16 Aralık 2012 Pazar

Elleri Pis, Ruhları Hasta!



Geçenlerde, her hafta, düzenli olarak yazılarımı takip ettiklerini bildiren Kocaeli'li iki hanımdan, üzerinde çalıştıkları sosyal sorumluluk projesine destek vermem ile ilgili bir mektup aldım. 
Konu, kadınların maruz kaldığı şiddet, istekleri ise bu konu ile ilgili çekecekleri kısa film için gerekli bir anket idi.

Kendilerine verdiğim kısa cevap " ben bu konu ile ilgili size geri dönüş yapacağım" olurken, içimden geçen "yaparım tabii ama nasıl yapmalıyım?" oldu. 
Neredeyse 10 gündür, cevaplar havada, "şiddet" kelimesi aklımın bir köşesinde asılı kaldı...

O günden beri şiddete, şiddet denilince aklıma ilk gelen kelimelere ve bende uyandırdığı duygulara takılıyım. 
Kadına şiddet deyince aklıma ilk fiziksel bir zorbalık geldiğinden ve ruhuna defalarca darbeler almış bir kadın olmama rağmen çok şükür tekme tokat bir kendini kaybetme durumu ile karşılaşmayan biri olarak, bilmediğim bir duyguyu bilenlerin dilinden nasıl anlatabilirim bu haftaki derdim oldu.

Şiddeti düşündükçe aklıma ilk düşen kelimeler, sırası ile öfke oldu, korku oldu, utanç ve aşağılanma hissi oldu... Ve zihnimi karıştıran, bu kelimelerin bu kadar çabuk belirmesi değil de verdiği tanıdık duygular oldu. Ne babamdan bir fiske yemiştim hayatımda, ne abim kırıp geçirmişti ortalığı, ne de ruhuma evet, kalbime evet ama yüzüme bir darbe vurmamıştı en azılı sevgililer bile ( ki burada hafızam bildiğin oyun oynuyordu). Neden bu kadar yakın bağlantılıydı şiddet ile bu duygular ve nereden çıkıyordu bu tanışıklık? 

Şiddet günlerce asılı kaldı aklımın bir köşesinde ve bakın neler getirdi koydu geçmişten önüme...

Annem, annesini kaybettiğinde, 34 yaşında gencecik bir kadın, bense 4 yaşında küçücük bir kız çocuğuymuşum. 4 yaşımdaydım, hatırlamıyorum anlatacaklarımı, sadece yıllarca bu hikaye ile büyütüldüm, bana annemin anlatıklarından biliyorum.

Anneme, annesinin ölümü ağır ama çok ağır geliyor. O da benim gibi bir ana kuzusu, kocasına ve çocuklarına rağmen kolu kanadı kırılmış, biraz hayatta tek başına kalmış gibi hissediyor. Sanırım o kadar zorlanıyor ve saklayamıyor ki acısını, henüz 4 yaşında olmama rağmen, acısını ben bile görebiliyor ve daha fazla üzülmesin diye kendimce onu teselli ediyorum. Aylarca annesinin ölmediğini, bir hastahanede olduğunu, iyileşip geri geleceğini söyleyip onu avutmaya, "hadi o zaman gidip ziyaret edelim" dediğinde ise hastahanenin çok uzakta olup, oraya gidemeyeceğimizi söyleyip onu kandırmaya çalışıyorum. Annem der ki; "o kadar yumuşacık bir çabaydı ki yaptıkların, bazen sırf kendimi iyi hissetmek için sorar, sen de hiç değiştirmeden aynı cevapları verirdin".
Ancak günlerden birgün ne olduysa, bir yaramazlık yapıyor, belli ki anne de kontrolden çıkıp, popoma okkalı bir şaplak patlatınca, öfke dolu gözlerle kendisine dönüp, 4,5 - 5 yaşindaki çocuğun pür gaddarlığı ile ;" ohh canıma değsin, annen de öldü, şurada toprağın altında yatıyor" cevabı ile onu cezalandırıyorum. 
Annemin o gün gözlerimde gördüğü ve bugün hala gülerek anlatırken, hatırladığı tek duygu "öfke" oluyor.

