29 Mart 2012 Perşembe

GITMEDEN HEMEN ONCE # 82 "Son Sigara"


Yaptığım iş ve sürdürdüğüm mobil hayatım sayesinde abartısız neredeyse hergün yeni biri ile tanışıyor, birileri ile konuşuyor, bir şeyler paylaşıyorum. Sahip olduğum metabolizma, damarlarımda akan kan gibi kafayı da hızlı çalıştırıyor, hızlı algılıyor, hızlı cevap veriyor, birini dinlerken bir diğerine de laf yetiştirebiliyorum ya genel kanı IQ um yüksek olduğu yönünde ve hakkımda ilk dile getirilen şeylerden biri bu oluyor ama aslında çok yanılıyorlar. Şimdiye kadar hiç bu konuda test yaptırmamış olsam da çok normal bir seviyede bir IQ'ya sahip olduğumu biliyorum. Hatta zaman zaman olaylar karşısında verdiğim tepkilerden dolayı vasatın bile altında bir zekaya sahip ve "dünyadaki zeki görünümlü en gerizekalı insan"olduğumu düşünüp sıkça kendimle dalga geçiyorum. Diğerlerini kandıran, beni de kurtaran gerçek ise IQ'um değil de EQ, duygusal zekamın normalin üzerinde olması. Aslında her türlü insanla çabuk iletişime geçebildiğim için söylediklerini çabuk algılayabiliyor ve tanrının bana bahşettiği en büyük hediyesi hissiyat ile işlerimi, ilişkilerimi yönetiyor, sonuç alıyor; EQ'nun nimetlerinden gani gani faydalanıyorum.

İş böyle olunca, kafama koyduğumu yapıyor, tuttuğumu koparıyorum gibi görünüyor ama o zaman da başka bir yanılsamaya sebebiyet verip, "iradeli bir insan" olduğum kanısını oluşturuyorum ki aslında bu da külliyen yalan, zira iradenin meziyetlerim arasında sayabileceğim bir şey olmadığını biliyorum. Çünkü ben tutku ile bağlandıklarımı veya azılı bir şekilde alıştıklarımı öyle bir kalemde silemiyor, yapmazsam bana iyi geleceğini, bırakmazsam faydası olmayacağını bildiğim şeylerden, öyle sade irade ile vazgeçemiyorum.

Bırakmak iyi olduğum bir konu değil benim; ne sevdiğim adamı bırakabiliyorum, ne de bir işi yarıda...Ne günde küp küp tükettiğim şekeri bırakabiliyorum, ne de günde neredeyse bir pakete varan sigarayı...

Bırakmam gereken şeyleri ve bırakmazsam olacakları gayet iyi biliyorum, zekam ile ilgili atıp tutuyorum da gerizekalı da değilim tabii ama yine de işte yine de sanırım sadece düşüncesi ile bile bir yoksunluk hissine kapılıyor, göbek adım direnç ile iradeyi her seferinde alt ediyor, sonunda da beceremiyorum.
Ama artık bu durumdan da gayet sıkılmış olduğumdan, yine verdim karar, bırakılması gerekenleri bırakıyorum. Işe de sigara ile başlıyorum; yarın atlıyorum arabaya, Ankara'ya gidiyorum ve 1278.ci denemem de olsa sigarayı bırakıyorum.
Önce sigarayı bırakıyorum, sonra şekeri; yaptım programı, yoksunluklarını da haftada 3 pilates, 2 yüzme ile kapatıyorum...

Bunu da buraya yazarak, bangır bangır ilan ediyorum ki, bu konuda akıllara zarar reputasyonum olduğundan, harcanan bu kadar efor, zaman ve paraya rağmen bir daha elim o sigaraya giderse utanacak bir sebebim olsun...

Hadi bakalım Ankara, Dr. Nezih ve Ece Hanım, ehh o kadar gitmişken bir de Anıtkabir beni bekler...Gideyim sigarayı bırakıp döneyim...


Fotograf; Last One @ Cihangir by DEN
Müzik ( yazarken ); Sigara by SEBNEM FERAH :)








27 Mart 2012 Salı

BREUIL-CERVINIA


Hahahahayttt yendim seni KORKU...

Big Bear'in küçük tepesinde ateş gibi düştüğün içimden, Alplerin zirvesinde fırlatıp attım seni dışarı; buhar olup, belki de kuşlara yem olup, kaybolup gittin.
O kadar kayboldun ki; ne, daha dağ yolunda araba ile yukarı tırmanırken başlayan yükseklik korkusu kaldı, ne de deli işi demir halata bağlı küçücük kutular içindeki kalp çarpıntıları. Ben çıkıp da bıraktım ya kendimi o 3500 metreden aşağıya, peşi sıra gelen ayak izlerim gibi sen de geride kaldın, bittin...

