26 Kasım 2009 Perşembe

Gitmeden Hemen Once ≠ 2

Hic bana uygun olmasa da aylar öncesinden ayarlandi biletler, hic ben gibi olmasa da aylar öncesinden ayarlanan seyahat icin heyecanlanildi ve sonunda cok sevgili dr.u'yu ziyaret zamani geldi.
Bekle beni New York geliyorum...10 koca yıldan sonra, büyük bir heyecan ve istek ile geliyorum hem de biraz sakin durmam, biraz uzaktan bakıp olaylara, en son dünkü (çok çalışmam lazım ≠ 4 ) timida mora'nında ani bombasından sonra, celallenmeden karar verebilmem icin sehri terketmek için en doğru zamanda geliyorum.

Zamanlama süper, ekip süper (e.e, y.e, dr.apo, dr.ozd,crown, turks), orada bizi bekleyen süper...2 yılı aşkındır orada olmasına rağmen, bir türlü ayarlanılamadığı ve benim için her Amerika seyahati crown'dan dolayı LA'ye olduğundan, malesef dr.u'ya bir türlü sıra gelmemişti. Ama durduk durduk hepimiz toplanıp dr.u'ya bayram ziyaretine karar verdik. Bekle bizi u'cum, bekle beni crown'cum, birazdan mahser gibi kalabalik havalanini terkedip, geliyoruz...

23 Kasım 2009 Pazartesi

Çok Çalışmam Lazım ≠ 3




Aklıma gelen başıma gelir...
Bakalım kaç kere daha bu cümle ile baslayacağım yazmaya.

Aklıma gelen başıma gelir, içim bir sıkkındı, birşeyler olacak dedim bugün, oldu tabii ki...Test ediliyorum, sabır testinden geçiriliyorum, o kocaman kocaman harflerle söylediklerimi gercekten yapabilecek güçte miyim diye deneniyorum.
O kadar güçlü müyüm peki gerçekten ??? Bu beden neyi ne kadar daha kaldırır hiç durup düşünüyor muyum? Söylediklerime gercekten inanıyor muyum?

Soruların cevabı belli de, yine aklını kullanıp, biraz geriye cekip kendini, kendinden uzaklaştırarak  sorunu her yönü ile görmeye çalışıp öyle harekete geçmek gerekiyor, biraz daha sabır göstermeyi gerektiriryor. Ya sabır deyip, sakin davranmak gerekiyor.

Aklına gelen başına gelir, herkesten herşeyi bekle ama gönlünü rahat tut, herşey olacağına varır, söylenenlerin ve yapılanların bir önemi yok, sen sakin dur, celallenme!

22 Kasım 2009 Pazar

Kıvırcık




Mutfaktan yukselen nefis bir pazar sabahı kahvaltısı kokuları yoktu ama yine de hafif puslu olmasına rağmen, dünden eser kalmayan güneşli bir pazara uyanmak için çok şahane bir rüya idi..
Son iki haftadır, birbirine laf sokmaya ve damarına basmaya calışmadan, adam gibi ve içten yapılan konuşmaların havasina çok uygun bir rüya.


Rumeli Hisarında, bir balıkçı teknesinden atlayarak iniyoruz, kolu belimde sımsıkı tutuyor beni. "Neşeli ve eğlenceli mi yoksa profesyonel, mesafeli bir kaptanı mı tercih edersin? " diyor, ben biraz düşünüp "mesafeliyi " diyorum ama kendisi "ben neseliyi" deyiverince " yani sen yanımdaysan ben de onu tercih ederim ama yoksan mesafeli iyidir" deyiveriyorum, yine en doğru ve mennun edici cevabı bulma cabasıyla.


Ellerimizi birbirimizden çekemeden ve ayrılmadan yürüyoruz sahil yolunda, Bebek'e doğru. Saçları dikkatimi çekiyor, kısa, düz ve seyrek. "Sen saçını mi kestirdin? " diye soruyorum, "yeni birşey deniyorum" diye cevaplıyor, cok hoşuma gitmiyor ama gördüğün önemli değil, içi önemli, sana nasıl hissettirdigi önemli diye telkin edip kendimi, kendimden gizlemeye çalışıyorum memnuniyetsizliğimi. Ona bir telefon kartı almak icin bir dükkana giriyoruz, ben almamız gerekenleri seçiyorum, bir diş fırçasını beğeniyor, "hoşuna gittiyse al diyorum" , paketi alıyor, açıyor ve fırçayı deneyerek dükkanın asma katına çıkıyor. Döndüğünde saçlar kendi saçları, kıvırcık ve uzun, çok güzel, gülümsüyorum o da bana gülümsüyor.