8-9 yaşlarımda bahçede oynuyor, dalları ağırlıktan yerlere sarkan dut ağacından dut yiyordum. Hatırladığım, bir setin üzerinde oturduğum, çevremdeki mahalleden çocukların ise avuç avuç dutları, aşağıda geçen arabalara fırtlatmalarıydı. Çocuklar sonunda camı açık arabalardan birini isabet ettiriyorlar, araba ani bir fren yapıyor, çılgına dönmüş bir kadın arabadan fırlayıp, bize doğru koşuyordu. Çocuklar dağılıyor bir ben oturduğum yerde kalıp, olanları izliyordum. Yapmamıştım ki ben bir şey, kaçmama gerek yok diyordum; ancak öfkeli kadın yakaladığı gibi kolumdan beni aşağıya doğru çekmeye çalışınca, canım acıyordu. Hissettiğim acıdan çok korku, derdini dile getirememenin çaresizliği oluyor. 

12 yaşımdayken,  ilkokul öğretmenim tüm sınıf arkadaşlarımın ortasında suratıma bir tokat atıyor, ne yaptığım hatayı hatırlıyorum ne de dediklerini, aklımda kalan bir tek utanç oluyor.

21 yaşında aptal bir kız çocuğu iken, o zamanki aklımla ilişki denen şeyi ne zannediyor ve ihtirası nasıl algılıyorsam; konunun ne olduğunu bile hatırlamadığım bir sebepten, biraz da özentiden erkek arkadaşıma tokat atıyor, hemen geri karşılığını alıp hayatımdaki ilk ve tek gerçek tokatı yiyorum. Bugün ne o gün nerede olduğumuzu, ne tokatın sebebini, ne de sonrasında nasıl barıştığımızı hatırlıyorum ama aklımda o günden kalan tek duygu "aşağılanma duygusu" oluyor. O güne kadar ve şimdi düşününce hala o gün kadar hayatımda aşağılandığımı hatırlamıyorum.

Günlerce aklımın köşesinde asılı kalan şiddetin, tanıdık duyguların sebebi serilince önüme, buna maruz kalanların en azından neler hissediyor olabilecekleri beliriyor gözümde ve diyorum ki;

"Dünyada her üç kadından biri, hayatında bir kere şiddet görüyor ya da tecavüze uğruyor."... Yaşadığımız topraklardaki  eğitim düzeyini, toplum yapısını, yasalarını, dayak cennetten çıkmadır atasözleri ile yetiştirilen insanlarını göz önüne alacak olursak, bu sayının, Türkiye'de dünya üzerinde yapılan istatistikten çok daha fazla olduğuna kalıbımı basarım...

Düşünün ki tanıdığınız, karşılaştığınız, birlikte iş yapıp, yanınızda çalıştırdığınız kadınların bir kısmı alenen veya gizlice hayatlarını, öfke ile, korku içinde, utanç duyarak ve değersizlik hissi ile geçiriyor. Düşünün ki bunu yaşayan kadınların çocukları, bu vahşete şahit oluyor ve hatta bizzat maruz kalıyor. Düşünün ki elleri kolları bağlı zannediyor bu kadınlar kendilerini, çaresizlik göbek adları oluyor. Sırf annesi üzelmesin diye kendini paralayan 4 yaşındaki çocuk bile öfke duyup yediği şaplağa, can acıtmak istiyorsa, kocaman kadın ister mi böyle yaşamayı? Ama karşı çıkamıyor, korku önlerini kesiyor, dur diyemiyorlar. Öylesine bir korku ki bu, damarlarından zerk edilmiş; herzaman herşeyi yapabilir beklentisi, hiç bitmeyen bir yürek çarpıntısı gibi. Düşünün ki bu kadınların acıyan yanları etleri değil ruhları. Kanayan yerleri dudakları değil kalplerinin derinlikleri. Ayaklar altına alınan çelimsiz bedenleri değil, gururları. Tekme atılan yerleri bögürleri değil, çok daha derinlerde özgüvenleri. Kırılan yerleri kemikleri değil, geleceğe dair ümitleri, hayalleri. Düşünün ki bu kadınlar ve çocuklar, en güven duymalari gereken yerde, evlerinde; huzursuzlar, uykusuzlar, mutsuzlar.
Kafese kapatılmış gibi çaresizler...

