibi olduğun ve % 100 güvende hissettiğin sıcacık bir alan.
Cuma gecesi son dakika gitmekten vazgeçtiğim doğum günü partisinin yarattığı sıkıntıdan, hala devam eden mevsim değişikliği miskinliğinden ve son zamanlarda kayda değer bir değişiklik olmamasından hayatta, canım sıkkındı. 

Ama onlarla biraraya gelmek, 4129'un alkol dozu her daim yüksek kaçmış içkileri ile kafayı bulmak, daldan dala atlayarak sohbet etmek, çok özlediğim diip ile oynamak ve bol kahkaha atmak yapabileceğim en güzel şeydi, öyle de yaptımm.

Geconti rüyası yüzünden, başladığı duygular ile bittiyse de haftasonu, ortası çok şahane, çok gerçek ve çok samimiydi..


Özlem

İlk defa bugün, hayatımda çok önemli bir yer kaplayan ve uğruna ülke değiştirmeyi göze alabileceğim adamı, yine hayatımda ki en yakınlarımın tanımadığını farkettim. Rey dışında hiçbiri Onu görmemiş, konuşmamış, tanımamışlardı. Sadece fotograflar sayesinde gözleri önünde canladırabilmişler ve her yakın arkadaş gibi tanımadan Onu sevmişler, tastiklemişlerdi.
Ve ben bu durumu ilk defa bugün, öğlen vakti, hepsini birarada gördüğüm rüyamdan uyandığımda farkettim...

Supriz bir şekilde geconti İstanbul'da...Bir ileri iki geri ilişki boyunca, beni kendi dünyamda görmesini ve benimle benim İstanbul'umu yaşamasını çok arzulamış olmama rağmen hiç gelmemesinden dolayı, karşımda görünce birden heyecanlanıyorum.
Cihangir'de çıkıyor karşıma, şimdiki adını bilmediğim eskiden Leyla olan lokalin üstü bir otel ve nedense orada kalıyoruz. İlk iş kızlarla yemek yeniyor; e.e var, dr.u var, i.k.d ile zey var. Dört yanı yüksek pencereler ile çevrili odada, beyaz kolalı masa örtüleri ile küçük fiskoslar çevresinde şaşalı sandalyelerde oturuyoruz, bir yemekten çok, çay partisi havası var sanki.
Kızlar ilk defa görüyorlar ya, hemen yorum yapıyorlar; biri "ben fotograflardan daha yakışıklı olduğunu hayal etmiştim, bu çok çirkin bir adam" diyor, arkasından her daim destekleyicilerimden e.e. "bence aynı anlatılanlar gibi diyor, çok karizmatik, çok italyan..."
Onlardan ayrılınca hemen ona bir yerler göstermek istiyorum ve aklımda Galata Kulesi var. Yürüyoruz İstanbul sokaklarında ve Tophane'de çok yüksek bir binanın tepesinde buluyoruz kendimizi, damlardan geçerek bir yere ulaşmaya çalışıyoruz.
"Neden geldi, bu yeniden beraberiz anlamına mı geliyor?" diye düşünürken öpüyor beni binanın en tepesinde ; "benim için gelmiş" diyorum.
Ne zaman döneceğini merak ediyorum, hiç gitmemesini ümit ederek ama gerçek yaşantımızda da olduğu gibi, hem en yakın ve önemli hem de en uzak hissini yaşattığından bende, soramıyorum. Sonra kendisi söylüyor ertesi sabah döneceğini ve sonra tam olarak ne yaptığını hatırlamıyorum ama " benim için değil, şehri görmek için gelmiş " diyorum ve uyanıyorum...

Garip bir hisle açtım gözlerimi, onu tekrar görebilmek için, önce yeniden uyumak istedim ama hemen sonra doğrulmadan yatağımdan bilgisayarı açmak geldi içimden, hiç yapmadığı birşey, o anda ki durumunu bildiren mesajını buldum. Yolculuktan dönmüştü, yorgundu ve evdeydi...

Bir saat geçmeden bir başkası bir fotografını soktu gözüme...Canım sıkıldı ve "neden" ler başladı beynimin içinde. Biliyorum bilmesine nedenleri, O da biliyor ama hala kabul edemiyorum herhalde...






17 Ekim 2009 Cumartesi

REGGIO EMILIA


Gitmem illa gerekli miydi ? Hayır, bence değildi. 
Burada halledemeyeceğim herhangi bir şeyi halledip mi döndüm ? Hayır ama işte bazen seni orada görmek, direk bir bağ kurmak istiyorlar.
Peki gitmemim bana bir zararı oldu mu ? Dönüş yolunda pasaportu kaybetmiş olmamın dışında hayır tabii ki olmadı ve itiraf etmeliyim ki, iyi ki gitmişim, çok keyif aldım.
1 gece 2 gün Reggio Emilia...

Sevdiğim italyan şehirlerinden biri...Küçüktür, güzeldir, düzenlidir...Yemekler inanılmaz, insanları hayat doludur; modayı takip ederler, gezmeyi tozmayı pek bir severler. Food Valley diye adlandırılan bölgenin ortasında, İtalyan bayrağının doğduğu şehirdir. 
Reggio Emilia denilince ; Marmotti ailesi ( Max Mara ) , Santiago Calatrava nın köprüsü ve Parmigiano Reggiano ( parmesan ki ben sevmem ) aklıma gelen ilk üç şeydir.

Gitmekte bir problem yoktu da sabahın köründe başlayan yolculuk ve bütün gün süren toplantılar sonrası akşam yemekleri kasıyor artık beni. Camellini'yi ikna edebilmiş olsam da Sofia'nın illa da yemeğe gidelim ısrarına hayır diyememiş olmanın verdiği bir rahatsızlık oldu önce...Yorgundum, zibidi gibi bir valiz hazırladığımdan üşüyordum ve sıcak otel odasında ayağımı uzatıp kitabımı okumak için inanılmaz bir istek duyuyordum.