Eski tuhafiyeciler gibi herşeyin satıldığı bir dükkan burası, yukarı çıktığımda para ödetmiyorlar bana, diesel ile ilgili birseyler konuşuluyor, memnuniyetlerini dile getiriyorlar, birisi adri öldü diyor, önce idrak edemiyorum, onemsemiyorum haberi sonra panik olup telefonlara sarılıp, aramaya başlıyorum...




ps: fotograflar 2002 yapımı Swept Away filminin karelerinden, yukarıdaki cok yakışıklı adam ise Adriano Giannini ki bu karelerdeki halinin esas oğlan geconti'ye benzerligi inanilmaz. Ayrica filmin 1970 yapımı orjinal versiyonunda da bu rolu babasının oynaması başka bir sempatik durum....





Haaaa Simdi Anladim!




Ben kucukken annemin gunleri olurdu, 10-12 kadin biraraya toplanir, yer icer herhalde butun gun dedikodu yaparlardi, cunku hicbirinin cok parlak cocuklar yetistirmek disinda dunyayi kurtardiklarina sahit olmadim bugune kadar. Bilmezdim ne konustuklarini, umrumda da olmazdi zira bu toplantilar o zaman ki ben icin son derece skici, son derece gereksiz, son derece kastiriciydi.
Her daim titiz olan anne, o gun icin en az iki gun hazirlik yapar, yardimci kadin bir gun oncesi evi  bastan asagiya kaldirir, mutfakta hummali bir calisma olurdu. Agzinin sulari aktigi boreklere, coreklere, pastalara dokunmak soz konusu bile olamazdi; zannedersin eve, allah rahmet eylesin Prenses Diana tesrif edecek. Hersey mukemmel olsun diye cani cikan ve dogal olarak burnundan soluyan anneyi cekmek yetmezmis gibi bir de hopur hopur inanilmaz yemekleri goturen teyzelere sirin ve terbiyeli gorunme zorunlulugu vardi. Yakam pacam bir yerde dondugum okuldan, sanki yarim saat oncesine kadar butun gun beraber degilmisiz gibi, yakin arkadaslarimla konusmak icin telefona saldirma gudusu ile geldigim evde, tek tek herbirini opmek, okul nasil gidiyor, kacinci siniftasin simdi gibi gereksiz sorularina cevap vermek zorunda kalirdim; sanki cevaplarimla cok ilgileniyorlarmis gibi, sanki cevaplarimla hayatlarinda birsey degisecekmis gibi. Ama iste onlar ilgili arkadasmis gibi sorarlar ben de annemin uyumlu kucuk kizi olarak tek tek, hala bu yasimda da zaman zaman kullandigim, sahtekar gulumsemem ile cevap verir annemi utandirmaz, mutlu ederdim. Allahtan hem akilli hem de maharetlidir benim kizim takintisi yoktu annemin, oyle servis mervis yaptirmazdi, gerci, belki de onun gibi yapamam diye de riske girmek istememsinden de olabilir tabii, simdi pek emin olamadim aslinda:) Sonucta bu kadin evdeki yardimcidan daha cok calisan, kadinin gectigi heryerden bir kere daha gecen, kimseden memnun olmayip, kimseyi uzun sure evde barindirmayan turlerdendi. Simdi 65 yasinda ve hala ayni potansiyele sahip ama canim benim sanirim biraz gozu korktugundan, biraz da hepimizin dirdirindan cekindiginden elinden geldigince mulayim davranmaya calistiyor.