Ve yine diyorum ki:

Siz ki dışarıdaki dünyadaki başarısızlıklarınızın, kayıplarınızın, al aşağı edilmiş gururlarınızın acısını evdeki karınız ve çocuklarınzdan çıkarıyorsanız; en büyük beceriksiz, çok büyük ezik ama daha da önemlisi "hastasınız", gidip profesyonel bir yardım alın!
Siz ki paranıza, sosyal statünüze, sağladığınız hayata güvenip, karınız, çocuklarınız üzerinde herşeyi yapabilme hakkını kendinizi görüp, onlara el kaldırıyorsanız; en büyük karaktersiz, çok büyük zavallı  ama daha da önemlisi "hastasınız", gidip profesyonel bir yardım alın!
Siz ki bu ailenin direği de, reisi de benim, ister severim, ister döverim diyorsanız, en büyük güçsüz, çok büyük sadistsiniz ( bu kategorideyseniz bu kelimenin anlamını bilmiyor olmanız muhtemel, bir sözlüğe bakın) , kisacası "hastasınız", gidip profesyonel bir yardım alın!
Nerede okuduğunuz umrumda bile değil, isterseniz Harward mezunu olun, kendinizi kaybedip evdeki karınıza, çocuklarınıza el kaldırıyorsanız; en büyük cahil, çok büyük sahtekar, ama daha da önemlisi "hastasınız", gidip profesyonel bir yardım alın.
Siz ki içkiyi adabı ile içemeyip, damarlarınızda dolaşan alkol ile ortalığa saçılan bastırılmış duygularınız, birilerinin tenine dokunuyorsa; çok büyük aciz, en büyük alkolik ve siz de "hastasınız", gidip profesyonel bir yardım alın.
Kendi yediğiniz haltlara bakmayıp siz ki namus adına, töre adına, din adına kaldırıyorsanız o elleri; en büyük yalancı, çok büyük günahkar ama daha da önemlisi "hastasınız", gidin profesyonel bir yardım alın.

Yani demem o ki; sebebinizin ne olduğu önemli değil benim için. Kalkıyorsa o eller, dokunuyorsa başka tenlere, iz bırakıp anılarda, yaralar açıyorsa ruhlarda, kendinizi inandırdığınız veya başkalarını kandırdığınız gibi bir kişi değil, açık açık yazıyorum; HASTASINIZ! GIDIP PROFESYONEL BIR YARDIM ALIN!

Burası yazmakta en zorlandığım bölüm ki; siz ki bir kadının, bir çocuğun üzerine abanıp, zorla kendisine sahip olutyor ve tacizde bulunuyorsanız, direk söylüyorum, midemi bulandırıyorsunuz. Çok büyük bir sapıksınız, gidip kendinizi bir yere kapattırın, INSAN DEĞILSINIZ!


Ve hanımlar, çocuklar; kimsenin size bunu yapmaya hakkı olmadığını, ne olur hatırlayın istiyorum. Başınıza gelenler ne sizin yaptıklarınızla alakalı, ne de yapmadıklarınızla. Ruhlarınızı acıtanlarda sorun, siz de değil buna inanın istiyorum. Ağzınızla kuş tutsanız, unutturamazsınız onlara ezikliklerini, güçsüzlüklerini, bastırılmış duygularını. Bildiğiniz hasta bu insanlar, devası da sizler değilsiniz. Korku içinde yaşamayın artık. Korkmayın, boyun eğmeyin, devlet uzatmıyorsa elini, uzatacak eli bulana kadar aramaktan vazgeçmeyin!

Ağızlardan dökülen zehir zembelek sözler ve dengesiz hareketlerle insanların ruhları yeterince acıyor zaten; bir de sürmeyin o pis ellerinizi üzerlerine! Kadına, çocuğa, güçsüze, kısacası komple ŞIDDETE HAYIR! 


ONEMLI NOT : Dünya çapında ve bir çok ünlü kişinin de destek verdiği ONE BILLION RISING adında bir kuruluş, 14.Şubat.2013 tarihinde dünyanın dört bir köşesinde, Kadına şiddete hayır için, sadece dans ederek gerçekleştirecekleri bir protesto organize ediyorlar. Bana mektup atan hanımlar bu organizasyonun Kocaeli subesindendir. Kendilerinin facebookta ONE BILLION RISING/KOCAELI adında bir sayfaları bulunmaktadır. Bu proje için kısa metrajlı bir film çekmek istemektedirler ve sizlerden "şiddet denilince aklınıza ilk gelen cümleleri söyleminizi" istemektedirler. Benim cevabım bir cümleyi geçti ama belki sizlerde bu yazının altına bu isteklerini yerine getirerek, bu kanayan yaraya bir katkıda bulunabilirsiniz! Belki sayfalarını da ziyaret edip, daha da büyük destekler verirsiniz.

Hanımlar geri dönüşüm bu yazıdır, umarım yardımı dokunur.

Sevgiler


Fotograf : http://instagram.com/p/QxI0wnMaAa/ by ERAY KIRMANLI