Ancak çok garip birşey oldu ve yıllardır tüm hayat hikayesini bildiğimi zannettiğim bu enteresan, çoğunlukla 12 yaşındaki kız çocuğu tepkileri veren kadın hakkında hiç bilmediğim birşeyi, çok acayip bir zamanlamada öğrenerek, inanılmaz keyifli bir sohbet ve akşam geçirdim.

Sofia'nın daha henüz 30 yaşındayken, trafik kazasında kaybettiği kocasının ardından, iş bahanesi ile 80'li yıllarda, 4 yıl boyunca Adana'da yaşadığını biliyordum. Bu korkunç kaza sonrası, hayata ve çevresinde ki herkese küsen bu genç kadının kurtuluşu, ülkeyi ve eski yaşantısını terketmek de bulduğunu da biliyordum, hepsini daha evvel konuşmuştuk; ancak bunca yıldır, birçokları ile olduğu gibi iş dışında da görüştüğüm ve çok iyi tanıdığım Sofia'nın, bir Francescana olduğunu, yani San Francesco D'Assisi kilisesini takip ettiğini, bu öğreti ile Türkiye'de yaşadığı yıllarda Tarsus'daki kilisede tanıştığını ve bu tanışmadan sonra hayata yeniden sarılıp, ülkesine geri dönme gücünü bulduğunu bilmiyordum. Ve bunları ilk defa bu akşam, otele dönüp okumak için sabırsızlandığım kitabımın San Francesco'nun hayat hikayesi olduğunu bilmeden anlatıyordu. 
Mevlana ile aynı yüzyılda yaşamış ve felsefelerinin birbirine çok yakın olduğu duyumunu aldığım için merakla okumaya başladığım bu hayat hikayesinin sahibinin, 20 yılı aşkındır aktif olarak takipçisi olan biri oturuyordu karşımda ve konu çok enteresandı. Ben sordum o cevapladı ve bir kere daha adı ne olursa olsun bütün inançların özünün "aynı" olduğu teyidini aldım...
San Francesco, Mevlana ile çok benzer şeyler söylüyor; aynı yüzyılda yaşamış olmalarının enteresanlığının yanı sıra hayata başlama şekilleri ve kendi öğretileri için sahip olduklarından vazgeçme yolunu seçme benzerliği de şaşırtıcı bir durum bana göre...

Sofia anlatıyor, ben dinliyorum... Cafe degli arti e dei mestieri restaurantında ,bir yandan prosecco eşliğinde, soğuklar erken bastırdığı için kısa sürede biten Porcini mantarlarının son hasatları ile yapılmış aşırı lezzetli bonfilemi yerken bir yandan da Sofia ile ilgili daha önce algılayamadığım davranışlarına bir anlam vermeye başlıyorum.
Birden taşlar yerine daha bir sıkı oturuyor ve herşey daha anlaşılır oluyor.

15 Ekim 2009 Perşembe

Şaka Gibi


Son 24 saattir, duruyorum duruyorum, aklıma geldikçe tek tek o ana kadar ne yaptığımı hatırlamaya çalışıyorum, belki aradan kaçmış bir detayı yakalayabilirim ümidi ile...

Loungedan çıktım, hala gate açılmamıştı, kitapçıya uğradım, Coco Chanel'in hayat hikayesini aldım, kasiyer kadın ile iki laf etmek istedim ama çok suratsızdı, üstelemedim. Çok sıra vardı gate önünde, oturdum sevdiğim ayak uzatabildiğin koltuklardan birine ve uçağa binme öncesi rituelimi gerçekleştirdim.Önce annemi, sonra d.p.s' i, sonra rey i aradım, ben uçağa biniyorum diye..Arkasından son komik mesajımı attım ve telefonları kapatıp, çantama koydum..
Sonra uçağa binmek üzere kapıya geldim, görevli pasaportumu ve boarding passımı alıp kontrol etti, geri verdi.Körüğe girdim, gazete aldım, benimle aynı anda uzanan biri ile gazete sohbeti yaptım, içimden hep tekrarladığım sözlerim ile uçağın kapısına dokunup, adımımı içeri attım. Ve o anda pasaport hala elimde, şimdi bile öyle hatırlıyorum...
Uçak kalabalık, sıcak, havasız..Ama bu uçaklara güven olmaz, yukarıdan bir battaniye, bir yastık kapıp yerime yürüdüm. O noktada pasaportu artık hatırlamıyorum..Oturdum ve bir daha yerimden hiç kalkmadım.
İnişe yarım saat kala, grip için alınan önlem formunu doldurmak için kucağımdaki çantamdan pasaportumu aradım ve bulamadım. Pasaport yoktu...Hala da yok..

Heryer arandı, uçak boşaldı arandı, ben indim temizlikçiler girdi arandı, Malpensa Havaalanı arandı ve benim pasaport bulunamadı. Sanki yer yarıldı içine girdi, sanki buhar olup uçtu, benim pasaport kayboldu...

Korkmadım, sinirlenmedim, ülkeye girişim 2 saatten fazla zamanımı aldı, sabırsızlanmadım ama şok oldum... O kadar eminim ki uçağa pasaport elimde girdiğimden, bu iş nasıl oldu hiç anlamadım.

Her şerde bir hayır vardır, tesadüf diye birşey yoktur ve mutlaka mantıklı bir sebebi vardır ama nasıl oldu ? Hangi ara oldu ? 