Bir şeye karar verip, onun peşinden giden ve en çok da aksiyona geçen tarafımı seviyorum... Sabırsız ve herşeyin hemen olmasını isteyen bir yapım var ya, bekleyemeyeceğimden bir sene daha; baharın ilk gününe sıcacık bir güneşin masmavi bir gökyüzünde parıl parıl parıldadığı, mis gibi bir havada, bembeyaz karların içinde girdim.
Dört tarafı 4000 metre dağlarla çevrili, insanları güzel, havası güzel, doğası muhteşem Cervinia'ya gittim (21-23 mart)...
Sardım hiperaktifi Ertan'ın başına, 3 günü, sabahtan akşama, tanıdığım en şahane hoca Luca ile adım adım yukarı tırmandım, güldüm, eğlendim, oksijen sarhoşu oldum. Her gün biraz daha cesaretlenip, sonunda da korkunun yönettiği korkuları atıp bir kenara acayip keyif aldım.

O kadar güzel bir üç gün geçirdim ki Cervino dağının eteklerinde, dönmek istemedim. Evime bu kadar yakın cennet gibi bir yer varken, bütün kış daha önce gelmediğim ve kaybettiğim zaman için pişman oldum. Hep söylüyorum ya korku çok kötü bir şey, bizi yaşayabileceğimiz güzelliklerden uzak tutar diye, işte tam olarak bir kere daha ne kadar haklı olduğumu anladım.
Üstüne gidip, atıp kurtulmak lazım ne kadar karın ağrıtan his varsa içimizden. Tanrı'dan başka hiçbir şeyden korkmayacak kıvama gelip, özgürce yaşamak lazım.

Düşünüyorum da becerebilsem korkmamayı neler yapardım diye, aklıma ardı ardına bir sürü şey getirip, sadece düşüncesi bile heyecanlanıyorum.
Anladım ki benim adrenalinim özgürlük. Her yapamadığım veya yapamacağımı düşündüğüm şeyi yaptığımda kendimi daha da özgür hissediyor ve yapabileceklerimin sınırını genişletip daha da ileri gidiyorum.

Sözün kısası acayip keyifli, rüya gibi bir 3 gün geçirip, acayip gaza gelip döndüm Istanbul'a.
Aynı gazla da kafamda ki projelere daha bir sıkı sarılıp, koyuldum harıl harıl çalışmaya.
Yaşam kısa, daha yapacak çok şey var, süreyi olabildiğince uzatmak lazım mantığı ile korku gibi çıkarıp atmak için sigarayı hayatımdan doktordan randevumu aldım, yeniden pilatese, yüzmeye başladım...

Yine içim kıpır kıpır, bahar geldi, korku gitti, heyecanlı heyecanlı, biraz avare dolanıyorum ortalıkta...şahane...


Fotograf; @ Plateau Rosa by DEN
Müzik ( yazarken ) ; Margherita by MASSARA ( 1979) - ilk defa yazarken böyle ritimli bir müzik kullandım, bu da enteresan :)







19 Mart 2012 Pazartesi

GITMEDEN HEMEN ONCE # 81


Yanıbaşımda bambaşka bir hiperaktif, kafamda dün gece partide yaşanan olay uçağa gitmeyi ve bindiğim gibi uçağa uyumayı bekliyorum; zira dün gece nerdeyse hiç uyumadım ve o uçaktan inmeden kendime gelmem, dinlenmem lazım. Bu kafa ile önümüzdeki 6 günü en sağlam hiperaktiflerden biri ile geçireceğimi düşünmek birden öyle çok da eğlenceli gelmedi ama yapacak birşey yok, çıktık yola bir kere....

Neyse yorgunluğumu atınca, oraya varınca herşey değişir nasıl olsa...Hem yarın destek güç Ertan da geliyor; bugün ve yarını atlatınca çarşambadan sonrası zaten keyif olacak...

Veee Tanrım sen ne büyüksün! Hala seni şaşırtmaya devam ediyor olacağım ki, hala girmeyen aklıma girsin diye hala cebinden çıkarıp önüme bıkarıyorsun ve sabrınla da sen de beni şaşırtıyorsun.
Biliyorum bahşettiğin akla ihanet ettiğimi düşündüğün zamanlar oluyor ama ne yapayım; bu akıl ile bir de kalp vermişsin...

Ben en iyisi kalkıp uçağa gidip, biraz uyuyayım; çünkü yorgunluktan yazamıyorum bile....


FOTOGRAF: alba by DEN
MUZIK ( yazarken ) : gymnopedie No 1 by ERIK SATIE

16 Mart 2012 Cuma

Kıpır Kıpır


Genova'da ki külkedisi halimden öğrendigim bir şey var ki bir kova su ile biraz sabunun temizleyemeyeceği hiçbir şey yok.
Keşke içimiz kirlendiği veya bulandığında da sıvayıp kolları, su ile sabuna sarılabilsek. Keşke var gücümüz ile bir güzel ovalasak ve akıtabilsek tüm kirleri. Ya da keşke kırmızı ışıkta duraksadığımızda, garfiled gibi cama yapışıp, başında dakikalarca otomatige bağladığı hayır dualarını, birşey koparamayacağını anladığı anda ise tüm samimiyetsizliğini çirkince dışa vurarak ardı ardına beddualarını sıralayan dilencinin sesini bastırsın diye sonuna kadar açtığımız gibi stereonun sesini, duymak istemediklerimize kulaklarımızı tıkayabilsek, keşke görmek istemediklerimize gözlerimizi kapayabilsek. Ama hayatta böyle yürümüyor tabii işler...