Ama zaman, buyumek garip birsey. Buyudukce bir kiz cocugu olarak annene daha cok benziyorsun, annenin o burun kivirdigi toplantilarini yapiyorsun ve cok egleniyorsun. Adi altin, bok pusur gunu olmuyor ama sen de o cok yakin hissettigin kucuk kadinlar ile rutin olarak toplanip, gun boyunca yiyip icip dedikodu yapiyorsun.
11 yasimizda tanisip, yillarca ayni dort duvar arasinda, ayni siralarda, verilen formata uygun uc asagi bes yukari ayni dalgada surf ettigimiz ikolu bir grup arkadasimla, yaklasik iki yildir olabildigince duzenli olarak toplaniyoruz. Anneminkinden tek farki ise bizde maharetini gosterme, onu parmagimda on marifet, iste ben boyle sapina kadar kadinim telasinin, hersey mukemmel olmali paniginin olmamasi, salt biraraya gelerek yargilanmayacagini, ayiplanmayacagini bilerek iclerin dokulmesi.
Cok kucuk ve gercek anlamda ev gibi bir okulda okudugumuzdan, hepimiz o yillarda otomatik olarak yakindik, sonucta bir avuc insan oldugundan herkes herseyi bilirdi ama lise sonrasinda uzun bir sure herkes kendi yoluna dusup, kendi telasi pesinden kosturdugundan ikili-uclu gruplar disinda boyle biraraya gelmedik. Onun icin ilk toplantilarda, istinasiz herkesin dile gelen hikayeleri bu kadar aciklikla anlatilabiliyor olmasi bir yandan cok dogal ama diger yandan da cok enteresan gorunmustu. Aslinda dusunursen cok da enteresan bir yani yoktu; sonucta 11 ila 19 yas arasi, o karakterinin oturdugu, hormanlarin costugu, ilk erkek arkadas krizlerini astigin, tam anlami ile aile icindeki guven ortamindan gercek dunyaya adim attigin o zorlu donemlerinde birlikte buyumek, karsindakinin gercek senin kim oldugunu bilmesiydi bu. Seni o donemden kalma aliskanlikla oldugun gibi kabul etmesi ve soylediklerinin altindan baska bir mana cikarma paranoyasi icinde olmamasi, ve bunun biliyor olmanin rahatligi icinde de aklina nasil geliyorsa, canin nasil isterse konusabilme ozgurlugu idi bu.

Iste yine o gunlerden biri idi bugun, 8 kiz toplanildi (simonpour, i.k.d, cumartesi, sipahilerin ortancasi, banu alkan, kedi, esmeralda ), abartisiz hic durmadan yiyip, icip, dedikodu yapildi. Aldatan kocanin akibeti ne olmaliydi, hasreti cekilen bebegi vermeyen kocaya ne yapilmaliydi, bu domuz gribi cilginliginda cocuklar okula gonderilmeli miydi gonderilmemeli miydi, ne istedigi belli olmayan ve kafasi karisik sevgiliyi allah bildigi gibi yapsindi da bu taraftaki ne yapsindidan  estetik ameliyatlara, sexe, dogum sonrasi sexe, rejime vs vs vs allah ne verdiyse konusuldu, acayip kahkalar atildi, kahkalara proseccolar eslik etti, sehre sis coktu, goz gozu gormez hale geldi, ucaklar kalkmadi, tek tek herkes "ehh hadi ama artik nerede kaldin diye"arandi ama bir turlu oturdugumuz o masadan kalmak icimizden gelmedi.
Gunun yildizlari ise tartismasiz B.Alkan'in, anasina bak kizini al, hayatimda gordugum en lokum veledi, 1,5 yasindaki hira ve simonpour'un elleri ile yaptigi, tadi damagimda kalan kisiri oldu.

Biliyorum artik annemin o toplantilara neden o kadar onem verdigini, neler konustuklarini. Kocalarini, cocuklarini, yemek tariflerini, iclerindekini konusuyorlardi, canlari nasil isterse, agizlarina nasil gelirse.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Kadim Dostum



Bazen susmak, susman gereken zamani ayarlamak lazim. Kas yapayim derken goze zarar vermemek, dinlemek ama sabir gosterip yorum yapmamak lazim; kendi dogrularinla yardim etmeye calisirken, niyet iyi de olsa kanayan yaraya, tuzlu parmagi sokup bastirmamak lazim. Bir yarari yok cunku, kisi istemedikce yada kendine gore dogru yolu dogru zamanda bulmadikca bir yarari yok. Oyle olsaydi crown hala bugun ayni dertleri yasiyor olur muydu? Onun icin fazla olaya kaptirip kendini, cengaverlik yapmamak, karsindakinin uzuntusune daha da uzuntu katmamak, sadece ihtiyaci oldugunda orada olmak lazim; tipki zey'in yaptigi gibi...