Şimdi sil baştan uğraşma dönemi..Yeni pasaport çıkar, tek tek vizelere yeniden başvur, özel durum olduğu için hepsine şahsen gitmek zorunda kal, uğraş babam uğraş yani...

Buhar oldu uçtu pasaport, çok acayip bir hikaye, şaka gibi yemin ederim....
Belli ki benim bir süre buralarda olmam ve bir yerlere gitmemem gerekiyor da istediğim zaman hareket edemeyecek hissi veren ve beni kısıtlayan bu durum bünyeye birazcık sıkıntı verdi...

 

13 Ekim 2009 Salı

Yola Cikmadan Hemen Once








Anotherstar, bypassdan sıkılmış babası,annesi, ikiz arkadaşları, cipcip...Yola çıkmadan hemen önce..

Haydarpaşa garı gibi bir yer..Koca bir bahçede tekerli sandalye ile dolaşan ve mızmızlanan f.a ve onun yakınmalarına kulak asyaman j.a..sonrasında flavia , bir yere yetişmemiz lazım diyor, koşturuyoruz, merdivenler tırmanıp bir noktaya geldiğimizde aşağıdaki manzaranın aynısına yukardan bakıyoruz bu sefer.

Hop hop, bir arabadayız ao-star ve ikiz arkadaşları ile. Biri arabayı kullanıyor, diğeri arkada yanımda oturuyor. Tek yumurta ikizleri, görüntüde birbirlerinin aynısı iki tip ama gerçekte çok ayrılar, birisi içine kapalı, sessiz, diğeri bıcır bıcır , devamlı konuşuyor, piç dediğimiz türlerden.Birleştirsen tek bir insan olacak gibiler, birbirlerini tamamlıyorlar. Her zaman ki gibi dikkatimi çeken kapalı kutu misali olan, uzak duruyor ya, çok ilgi göstermiyor ya, ilgimi çekiyor...

Gidiyoruz koca arabanın içinde, ve hop hoop birden hep beraber benim evdeyiz. Salon benim salonum ama eşyalar değil...Açlar ve tost istiyorlar benden , gülüyorum; mutfağa götürüp buzdolabını açıyorum, içini gösteriyorum. Mutfak benim mutfak, buzdolabı benim buzdolabı,içi boş..Buzdolabı kapısını kapatınca cipcip i görüyorum, dolabı açmış tabak arıyor, elinde meyveler...Onu alma bunu al derken bir cam kase indiriyorum, ama içi kurtlanmış meyve dolu, şaşırıyorum..kim koyar ki meyve tabağını tabak dolabının içine diye...

Sonra bir çığlık kopuyor, koşuyorum salona, ao-star Tv de gördüğü 90'lı yıllardan bir şarkı karşında hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Tv benim, her gelenin dalga geçtiği eski model, tüplü, bayıldığım koca televizyonum..Sonra kendimizi kapının önüne atıyoruz ve ao-star yeniden ağlamaya başlıyor, karşıdaki eski ahşap binanın yandığını göstererek, bakıyorum evin içinden alevler çıkıyor gerçekten. Kapı önü benim değil, ev tanıdık değil ama aynı zamanda da çok tanıdık... O ağlıyor , ben bakıyorum..Evin içinden alevler dışarı çıkıyor, evin içinden birileri birşeyler çıkarıyor...

Sonra uyandım...sabah saatin 5'i, kalkmam lazım, hazırlanmam lazım, havaalanına gitmem lazım.
Bu iki gün yollarda olacağım, bakmıyorum anlamına, hiçbir zaman bakmam...Dönünce anlarız nasıl olsa...

12 Ekim 2009 Pazartesi

12 Ekim..12 Yıl

12 yıl olmuş...Halbuki bana hiç öyle gelmemişti ama benim ne hissettiğimin de bir önemi yok tabii, zaman akmış ve işe başlayalı, bu adrenalin dünyasının başına geçeli tam 12 yıl olmuş.

Tam olarak, çocukluğunda hayal ettiği işi yapan ,o şanslı insanlardanım ben. Bu şansımın da hep bilincinde olarak yaşadım.
Sevdiğim ve sevmediğim yönleri ile rol modellerim vardı, azdılar, birbirlerinden çok farklıydılar ama üçünden de almayı planladığım şeyler  vardı, aldım, yürüdüm, gittim...
Cahil cesaretim vardı, üniversitenin 4.ci senesinin sonunda, kaybedecek hiçbir şeyi, omuzlarına zorunlu yüklenen sorumlulukları olmayan, sadece kendini ispatlamaya çalışan ufak tefek kızın cahil cesareti.
D.p.s yolumu açtı ben yürüdüm.
Hayallerim vardı, hedeflerim vardı, çok çalıştım , yürüdüm..

Yürüdükçe yollar açıldı, hedefler daha da uzaklara taşındı, uzak olana çabuk ulaşmak için yürümeyi bıraktım, koşmaya başladım, bu sefer iş arkadaşlarımla. Off off ne zorlanmıştım onlarla çalışmaya başladığım o ilk sene. Hala küçüktüm, hala tecrübesizdim ve tek başına bir yere kadar gidilebileceğini biliyordum tabii ama güven sorunu yaşıyordum işte, kimsenin benim işimi benim kadar iyi yapamayacağı inadıyla. Sonra sabır göstermeyi ve inanmayı öğrendim, geçtim o krizi de, koşmaya devam ettim.

Yollar açıldıkça  etraf genişledi, vizyon gelişti, ofis oldu şirket, şirket yoğruldu benim ruhumla, yoğruldu d.p.s 'in ruhuyla, harmanlayıverdi hepsini bir güzel, kendi kimliğine kavuştu ve şimdi tek başına koşuyor.