Yürümüyor yürümesine de son zamanlarda kendimde farkettiğim bir şey var ki, mis kokulu sabunlar, bangır bangır çalan şarkılar gibi işe yarıyor; duymak istemediklerimi duyup da geçmemi, görmek istemediklerime boş gözlerle bakmamı sağlıyor.
Çünkü şöyle bir gerçek var ki içimi kıpırdıtıp beni heyecanlandıran yeni bir şeyler bulduğumda focusum değişiyor ve farkettim ki ben tanıdığım, çok tanımasam da bir şekilde karşılaşıp sohbet ettiğim hatta hiç tanımadığım insanların bile heyecanlarından ve hayalinin peşinden gidiyor olmasından positif etkileniyor, onları kendi hayatıma taşıyor ve geleceğe dair ümitleniyorum.

Enteresan bir şekilde çok önemli bir döneme girdiğimi ve sanki uzun yıllardır biriktirdiğim, geliştirdiğim projelerimin tek tek saklandıkları yerlerden çıkıp, hepsinin aynı anda gerçekleştirilmeyi beklediklerini hissediyorum. Hissettikçe heyecanlanıyor, heyecanlandıkça fikir üzerine üzerine fikir üretip, çeşit çeşit insanla görüşüyor, yepyeni yüzlerle tanışıyor ve  hangisini hangi sırada yapılması gerektiğinin hesaplarını yapıyorum. Kafamın içinde dönen her bir projeyi aynı zaman dilimi içinde, aynı itina ile çalışıyor, her birinin aynı mükemmellikte çıkması için en küçük bir ayrıntıyı bile gözden kaçırmamaya çabalıyorum.

Her ne kadar, daha neredeyse bir bebe iken hayal ettiğin işi yaparsan yap, 15 seneden sonra çokça sabrını ama en kötüsü de o seni hiç terketmesin istediğin çaylak ruhunun heyecanının birazını malesef kaybediyorsun. Işte en çok da bunun için koydum bütün fikirlerimi, hayallerimi, projelerimi önüme, Derin'in üzüme diktiği gibi koca gözlerini, ben de diktim gözlerimi kaçmasınlar diye onlara bakıyorum.

Çok acayip şeyler olacak; hissediyorum ve bunun için çok heyecanlanıyorum.
Hadi bakalım hayırlısı!



visitors; Pier Paolo, Laura




FOTOGRAF; 36 Üzümün Gözünden Derin http://instagr.am/p/obLrU/ by ZEYNEP MATRAS
MUZIK ( yazarken ); Mr. Bojangles by ROBBIE WILLIAMS








13 Mart 2012 Salı

Akıllı Kadın


Bazen bir şeyi yapmayı çok ister, gerçekleşse olabilecekleri son detayına kadar hayal eder, peşi sıra hayaline kaptırır kendini gerçekten olmuş gibi heyacanlanırsın. Saatlerini, gecelerini hatta yıllarını geçirirsin aynı tek bir hayalin detaylarını kurgulayarak. Zaman geçer, sen büyürsün, yaşanmışlıklarla fikirler ve vizyon değişir ama o tek bir hayal, aklının bir kenarında, kalbinin bir köşesinde olduğu gibi kalır, seninle yola devam eder.  Içinde de yapabileceğine dair çok büyük bir inanç ve yeterli beceri olduğunu hissedersin ama yine de yüreklendirilmek, dışardan biraz itiklenip, destek görmek ister, doğru zamanın gelmesini beklersin sabırla...

Bazı arkadaşlar vardır uzun sessizliklerinde huzur bulur, diğer bazılarının saatler süren, her konudan dem vurduğun sohbetlerinden bilgiye olan iştahın kabarır, beslenirsin.

Bazı adamlar vardır; adam gibi adam dersin. Duruşları, fikirleri bellidir. Konuşursun dinler. Sormazsan fikrini söylemez, söylediyse bir kere sonradan ağız değiştirmez. Bakar, bekler sorunlar karşısında ani hareket etmez. Yaşamın anlamını sorgular, kendine olan arayışı bitmez; çünkü bilir ki değişmeyen tek şey değişimdir ve her değişimde yeni bir ben vardır bulunması gereken, pes etmez. 