Kimselere benzemeyen arkadasim benim; kendisine sunulan imkanlara ragmen hic kolaya kacmayip hep en iyisini kendi cabasi ile ulasan, mesafeliymis gibi gorunup ihtiyacin oldugunda yanindan ayrilmayan, cocuk sevmezmis gibi dusundurup en sevkatli ve en iyi anne olan, derdinle dertlenip uzaktan hep takipte olan kadim dostum... Iyi ki dogmussun sekerim...

Onu gordugum son haftalarda hep bir icim aciliyor; dogum sonrasi o ilk soktan sonra yeniden yuzunun parlakligi ve gozunun isiltisi geri geldi, inanilmaz guzel gorunuyor...

20 Kasım 2009 Cuma

Bu Sefer Kicim Acik Kalmis Olabilir



Turkuaz mavisi, cam gibi bir suyun uzerinde duran bembeyaz, sasali bir motorayat goruyorum. Sahipleri mafya, takim elbiseli agir abiler; ve biz bir grup mission impossible ekibi, en son teknoloji ile gunluk guneslik havada bu yati buzlarla kapliyoruz. Tekne ve cevresindeki denizin biz kismi cam gibi buzlaniyor. Gorevi tamamlayip, zulaya yatiyoruz. Abiler geliyor once sok oluyorlar, patron orta boylu acik tenli duzgun gorunumlu ama acayip sinirli. Ne oldugunu anlamaya calisirken bir bicagi eline alip da, soguk olmadigini ve kesmedigini farkedince oyuna geldiklerini anliyorlar.

hop hoppp anotherstar ile Sardunya adasindayiz, aslinda alakasi yok, oldugumuz yer Movenpick otelinin lobisi, asansor onu..Osbik ile bulusuyoruz, uzerinde Ataturk mayosu, gunesleniyor, dip dibe binlerce insanla beraber. Yuz yildir taniyorum bu adami ama fazla samimi davranmiyorum, anotherstar bozulmasin diye, etrafima bakiniyorum...

hop hoopp koca bir salondayiz, i.liselilerle dolu. Bir pencere onunde salona bakarken uzaktan bizden bir donem kucuk cagla'yi goruyorum; boyu daha uzun, zayif ve kahkul kesilmis uzun saclari ile cok guzel. Utangac bir ifade ve kararsizlikla bir ileri iki geri bana dogru yaklasiyor ve 10 metre onumde duran brozzi ile konusmaya baslayip, boynuna sariliyor hasret ile. Nerden tanisiyorlar bunlar diye saskin bakarken birisi "eskiden onlar birlikteydi, cagla onu hic unutamadi" diyor, daha cok sasiriyorum.
Birden salonun en ucuna gidiyorum, verdak dogum yapmis, kucaginda kucucuk bir bebek bir yatakta oturuyor, ayaklarini sallandirarak. Once tepelerinden bakip kimseye benzetemiyorum bebegi, sonra birden kendi kizinin birebir aynisi ama aynisi ama aynisi oldugunu farkedip sok oluyorum: "verdak bu zeyno'nun ikizi" diyorum. Sanki 2 sene ara ile kizinin ikizini dogurmus gibi...

Sonra uyaniyorum...
Rey'in yorumu "sanki cikiyorsun bulundugun psikolojiden ve eskine donuyorsun" oluyor. Ruyanin bana hissetiktirdigi duyguyu dusunup mantikli buluyorum...

16-20.11.09


Camellini, rossi ve ileride hatirlamasam da olur 4 kisi daha istanbulda bu hafta.