Hiç oldum demedim , hiçbir zaman da demeyeceğim, çünkü "olmak" diye birşey yok biliyorum. Rekabetin her geçen gün arttığı, 40 yılda yapsan bu işi, hergün yeni birşey öğrendiğin sektörümde "olmak" diye birşey yok çünkü.

Şimdi bir süre daha buralardayım, çünkü yapılacak daha çok şey var, hala ulaşılacak hayaller, bakılacak çocuklar, ağır sorumluluklar var.
Yavaş yavaş kaybolma arzusu içindeki amatör ruhumu sonuna kadar korumaya, tükenen sabrıma karşı koymaya  çalışarak bir süre daha buralardayım.

Ben buralarda oldukça da sorun yok!!!

Miranda yukarıda bana bakıyor, onu örnek aldığım için değil, bana söylediğim şeyi hatırlatmak için duruyor orada...


 "Old devil only wears Prada; the new one also makes it ! "











Berlusconi


hahahahahahaa Berlusconi bizi atlatmaya çalışıyor, ama biz çok akıllıyız ya "özel beyaz bir telefon hattı" çekiyoruz..Şu eski tür, numaraları elle çevrilen  telefonlardan , numarası ise İtalyan..Numaramızı görünce cevap vermiyor ya, aradığımızda bizim olduğumuzu anlamayacak ve kıskıvrak yakalanacak.
Yakalıyoruz da...
hahahahahahaa muazzam! bekliyorum hala...

11 Ekim 2009 Pazar

Karşıyım....

Lisenin dernek yemeği, hastane ziyareti, Sabahattin'de keyifli bir yemek, 2 yaş doğumgünü partisi derken bir haftasonu daha bitti...Günlerdir üzerime yapışan miskinliğim ve sessizliğimle, kayda değer bir değişiklik olmadan biten bir haftasonu. Sessizdim bu günlerde, kimseye laf anlatasım yoktu ama içeriden devamlı bir karşı olma durum vardı..İçimden sürekli "ben buna karşıyım, buna da karşıyım, bak ayrıca buna da karşıyım" dedim durdum. 

Karşıyım, bir sürü şeye karşıyım bu son iki gündür...

İşin yeni başına geçmiş ve görücüye çıkmış, tamamı genç mezunlardan oluşan ve ümit vaad eden dernek yönetim kurulunun başkanının, ev sahipliği yaptığı geceyi herkesten önce, adeta koşar ayak terketmesine karşıyım. Bir işe soyunduysan , oturduysan o koltuğa, işi adabı ile yapacaksın. Tek tek, en son katılımcı ayrılana kadar orada olacaksın...

Şehrin bir yerinde meydana gelen kazanın, avrupa yakası-asya yakası demeden bütün trafiği felç etmesine yada Sirkeci garı önündeki topu topu 1 metrelik yol daralmasının 1,5 saatlik konvoy oluşturmasına karşıyım.

Sabit fikirliliğe çok karşıyım. Bilip, bilmeden, okuyup, araştırmadan, hatta anlatılmak istenildiğinde dinlemeyi bile reddederek, bir konuya "tarikat" yaftasının yapıştırılmasını ağzım açık seyrediyorum ve acaba ifadeler de bir eksiklik mi var diye düşünmeden edemiyorum.

İnat edilmesine karşıyım.
Bir adım atıldığında, hemen herşeyin eski haline dönmesi gerektiği sabırsızlığına karşıyım.

Bu celebrity tayfasının burnuna mikrofonu sokup, konuşmayınca tahrik etmeye ve ünlü yada değil, böyle bir sebepten kişinin karga tulumba kelepçelenme anının gereksiz fotograflarının gözüme her yerde sokuluyor olmasına çok karşıyım. Magazin basını muhabirlerinin bir nevi birlikte çalıştıkları celebrity tayfasındakileri analiz etmeden ve ayırt etmeden aynı muamele gösterme şuursuzluğuna karşıyım ama karşı tarafında bu tür durumlar için kendini eğitmemesini ve kontrol edemiyor olmasını da kendi hataları olarak görüyorum.

Anne olmayan yakın arkadaşların, bebek doğumgünlerine davet edilmesine de karşıyım :) Her ne kadar bütün o veletlere bayılsam ve orada geçirdiğim süre zarfında hepsini mıncıklayıp oynasam da, enerjileri ve desibelleri çok yüksek olan bu yaratıklardan ayrılınca bir süre dayak yemiş maymun gibi oluyorum, bana da yazık..

Sanki hergün kendisi aynı riskle karşı karşıya değilmiş gibi, arabalarını, arkadan gelecek kişiyi düşünmeden parkedenlere karşıyım, hatta ortak kullanım alanlarında kendinden başka hiçbir şey düşünmeyen " güya eğitimli " insanları görünce eşşekliğin ne kadar baki kaldığını hatırlıyorum. Hele hele motorsikletlerini bir arabayı kaplayacak şekilde park edenlere karşı olmanın ötesinde acayip sinir oluyorum ve kendilerine savaş açmayı planlıyorum.  

Bu ülkede bazı ithal, yurtdışında marketlerde 3-5 euro bedeli olan ilaç -vitamin - içki gibi malların burada 50 tl - 80 tl gibi anormal fiyatlarla satılmasına karşıyım, fahiş fiyatları görünce kendimi enayi yerine konulmuş gibi hissediyorum.