Bir de benim gibi akıllı kadınlar vardır; herşeyin şuursuzca tüketildiği günümüzde, bu korkunç düzene kaynak sağlamakta en baş rolü oynayanlardan biri olmasına rağmen, çocukluğundan beri en büyük yatırımı arkadaşlarına yapar. Yukarıdakiler gibilerini buldun mu emek verir, kıymet, sevgi verir, sonrasında da oturur bir güzel meyvesini yer. 
Bildiklerinden bu arkadaşlar onun ciğerini, hayallerini her yeri geldiğinde itikler, yüreklendirir, kendileri ve bilgileri ile beslerler...O da biraz keyifli uzun sohbetin biraz da yuvarlanan rakıların tatlı sarhoşluğuna rağmen oturur beyaz sayfanın karşısına yine yazar. 

Canımsınnnnn Yavuz... 


visitor; Bigi


FOTOGRAF; Tucan@Iguassu by DEN
MUZIK ( Yazarken ) These Streets by PAOLO NUTINI







12 Mart 2012 Pazartesi

ZEYNEP DOĞUKAN


Al işte yeniden o nasıl bir sabaha uyanacağını bilmediğin, aldığın bir haberle hissettiğin, söylediğin,yazdığın, isyan ettiğin herşeyin birden anlamsızlaştığı, kafanın karışıp afalladığın günlerden bir tanesi daha.
Bazen kafalarımızın almadığı, anlayamadığımiz o kadar acayip bir düzen var ki yukarıdan yönetilen; çok değil daha birkaç saat önce "hey sen! hayat kısa da o kadar da değil" ahkamını sana itina ile yedirip yutturan, hayatını ve gidişatını acımasızca sorgulatan, dert ettiklerinin dert olmadığını sert bir tokat gibi yüzüne vurup, içine çığlık çığlık bir sessizliği ve kafana geçmişten görüntüleri lök gibi oturtan birgün bugün.

ZEYNEP DOĞUKAN; 36 yaşında, genç bir kadın, benim liseden sınıf arkadaşım ani bir şekilde ölmüş dün...

O kadar garip, o kadar anlamsız ve olamayacak birşeymiş gibi geldi ki haber ne hissettiğimi bile anlayamadım; sabah oturdum uzun uzun onu düşündüm. Liseden sonra belki de hiç görmediğim ender kişilerden biri olduğu için gözümün önünde 16-17 yaşlarında sessiz, sakin ama her daim sıra arkadaşı Ayşe ile kikirdeyip, oval gözlüklerinin arkasında gözlerinin içi gülerek bakan, rengarenk atkıları ile çiçekli basma etekler giyip, bez çanta taşıyan küçük bir kız belirdi gözümde. Bunca senedir görmemiş olmama rağmen en net sesini hatırladım.

Taşıdığı ruhun arınması neden bu kadar kısa sürdü bilinmez; geride kalan ailesini, varsa sevgilisini veya kocasını, ona canımmmm diye sarılan can dostlarını ve nasıl hissediyor olabileceklerini düşündüm, içim ezildi çok feci. Her ölümde akıttığımız göz yaşlarımızda biraz da kendi senaryolarımız olduğundan, geride kalanların hallerini hayal bile etmek istemedim, korktum. Acaba onu bir şekilde yarım bırakan, kalbini kırıp canını acitan birileri var mıydı ve varsa, garibanım nereden bilsin olacakları, o kişinin bu yükü nasıl taşıyacağını, bunun hayatını nasıl etkileyebileceğini merak ettim, üzüldüm.
Her ölüm haberi kötüdür de daha yapacak, hayata katacak çok şeyi olan, yıllarca aynı dört duvar arasında, aynı sıralarda, aynı korku ve güzellikleri yaşadığın, bir şekilde hayatından geçmiş, ona dokunmuş gencecik birinin ölüm haberini almak çok kötü, gerçekten aptallaştım.

Yine hayata dair birşey bilmediğimi kabul ettiğim birgüne uyandım bugün; bizim başımıza gelmez diye düşünüyoruz ama belki de hayat gerçekten çok kısa. Onun için kırmamak, kimsenin canını yakmamak, fazla ahkam kesmemek; başımıza gelenleri de yukarıya havale etmek lazım...

Ruhun şad olsun Zeynep, gittiğin yer ferah, dönüşün muhteşem olsun! Yukarıdan ailene göz kulak ol gözünü seveyim....


visitor; Lobsang


Müzik ( yazarken ) ; Un'altra corsa by PAOLO BUONVINO



11 Mart 2012 Pazar

KIZDIRMAYIN BENI


Hava eksi 5 derecede bile olsa, giyilecek ise o elbise altına 12 pontluk louboutinler, hiçbir güç bana çorap giydiremeyeceğinden çıplak bacakları gören istinasız herkes, bazen şaşırarak bazen de yadırgayarak "üşümüyor musun" diye sorar ve ben de istisnasız her seferinde " üşüyorum elbet, biyonik değilim ya ama gel gör ki susuzluk hiçbir şey, imaj herşey" diye cevaplarım, gülüşürüz hepberaber.