Cumhuriyet Bayramı sebebi ile yavaş yavaş asılmaya başlayan bayrak kirliliğine karşıyım, tamam tabii ki çok özel bir gün ve tabii ki diğer günlerden farklı birşeyler olsun istiyorsun ve yine tabii ki birileri bu bayrak imalatından acayip nemalanıyor,anladık, lafım var da yok, ama daha şık ve daha temiz bir görüntü ile hem günün farklılığını yansıtabilirsin hem de yine istediğin birilerinin ceplerini doldurabilirsin.
Madem paramı kullanıyorsun kafana göre, bari benim de göz zevkimi düşünerek hareket et. Yaratıcı olmayan zihinlere çok karşıyım.

Veeee bu ülkede çözüm üretmeden, terrible 2 dönemini yaşayan bebekler gibi, benden beter, herşeye karşı olan muhalefete ve beni temsil eden hiçbir partinin olmamasına acayippp karşıyım. 

............. dedim ya karşıyım, uykum gelmemiş olsa daha yazacağım ama bu haftasonu ile ilgili olarak ileride hatırlanması gereken şeyler bunlar, onun için bitiriyorum...

Bu haftasonu bir tek, 2 saat boyunca çalan telefonumu duymadığım için  ortalığın ayağa kalkmış ve birilerinin panik içinde seferber olmasına karşı değilim.Tabii ki çok utandım, tabii ki çok üzüldüm herbirini tek tek korkuttuğum için ama bir yandan da güvende hissettim kendimi. Elime alıp da görünce abartı cevapsız çağrıyı, Tanrı korusun bir gün başıma birşey gelse 2 saat sonra özel tim beni aramaya başlar diye aklımdan geçirdim...

9 Ekim 2009 Cuma

Senin Kıçın Açık Kalmış




Bazen kendim bile bilinçaltımda yatan, akıllara zarar senaryolara şaşırıyorum..
Uzun, her detayını gayet net bir şekilde hatırladığım,enteresan hem de çok enteresan bir rüya ile uyandım bugün.
Bu rüyanın enteresan olan tarafı uzun ve akıldışı sahnelerin olması değil, olayların birbirini mantıklı şekilde takip etmesi, hiç bir kopukluk ve rüya aleminde sıkça rastlanan hop hop şeklinde  başka bir mekana ve olaya geçişin olmaması. Aynı konunun başlangıcı,gelişimi ve bitimi...
Tarantino'yu aratmayacak kıvamda kan gövdeyi götürdü bu gece...
Polisiye bir rüya..Cinayet,polisler,savcılar,kaçış,pişmanlık...Birkaç yabancı oyuncu dışında ( Diyarbakır'lı bir emniyet md. - ne alaka ? ; Trakyalı bir anne - ne alaka? ) diğerleri hep yaşantımdan kişiler...Suçlanıyorduk, kaçıyorduk, kaçırılıyorduk...Ben devamlı ağlıyordum ama babamın "ne olursa olsun kızımsın, seni affediyorum " repliğinde ise kopuyordum...
Tırmanılan merdivenler, kullanılan kırmızı renkli süratlı arabalar, taramalı tüfekler, kalabalık içine karışıp kaçmalar, baskınlar , elimizde pasaportlar ile sınıra ulaşmalar....film gibi...




Şimdi rüyayı anlatacağım birçok kişinin "senin kıçın açık kalmış" yorumu yapacağı kesin ama işin aslı öyle değil tabii. Rüyanın yorumu , önümüzde ki günlerin çok süpriz, çok acayip ve çok büyük olaylara gebe olması...




Ben rüyaların kadınıyım. Aklıma gelen, başıma gelir , rüyalar da yol gösterir...İsteyen inanır isteyen inanmaz ama bu böyledir !














8 Ekim 2009 Perşembe

İyi, çok güzel..



Güzel haberler günü...

- Son dakikada ortaya çıkan bypass ameliyatı başarı ile tamamlandı.5 tıkanık damardan, 2 si değişirildi,3 ü açıldı...çok şükür.
- Ankara'dan Bodrum'a yeşil ışık,çok şahane..
- Rossi'den süpriz arttırım, müthiş..
- Doğumgünü çocuğu,hastaneden çıkıp evine döndü..ohh be..
- D.p.s gribi kazasız belasız atlattı..yine çok şükür...o bir doğuracak bu gidiş ile ben dokuz !
- L.buddha Japonya seyahatinden döndü,çok da mutlu olarak...ne güzel
- Bir türlü çözümlenemeyen olayın tarafları arasında buzlar sanki erimeye başladı..hadi bakalım


Ben miskinim, hem de çok miskin ve eve dönüpte düşününce, birden günün ne kadar güzel olduğunu kaçırdığımı farkettim..Bu mevsim geçişi midir nedir, artık bir geçip gitse iyi olacak...


Fransız Gelin




Bah ile Loli evleniyor , ne müthiş, ne sevindirici bir haber.


15 yaşından beri tanıdığım ve bazı açılardan benim erkek versiyonum olan bu adam,öyle kolay bir adam değildir.Çok zeki, zekasının çok farkında, çok lider, her daim varlığını hissettirmek , vurdu mu masaya etrafı titretmek isteyen türlerden. Ama duyguludur da, dinler, düşünür, derdinin ortağı olur. Korumak, kanatlarının altına almak ister. 
Zor bir adamdır, zor bah, öyle bizim gibi kolejli, kendi ayaklarım üzerinde dururum, dilediğim gibi yaşarım istediğimi de yaparım kızların adamı değil yani. 
Aldığı eğitim, sahip olduğu vizyon ve yaşadığı hayat ile bağdaşmıyor gibi görünse de bu karakter bir aile mirası ona. Çoğu zaman böyle olmayı kendi seçmedi diye düşünürüm. 17 yaşında ailenin en büyük çocuğu olarak omuzlarına yüklenen kocaman kocaman sorumlulukların sonucudur bu bana göre.
Çok şey yaşadı çok şey gördü...Ölüm gördü, hastalıklar gördü, tekrarlanan iflaslar gördü. Ama hiç birinde yıkılmadı, ona yüklenen " ailenin reisi " rolü vardı ya işte ona hiç ihanet etmedi, hep yola devam etmenin çaresini arayarak.