Gülüşürüz ve mutlaka üzerine bir de geyik döndürürüz ama aslında ben ciddiyimdir ve önemlidir bu imaj meselesi; zira kendimizi ortaya koyuşumuzdur.
Her şart ve koşulda, herkese ve hayata karşı duruşumuz, kendimizi gösterme şeklimizdir imaj.
Onun için ya olduğun gibi görüneceksin ya da göründüğün gibi olacaksın ki durumlar karşısında çelişkili hareket sergileyerek zedeleyip imajı, akıllarda soru işaretleri bırakmayasın.

Kızgınlıksa kızgınlık, acısı ise acı neyse işte yaşadığın; her daim yaşının, konumunun, tecrübelerinin gerektirdiği gibi davranıp, yapman gerekeni asaletini bozmadan yapacaksın. Çocukluk yaşları çok geride kaldı artık, hayat da kısa ama o kadar  da değil olduğundan ne zaman kendini geri çekmen, ne zaman durman gerektiğini bilip, tırmalamaman gereken yerde çok da ısrarcı olmayacaksın ki "yuhhh! bu kadarı da fazla artık" dedirttimeyip, komik duruma düşmeyecek ve daha önceleri yarattırdığın düşüncelere ihanet etmeyeceksin.

Ne ise derdin, kendi kendine kuyruğunu sıkıştırmış kedi misali hırçınlaşmayacak, düşüncesizlik boyutuna geçip, daha fazla insanların kalbini kırmayacak, onları daha da fazla kızdırmayacaksın.

Off be Istanbul, ne güzel keyfim yerinde, ruhum hafifti; gelir gelmez, daha ayağımın tozu üzerinde böyle can sıkılınır, insan bu kadar kızdırılır mı?
Hah "düzgün kızmış"! Bilirim ben, gördük ve halen görüyoruz o düzgün anlayışını da konumuz o değil...Mesele düşüncesizlik, mesele cüret, mesele yaşananlara şimdiye kadar yapılmış en büyük ihanet!


visitor; Lobsang




FOTOGRAF ; Seb-i Arus http://instagr.am/p/ZeF0R/  by BEBISH
MUZIK ( yazarken ) ; Sultanım by RAHMAN ALTIN



5 Mart 2012 Pazartesi

CROWN


Azra (eski crown) blogda artık takma ad kullanmıyor olmamdan mutsuz olduğunu; kendini güzellik yarışmasında birinci olmuştu da peşi sıra ortaya çıkan sansasyonla tacı elinden alınmış eski bir kraliçe gibi hissettiğini, tacını geri istediğini söyledi dün gece...Kahkahalarla güldüm tabii dakikalarca telefonda ve hatta şuanda bile yazarken gülüyorum.

11 yaşımdan beri tanıyorum Azra'yı ve Italyan Kız Ortaokulu'nun o büyülü, güvenli sıralarında tanıştığımız ilk zamanlardan beri de çok yakın arkadaşız; gerçi lisedeyken bu arkadaşlığa 3 sene bir ara vermişliğimiz vardır ama bunun dışındaki tüm dönemlerde, hep hayatımda ki en yakın arkadaşlarımdan biri, hatta arkadaştan öte kızkardeşim, kendinden beklenmeyecek bir şekilde benden büyük olmayı kabul ettiği için babamın 4.cü kızı olmuştur.
Bunu yazarken hiç abartmıyorum, ki onca seneden sonra bile hala nasıl olabilir böyle birşey diye düşünüp, şaşırdığım anlar oluyor; Azra beni koşulsuz şartsız, karşılıksız sevdiğini bildigim, hissettiğim ailem dışındaki ilk insandır.
11 yaşımızdan beri birbirimizi tanıyoruz, hayatının 17 senesini Türkiye dışında yaşamış olmasına rağmen, 11 yaşımızdan beri devamlı dipdibeyiz, 11 yaşımızdan beri yaşadıklarımız ve yaşadıklarımızın bizlere hissettirdikleri hakkında bilmediğimiz hiçbirşey yok. Hal böyle olunca zaman zaman birbirimizi boğduğumuz, sınırı aşıp çok ileri gittiğimiz ve hayatlarımıza destursuz mudahale ettiğimiz anlar oldu, oluyor, olacak elbet ama işte öyle acayip bir sevgi ki bu "karşılıklı karşılıksız" belki de başka hiç kimseye gösteremediğimiz müsamayı gösterip, hayata dipdibe devam ediyoruz...

Bazı kadınlar vardır, dişilik fışkırır ağzından, burnundan, kulaklarından; işte Azra onlardan, buram buram kadın kokanlardandır.  El bebek gül bebek büyütülmüş olmanın umarsız ve şımarık etiketi yapışıp kalmışsa da üzerine, tanımayana verdiği o ilk intibanın aksine dünyada tanıdığım en anaç, en yumuşak, en verici insanlardan biridir ki ben çok insan tanırım. Bıçak gibi keskin dili ile buz gibi estirse de ortamı zaman zaman, iyilikten başka birşey yoktur içinde. Dini de Allah'ı da sevgidir onun. Kimseyi kırkmak istemez, kimseye kin beslemez, kimsenin kötülüğünü istemez, istemeyez. En canını yakanı bile affeder, hep iyi olmasını diler. Ne problemi sever, ne de onlarla başetmeyi, zamana havale eder. Eğlenmek, gülmek, güzellikler ister.

Azra benim için koşulsuz sevgi, hiç kesilmeyen güç kaynağı demektir...Elimi kessem canının yanacağını, 37 saat konuşmadan dursam sessizliğinde huzur bulacağımı, ne kadar delirirsem delireyim beni sakinleştireceğini bildiğimdir. Azra evde kafasında gelinlik tacıyla temizlik yapacak kadar çatlak, oğlunu maniple edip yaşımızı küçük göstertecek kadar komik; sevgisi ile harika bir oğlan çocuğunu hayatımıza sokacak kadar yaratıcıdır. Azra en çoook, karşılıksız ve olduğu gibi sevdiklerimdendir, vazgeçilmezlerdendir.

Onun için bu satırlarla kendisine elinden alınmış tacı için üzülmemesini, zira mevzu bahis tacın onun ruhuna işlenmiş, ensesine  kazınmış olduğunu hatırlatıp, kimsenin onu kolay kolay elinden alamayacağını söylemek istiyorum.

Azra hadi yine de gönlü olsun crown, kaptırdığı tacı icin üzüledursun; ben de kaybettiğim iştahım için endişeliyim bugün. Bu sabah uyanıp da dün bütün gün sadece ve sadece bir küçük paket patates cipsi yediğimi farkettiğimde, hayatımda ilk defa yemek yeme düzensizliğim için endişelendim. Hemen koşup aynada yüzüme baktım ama allahtan betimde benzimde bir gariplik yoktu. Biraz zayıfladım son zamanlarda ama yazın keyfi ile alınan kiloların dışında öyle extra bir kayıp yoktu rahatladım biraz ama yine de hoşuma gitmedi ruhumun oynadığı oyun.

Önceleri yaşanan her hayalkırıklığın ardından biraz kendine dönüp, kapanmaya, biraz hayattan elini ayağını çekmeye alışkın ruh, bu sefer herşey normalmiş gibi kaldığı yerden devam ediyor olmasını kabullenemiyor ve arıza çıkarmaya çalışıyor aklı sıra anladığım kadarıyla ama onu da dinlemiyorum artık. Onun için apar topar kalkıp supermarkete gidip alışveriş yaptım bugün. Kendime en canım istemediği zaman bile yiyebileceğim şeyler ve bolca muz aldım. Üşenmedim kendime ton balıklı makarna yaptım bugün ilk defa; korkumdan sabahtan beri 2 koca mortadellalı sandiviç, makarna ve 4 tane muz yedim.

Şimdi de bütün bunların üzerine mis gibi kokulu bir türk kahvesi yaptım, fincanı kapadım, köşeye kaldırdım, yarın Seda'nın gelip bakmasını bekliyorum. Evet yarın süpriz bir şekilde Seda geliyor ben de cok seviniyorum. Genova ona, o bana iyi gelir, bol bol dedikodu yapıp, yiyip içeriz....


FOTOGRAF ton balıklı makarna @ Genova by DEN
MUZIK *( yazarken ) Balkızın Aşk Baladı by RAHMAN ALTIN


* Videoyu seyretmeyin bence; sadece muzigini ve sozlerini dinleyin..sevmiyorum bu videoyu...sorry Rahman:(



4 Mart 2012 Pazar

Güneşi Gördüm


Ben de az acayip, arıza değilim ha...
Daha 15 gün önce, Uludağ'a kadar gitmişken kayayım diye ısrar üzerine ısrar eden Azra, Mine ve hatta Borga ile bile "hayır ya kaymak istemiyorum" diye didişip sonra Azat'ın korkusundan takınca kayakları ayağa bir daha çıkarmak istemiyor, nerede iki gün boşluk bulsam onu dağ programları ile dolduruyorum. Birşey hoşuma gidince, kafaya takınca sonuna kadar yapmak istiyorum.

En son 4 sene önce Big Bear'de takmıştım ayaklarıma kayakları; herşeyi yapabileceğime inancı sonsuz Azra'nın şuursuzluğu ile en tepeye çıkmış ve 5 saniye için "evet evet yapabilirim" diye düşünüp hemen arkasından bütün vücudumu ele geçiren korku ile paralize olmuş; bir iki denemeden sonra Azra'ya da ceza olsun diye onu bir jetski bulmaya yollamış ve bu kayak meselesini sonsuza dek kapamak üzere kayakları ayağımdan dağın tepesinde çıkarmıştım.