Loli ise çocuk denilecek yaştan itibaren dünyanın çeşitli ülkerinde yaşayan, tesadüfen tanıştığı ve aşık olduğu bu adam için İstanbul'a yerleşen, çoğu zaman beni hayretlere düşürecek kadar, deyim yerinde ise erkeğine hürmet eden bir Fransız, bir Parisienne...

Ve şimdi evleniyorlar , çok da iyi yapıyorlar. 
Loli doğru bir kız bah için. O daha evlenmeden, iyi günde kötü günde beraber olacağını, zorluklarda onu yalnız bırakmayacağını, ne olursa olsun onu hep sevip, hatta yeri geldiğinde onu taşıyacağını gösterdi. O bunların sadece bir sözden ibaret olmadığını ispatladı. 


Bize de Mayısda Paris'e gidip, bu güzel ikilinin düğününe şahit olmak kaldı...Çok da şahane oldu açıkçası..








5 Ekim 2009 Pazartesi

Kapıcı Dilaver

Evden ayrılıp da tek başıma yaşamaya karar vermem çok keyfi olmuştur benim. Arkadaşlarım arasında tek başına yaşayanlar kervanına ilk katılanlardan olsam da, kazık kadar olmuştum evden ayrıldığımda. O da öyle yıllarca hayal edilerek falan olmamıştı aslına bakarsan, keyfim gayet yerinde, bir elim yağda bir elim balda gül gibi yaşıyordum süper şeker ve hiçbir şeyime karışmayan bizimkilerle.
Sonra ansızın "benim artık bu evden çıkmam lazım" hissi geldi ve yaklaşık 1 ay sonra evime taşındım.6 sene geçti ve hala o ilk evimde oturuyorum.

Karar verdiğimin ertesi günü ilk gezdiğim evdi, dışı güzel,içi güzel, yeri güzel ama en önemlisi evin içinin enerjisi güzeldi,herşeyi öylesine güzeldi ki toplam 3 dk içinde "müthiş , müthiş" diyerek gezdiğim daireyi kiraladım.
Dışarıdan görenlerin müstakil bir ev zannettikleri ,küçücük bir apartıman burası,topu topu 4 daire.
Onun için yaşaması da kolay; gereksiz çoklukta kural yok,sıkıcı apartıman toplantıları yok,gürültücü komşu derdi yok.
Yani anlaşılan, el bebek gül bebek baba evinden,başka bir şahane yaşama ortamı...

Tek dert hariç, kapıcı sıkıntısı...
ilk 3 sene çok güzeldi, bir Kemal'imiz vardı ki her eve lazım türden.Çok saygılı,çok iş bitirici, 10 parmağında 10 marifet bir Anadolu çocuğu.Gecenin saat kaçında gelirsen gel,gireni çıkanı kontrol eden bir kafa,huzurlu uykular.
Sonra bir gün Kemal köydeki yavuklusu ile evlenmeye karar verdi, aman hepimiz bir mutlu olduk,mutlu olduk olmasına da Kemal köye dönmeye karar verince işte orada dumur olduk.

Kemal gitti,biz bittik ! Şaka değil, son 3 sene içinde buradan tam 6 kapıcı geçti.Her türlüsünü gördük,sonuç 4 aydır yine kapıcı yok.

Geçenlerde rüyamda New York'da seyahatte olan tim i gördüm; apartımana giriyorum ve hemen yanımdakine dönüp "ahh tim gelmiş, apartman temizlenmiş "diyorum. Benim kata çıkarken de "onun benim merdivenlerime mavi mavi deniz kabukları yerleştirdiğini" görüyorum ve çok mutlu oluyorum.
Ertesi sabah uyanınca,herzaman ki gibi ilk iş açıp rüyanın anlamına baktım " süpriz,güzel haber"..pek sevindim, o gazla güne devam ettim..

Neyse aradan 4-5 gün geçti tim yolculuktan döndü ve bana haberi verdi, kapıcı bulmuştu. Hakikaten süpriz, hakikaten güzel haber.

Yeni kapıcı Dilaver bugün işe başladı, eli yüzü temiz, saygılı ve yine bir Anadolu çocuğu. 27 yaşında, evli olmayan,mahcup ama güler yüzlü bir çocuk. Pek bir içimiz ısındı,bir rahatladık.Tim yapması gereken 4 şeyi sıraladı ;
- Apartman temizliği
- Servise çıkmak
- Gireni çıkanı hep kontrol etmek
- Kaloriferleri yakmak

Sonra herkes kapısını kapattı, evlerine çekildi.

Saat 20:30 - Dilaver işi bıraktı ! ahhhh şoktayım
Sebep : bakkal uzakmış, o gidip gelirken çok yorulacakmış ! yuhhhh yani,şaka gibi

Şimdi bütün bunları neden anlatıyorum,biliyor musunuz ?
Bütün bunları anlatıyorum çünkü herkes kendi kaderini kendi çizer bu 1.
Bu memleketteki işsizlerin hepsi tabii değil ama ciddi bir kısmı tembel,şuursuz ve cahil oldukları için işsizler bu 2.
Umarım olur bu arada ama bu ülkede tüm açılımlar gerçekleşse de, tembel ve cahil oranı yüksek güzel Türkiye'mde çok da birşey değişmez,biz yine aynı tas aynı hamam yola devam ederiz bu da 3.