Korku ne kötü bir motivasyondur; hep geri adım attırır adama...
İçinden korku geçen hiçbir ilişki sonsuza dek sürmez, hiçbir iş başarı ile bitirilmez, hiçbir fırsat, fırsatmış gibi gözükmez, ellerinin arasından öylece kayıp gider.
Üçkağıtçı, maniplecidir korku; kafanın içine öyle düşünceler sokar ki yapmamak, bir adım daha atmamak icin tek bir mantıklı sebep bulamadığında bile "canım yapmak istemiyor, çok da meraklı olduğum birşey değil zaten, hayatım onsuz da gayet dolu, ihtiyacım yok" diye kestirip attırır, kandırır seni.
Nereden geldiği belli olmayan küçücük bir düşünce, beyninin içinde susturamadığın binlerce sese dönüşür. Sonra bütün vücudunu ele geçirip paralize eder, harekete geçemezsin. Işte ondan sonra dışardan gelen güven veren birinin söylediklerini hatta sesini bile duyamaz, uzattığı eli tutamaz öylece kalırsın. Ilerlemediğini bilirsin ama en azından yerinde kaldığına inandırırsın kendini ama öyle değildir işte; çünkü yerinde saymak geriye doğru atılmış en büyük adımdır aslında.

Ne kötü bir motivasyondur korku; panik eder adamı...
Ve bazında korku olan panik anlarında, acele ile alınmış her karar yanlış karardır. Belki başlangıçta sadece bir kararı almış olmak bile ferahlatmış, omuzundan bir yükü kaldırmış gibi hissettirir ama çok değil az zaman sonra ne yazık ki başladığın yere döner, pişman olur, bu sefer bir de almış olduğun yanlış kararın ağırlığı da yanında kar kalmış bir şekilde bir adım daha atarsın geriye. Ama dedim ya maniplecidir korku, ondan da geri dönme diye mutlaka kandıracak, gözünü boyayacak birşeyler bulacak, kandıracaktır seni.

Sözün kısası kötü bir duygudur korku. Bir kıskanmaktan bir de korkudan hoşlanmıyorum...
Madem yaşam deneyimledikçe, yeni duyguları, heyecanları tadınca zenginleşiyor, güzelleşiyor; madem hayat denen şey zaten sonu belli olmayan kısıtlı bir zaman, o halde bu korkuların tek tek üzerine gitmek ve içinden sonsuza dek atmak gerekiyor. Hata yapsak da, mutsuz olsak da sonunda, denemeden birşeyi geri adım atmamak gerekiyor.

Ben de işte tıkadım kulağımı kafamın içindeki düşüncelere, yeniden bıraktım kendimi kaygan zeminlere. Bu haftasonu tek başıma atladım arabaya, uzun zamandır Simone'nin anlata anlata bitiremediği Sestriere'ye gittim. Azra vize alamadı, Ertan'ın iş seyahati çıktı, Simone'nin hayatının inşaatının başinda durması, Antonella'nın Milano'da yoga haftasonuna katılması gerekti, gelemedi hiçbiri ama işte yılmadım kalktım gittim.
Ve çok da iyi ettim.Yurtdışında çok kayak tecrübem olmadığından, uzun uzun karşılaştırma yapamasam da çok güzeldi. Otel güzeldi, insanlar güzeldi, sistem güzeldi, hava çok güzeldi. Hatta o kadar güzeldi ki gerçekten güneşi gördüm!
Güneş içini ısıtıyordu, yüzünü gülümsetiyordu ama karları da eritiyordu; onun için kayak açısından çok parlak olmasa da bolca kitap okuduğum, bolca kendimi dinlediğim, tanımadığım insanların yabancı hayatlarını dinlediğim keyifli bir haftasonu yaşadım; hayatta bir adım daha ileri atıp, sıcak evime geri geldim.

Şimdi de oturmuş bir yandan toparlamam gereken evi, bir yandan da tanıdığım en şahane kadınlardan biri olan Ayferi'nin doğumgünü akşamının nasıl geçirdiğini düşünüyorum. Hayata şen kahkahaları ile bu kadar neşe katan, zor zamanında güzel sinesini bu kadar cömertce açan, bir ömürdür tanıdığım ve çok sevdiğim, star ışıklı kadının harika bir gece geçirmesini ve o yarım akıllının da salaklık etmeyip bu cevheri elinden kaçırmamasını diliyorum. Çünkü ben biliyorum ki o yarım akıllı da korkuyor ama korkusuna yenilirse çok pişman olacak, malesef kendisi henüz bunu bilmiyor :)

Iyi ki doğdun Ayferi, hep neşe ve ışık saç. Ben hamileyken hep yanımda ol ki bu tarafın çocuğuma da gecsin.



FOTOGRAF 49 sonunda güneşi gördüm @ Uludag http://instagr.am/p/HJxXTeweLl/ by ZEYNEP M.