Yanlış anlaşılmasın, Dilaver ile alıp veremediğim bir şey yok.
Kendisi ile olan hukukum gördüğüm 10 dakika ve bana getirdiği 1 ekmek/ 5 şişe kola ( onu da yanlış getirdi önce şaşkoloz ,onun için o uzak dediği bakkala ikinci kere gitmek zorunda kaldı )
Ama ben genel olarak bu Dilaver'lere kızıyorum o ayrı.
Ehh be akılsız, sen 10 aydır iş ara, eline günde 20-30 tl geçsin diye kömür taşı,eşya taşı, üstüne bir de bir sürü borcun olsun sonra kalk topu topu 4 dairelik bir apartmanda ev-elektrik-su bedava ,sigortalı işi yorulacağım diye bırak.Sonra da suçu ona buna ,devlete at. Oldu !

Yok yok olmadı. Budizm dünyaya gelen her ama her ruhun eşit şanslara sahip olduğuna inanır, dıştan görünen ne olursa olsun. Ama bunu kullanıp kullanamamak sadece o kişiye bağlı.
Okumadan,kendini eğitmeden, dürüstçe çok çalışmadan birşey olmuyor,bu bu kadar basit.Oturduğun yerden kadere küfretsen ne yazar,ben sana söyliyeyim birşey yazmaz aksine iyice basiretin bağlanır, öylesine bağlanır ki bu söyliyeceğim şey gerçekten tanıdığım birinin başına gelmiştir, " hamama gidersin , sular kesilir " ( bu da ne zaman aklıma gelse gülerim,yazık )


Ahh be ATAM " Türk Milleti Çalışkandır " demişsin ama ben çooook tembel görüyorum buralarda !


Veee ah be Kemal ahh, yaktın bizi ! 







4 Ekim 2009 Pazar

UNUTMA !




Aklıma gelen , başıma gelir...Onun için olumsuz hiçbirşey geçirme aklından!!!!

On dakika önce yine, alakasız bir anda aklıma gelen şey, oluverdi...şaka gibi :)

Bunu sadece unutmamak için yazdım ! Buarada fotografdaki yer neresi acaba ? şahane!

Mikrop

Buralardan binlerce kilometre uzaklarda, "küçücük" bir virüs bir kalp kapakçığına yapışıveriyor.
Adı üzerinde işte, mikrop,lanet bir şey, öyle bir tutunuveriyor ki o kalbe,buralara kadar geliyor. Hem de kendisi küçücük olmasına rağmen peşine taktığı "kocamanlar" ile birlikte.

Kocaman bir kaybetme korkusu...Yoğun bakım ünitesi, kalp krizi riski , herşey iyi gitse bile bir maraza bırakma olasılığı ,külliyen kocaman bir korku.
Korku herkesin içine düşüyor tabii ama en çok da hayatta biricik oğlundan başka hiçkimsesi olmayan annenin yüreğine elbet. Ama seveni çok oğlunun. Telefonlar susmayıp, hiç yalnız kalmasa da kocaman korkularla, karanlık ve iç karartıcı geceyi geçiriyor. Herhalde bir çoğumuz da benzer duygularla uykuya dalıyoruz. Bu şeytan tüylü,en çok güldüren ama bazen de en çok kızdıran çocuğa bir şey olma ihtimali gece boyunca içimizi sıkıyor.

Neyse ki sabahın ilk saatlerinde gelen güzel haber,herkese bir oh çektiriyor.Yoğun bakım ünitesinden çıkışında hastahaneye koşuşturuluyor ve o, her zaman ki hali ile karşıma çıkıyor, bir kere daha ohh dedirtiyor.

Beni ben yapan bazı prensiplerimle çelişiyormuş gibi görünse de , hayatta ne zaman ne olacağı gerçekten belli değil; onun için çok kızmamak, çok takmamak lazım hiçbirşeye ve kimseye !

... "Yaradılanı severiz , yaradandan ötürü "  ... 

Herkesi olduğu gibi kabul edip yargılamamak, olayları kişiselleştirip kızmamak..Yemin ederim yakında ericem biliyorum...ve oralardan burası nasıl gözüküyor acaba merakımı gidereceğim :)

Sakin ama huzurlu bir pazar günüydü !



SALVATORINA " küçük kurtarıcı "

Fon müzikleri ile İstiklal Cad, Tanrı'nın en güzel evlerinden St.Antuan kilisesi,Andreas Stailer'in parmaklarından Bach, they always will be friends rey & i.k.d ve bitmiş bir cumartesi ...


Enerjisi düşük bir akşam ; fazla kendinden bahsetmemek ve karşıdakinin anlattıklarını dinleyerek geçirmek.Hep aynı konular anlatılsa da, söylenilmesi gerekenler çok defalar söylenilmiş olsa da,bir türlü çözüme ulaşılmamış olma durumu karşısında sadece dinlemek ve onun içini dökmesine izin vermek. Ama içten içe bunun bile bir ilerleme olduğunu kabul etmek. Ve karşındakinin takındığın posizyonun farkında olduğunu ve  taktir ettiğini anlamak,huzur duymak.


Enerjisi düşük bir gün bugün ; sebebi ise tam belli değil. Bir gece önceki d.p.s olabilir, öğlen ki tatsız hastahane haber olabilir yada i.k.d yi beklerken balkonda gördüğüm cipcip olabilir.