MUZIK ( yazarken ) SIL BASTAN by SEBNEM FERAH







2 Mart 2012 Cuma

GITMEDEN HEMEN ONCE # 80 "Sestriere"


Bir insanın doğmadığı, büyümediği, hiçbir kan bağı olmadığı halde bambaşka bir ülkede kendisini evinde hissetmesi ne acayip bir duygu. Havaalanı kapısından adımını atar atmaz dışarı başka bir dünyaya değil de sanki evine dönmüş hissi ile hareket etmesi; tanıdık yüzlere selam vermesi, hiç tanımadığı yabancıların kulağına çalınan şakalaşmasını dikkatini vermese bile anlaması, arabaya atlayıp nereden gitmesi gerektiğini düşünmeden, nerelerden geçtiğini bile farketmeden evinin yolunu bulabiliyor olması ne harika bir duygu. Bir insanın radikal bir şekilde bir karar alıp, bambaşka bir yerde, ikinci bir hayat kurmaya karar vermesi ve istisnasız her seferinde bunun hayatında aldığı en iyi kararlardan biri olduğunu düşünmesi ne olağanüstü bir duygu.

Genova'ya her gelişimde, o evin kapısını her açışımda, sahil boyunca virajlı yollarında mini ile her kıvrılışımda, beni sevgiyle, neşeyle, küçük çaplı bayram havasında karşılayan onlarca arkadaşımla her karşılaşışımda bu duyguları yaşıyor, nasıl bir ruh hali ile varırsam varayım buraya mutlu oluyorum, huzur buluyorum.

Seviyorum burayı; havasını, denizini, ormanlarla kaplı dağlarını, begonvillerle kaplı bahçelerini ve en çok da gün batımını. Hangi mevsim olursa olsun o gün batımındaki mavi pembe renk cümbüşünü her gördüğümde boğaz köprüsünden her geçişimde yaptığım gibi, içimden "Tanrım ne büyüksün"diye geçiriyorum.
Yaşam ritmi, alışkanlıkları, anlayışları bizimkinden çok farklı bu içine kapalı ama meraklı şahane insanların arasında kabul görmüş bir yabancı olarak, hayatı saatte 40 km hızla yaşamaya bayılıyorum.

Ne kadar çok gelip gittiğin önemli değil, Istanbul'dan ve orada hayatını kolaylaştıran bir sürü şeyden sonra
onların kuralları ve mantıkları ile yaşamak başlangıçta o kadar kolay olmuyor. Kontratı imzaladığım o ilk günden evin oturmasına kadar geçen ilk aylar, neredeyse nasıl herkes ile didişdiğimi, nasıl en basit şey için bile bana göre büyük zaman kayıpları yaşadığımı ve isyan ettiğimi hatırlıyorum şimdi gülerek. Ama zamanla alışıyorsun işte. Sen onlara, onlar sana alışıyor, orta yolu buluyorsun.

Bugün bile hala, yorgunluktan ve biraz da leylalıktan yemeğe çıkarken yanlış anahtarı alıp da kapıda kaldığımda ve bizdeki gibi bilmem ne bankasının 24 saat hizmet veren çilingir hizmeti gibi hizmetler olmadığı için, o kapıyı açacak tek gücün itfayeciler olduğunu duyduğumda, servis mantığı bu kadar zayıf olan bir ülke nasıl oluyor da gelişmiş diye düşünmeden edemiyorum ama hemen pratik Türk zekamla evin yapımından kalmış tanıdık boyacı ve tesisatçı telefonlarını çevirip, tanıdık bir çilingir arama çabamın boşuna çıkması ve sonunda çağırılan itfayecilerin, çağrıdan 45 dakika sonra gelip kapıyı toplam 1,5 dakika içinde, tek kuruş para almadan ve salaklığını yüzünü vurmadan güle oynaya gittiğini gördüğümde yine iptidai görünen işleyen sisteme teslim oluyorum. Buarada Amerika'da yaşamış ve yaşamakta olan arkadaşlarımın bu satırları okurken yüzlerine oturan hınzır gülümsemeyi tahmin edebiliyorum ama burada ki itfayicelerin durumunun son derece sempatik ve eğlenceli olmakla beraber pek fantazilerdekiler ile alakası olmadığını üzülerek belirtiyorum:)

Velhasıl iyiyim burada; bana hissettirdiği mutlak özgürlük duygusu ve sunduğu imkanları ile mutluyum.

Ve şimdi bu duygularla küçük valizi hazırlayıp, sabahın erken saatlerinde 2 saatlik araba yolculuğuna hazırlanma zamanı...Sestriere, dağ beni bekler...Gideyim şu kayak meselesini halledeyim, kafayı dinleyip, gelip işimin başına döneyim...


visitor; Tamer(dynamo)
dinner; Simo, Gabriele, Paolo, Stefano


FOTOGRAF @ Bogliasco by DEN
MUZIK ( yazarken ) NOTTE by ARISA