Evet cipcip i gördüm bugün...Arkadaşları vardı. Dışardaki taxide ona doğru bakan benden habersiz, evin içinde her zamanki ağırlığında hareket ediyor, girip çıkıyordu.
Bu cipcip de bir garip meseledir...
Kısacık bir ömrü olmuş bir adamın, böylesine iz bırakması gariptir.
Kurtarılmak gibi bir isteği veya derdi olmayan bir adamın, ısrarcı kurtarıcısı olma rolünü almak gibi birşey var sanki altında.
Şu andakinden çok daha iyisini hakettiğini farkettirme çabası..
Üstelik karşılığında ne beklediğini bilmemek.
O yumuşacık ve iyi adamın kendi değerinin farkına varması ve bir hayalet peşinde kendini ziyan etmesini engelemek dışında, bir karşılık beklentisi de yok aslında, 


St.Antuan,Isa ikonları, Bach ; sessiz, sakin, bir türlü seni içine çekemeyen bir konser.Birşeyler eksik,ruh eksik, volume eksik....
Halbuki dışarda, Istiklal Caddesinde hiçbir eksik yok,aksine fazlalıklar var.
Çok çok çok fazla insan var. Karınca sürüsü gibi devamlı, aşağı yukarı hareket eden bir sürü insan.
Lise yıllarımdan beri, İstiklal'in sevmediğim hali.
Ama bu sevilmeyen halde bile seni mutlu edecek rastlantılar olur bazen.O binlerce yabancı yüzün arasından,bir tanıdık sima, bir Salvatorina fırlar.

Hiç ama hiç değişmeyen, ben hiç ölmeyeceğim diyen, fil gibi hafızası ile 20 sene sonra bile sana adın ve soyadınla hitap eden Salvatorina.
Şimdide ki tek fark, sana karşı tatlı, yumuşak ve sevgi dolu olması.Sanki en eski arkadaşınmış gibi içten davranması...Hep sevgiyle hatırlanan o yılların, neden öyle hatırlandığını gösteren bir işaret O.
"Ben sonsuza kadar yaşacağım " diyor.
"Ben de sonsuza yaşamak istiyorum" ve " bulduysan sihrini ver " diyorum..Gülüyor ve "buldum" diyor.
Hayatının 40 yılını bu topraklarda, kocaman şehrin tam göbeğinde ama küçüçük bir dünya içerisinde geçiren, kendini Türk çocuklarına adayan, başka diyarlarda ikinci bir hayatım olmasını sağlayan " dili " bana öğreten ve sonsuza dek yaşamak isteyen bu kadına Tanrıdan uzun uzun ve güzel bir hayat diliyorum.


Cipcip üzerinde ki kurtarıcı misyonu konuşmalarının arkasından, rahibe olduğunda kendisine Salvatorina yani " küçük kurtarıcı " adını seçen bu sert görünümlü tatlı kadın ile karşılaşmamı ise çok manidar buluyorum....


Sonsuza kadar yaşamak isteyen " Küçük Kurtarıcı " ve onun belki de " Kurtarıcı " olma hayali peşinde koşan, eski öğrencisi BEN... 


1 Ekim 2009 Perşembe

Session - 4 -


Çok fazla istediğin bir şeyin, uzun ve yüksek merdivenli bir gökdelenin tepesinde olduğunu düşün.
Bir an evvel amaca ulaşmanın verdiği heyecan ile çıkmaya başlarsın merdivenleri, o kadar heyecanlı ve güçlüsündür ki o an hızlı hızlı,hatta ikişer üçer atlayarak çıkarsın...
Sonunda o çok istediğin şey var ya hiç düşünmezsin bile.
Ama uzundur o yol, merdiven boşluğu ise karanlık ...
Çıkarsın,çıkarsın,çıkarsın sonra yavaş yavaş bacaklarındaki ağrıyı,etrafındaki karanlığı farkedersin ve öyle bir an gelir ki birden nefesin kesilir, bir adım daha gidecek gücün kalmaz,kafanı yukarı kaldırıp bir ışık arar,bulamaz ve hatta en başından niye bu yola çıktığını hatırlamaz olursun.
Heyacan biter, yol anlamsızlaşır ,sorgulamalar başlar...Ve geri dönmek istersin,çünkü aşağıya inmek yukarıya çıkmaktan daha kolaydır...
İşte o an ,yapman gereken tek şey bu yola en baştan hangi "amaç" için çıkmaya karar verdiğini hatırlamak olmalı.
Amacını hatırlamak ve Tanrı'ya sana güç vermesi için dua etmek! 
Sen dua ettikçe ve inandıkça,Tanrı, geçmiş yaşantındaki ruhların ve ataların hepsi yanında sana destek olacak...Bacaklarına yeniden güç, etrafına aydınlık gelecek ve yukarı kaldırdığında kafanı yolun sonunda ki ışığı göreceksin! Ona ulaşmak ise en büyük hediye olacak..

"EGO" dan kurtulmak da işte böyle uzun ve meşakatli bir iştir. Öyle bugünden yarına, yıllarca sana yoldaşlık etmiş,yaşam tarzına,ilişkilerine,tepkilerine sinmiş Ego'dan kurtulamazsın...Ama ağır ,emin ve azimli bir şekilde çıkmaya başlarsan merdiveni belki biraz uzun sürer ama kendini paralamadan ve amaçtan sapmadan,daha rahat,daha huzurlu,daha mutlu bir hayata merhaba diyebilirsin!

Hamburg,19.09.2009

Uğurlama Töreni

Resmi geçit tamamlandı...Hepsi teker teker endamlarını gösterip,kendilerini hatırlattı..
Bugünkü süpriz m.moon çağrısı ile de kadro tamamlandı.
Anlamamıştım ya önceden, garip birşeyler oluyor, her köşe başından birileri fırlıyor diye şaşırmıştım ya bugün anladım sebebini...Yer açıyorlar!


Geriye bakmana gerek yok,senin kaybettiğin birşey yok ama keşke zamanında akıllı olsaydık diyorlar ve yenisine yer açıyorlar...




real time - 01.10.2009, 02:38