Camellini seker, rossi gun icerisinde sinir bozucu, gunun sonunda ise eglenceliydi yine.
Su hersey benim istedigim gibi olacak simarikligin olmasa ne guzel olacak ama olmuyor iste. Kocaman cussen yeter farkedilmene zaten, daha fazla kendini gosterme telasin nedir bir anlasam. Iki saatlik isi abartisiz sekiz saatte yapmana, zamana karsi yarisiyor olmamiza ragmen sabir gostermeyi kabul etmis olmam, seni onemsedigimin en buyuk gostergesi zaten ama en vazgecilmezim oldugunu hissetme cabasi neden? Degilsin iste, kimse vazgecilmez degil...Yaparim isimi, elimden gelenin en iyi sekliyle, bakip sonuca ona gore davranirim. Tamam arkadasimsin disarda, tamam hep olacaksin o hayatta da burasi baska sen de biliyorsun, iki defa hata yapsam sen affeder misin acaba? Canimsin, arkadasimsin deyip sirtimi sivazlayip, goz yumar misin? Yumamazsin, yummamalisin da zaten. Sana yabanci da olsa bu terim "ne kadar ekmek o kadar kofte" sekerim, arkani yaslayip kocaman bir isme, en azindan bana "ben herseyim" diyemezsin. Iyiyiz boyle, ben memnunum, mennuniyetimi de yeterince gosteriyorum, sen de bunu gormeye basla, zorlama bence sansini  fazla.


CHANGA....neredeyse 4 seneden sonra yeniden ilk defa gittim bu hafta. Menu disinda hersey ayni, sanki hicbir sey eskimemis ve duzeltimeye gerek duyulmamis gibi. Seneler seneler once Istanbul'daki sanirim ilk fusion mutfagi olarak acildiginda o zaman icin enteresan mimarisi ve aksesuarlarinin hala goze hos gelmesi cok hosuma gitti, hatta taktir ettim, nasil bir ileri gorusluluktur bu diye.
Tradizional yemek zevki olanlar icin cok da uygun bir yer degil tabii ama gecen haftalardaki bir konser sohbetinde adi gecen mekani gorme simarikligi yaptigi icin rossi, hepberaber kalktik gittik ama cocuklardan ikisi icin yemekleri olabildigince onlarin yiyebilecegi sekle sokmaya calismak bir hayli zor oldu. Ama ne yalan soyliyeyim benim icin guzel oldu, bir yere uzun sureden sonra ilk defa gittiginde kisa bir sure icin zamanda yolculuk yapiyormus gibi hissedip, keyif aliyorsun.


Hepsini torlayip toplayip gonderdikten sonra, hazir kendimi kus gibi hafif hissettigim bugunde, haftalardir goremedigim ve cok ozledigim l.buddha ve flavia ile yemek organizasyonu yaptim. L.buddha hayatinin "kendini gelistirme" bolumunu yasiyor, cok da hosuma gidiyor bu durumu. Devamli yeni birseyler deneyip, kendini gelistiriyor. Arastiriyor, buluyor, bunca hatta belki de hayatinin en yogun oldugu bu donemde yine de zaman ayirip, usenmeden, yorulmadan toplantilara katiliyor. Bu gecede yine cok enteresan programlara biraktigindan kendini katilamadi bize ama flavia ile bulustuk ve tam da gunun ruhuna uygun supriz haberi verdi.
Flavia hamile...Cok guzel bir haber, gerci onun icindeki cocuk isteginin ne kadar guclu olup olmadigini daha once hic konusmamistik, beklemiyordum boyle bir haberi ama oylesine cok sevindim ki...Dunyaya cocuk getirmesi gerekenlerden onlar...Cok seker, deniz'e super bir arkadas geliyor. Kesin anlasirlar bunlar!

19 Kasım 2009 Perşembe

Bahar mi Geldi Yeniden ?





Icimde bir rahatlik var bugun, bir hafiflik, cok sahane bir his var.
Kapinin zilini yaptirmaya gelen tim'in kahve esliginde ardi ardina siraladigi havadislerini dinlemedigimi ve istem disi gulumsedigimde farkettim durumu, o da farketti...
Sabahtan beri anotherstar'in sayfama post ettigi sarkiyi dinliyorum, dondure dondure...
Guzel cok guzel, hatta muazzam!

18 Kasım 2009 Çarşamba

YORULMA !


Non vedo l'ora di invitarti nella nuova casa...


Bal gibi, baldan tatli...Cok icten, cok samimi ama cok da kirilgan.
Emek vermek, kiymet gostermek, sevmek lazim....

17 Kasım 2009 Salı

O da Bekliyor...


Beni boylesine skiyor ve korkutuyor ya hep ayni rutinde yasamak, ayni insanlarla, ayni yerlere gidip ayni seyleri yapmak, gun boyu boyle yasayanlari dusundum, nasil yapabiliyorlar diye...Kisinin kendi elleri ile dunyasini daraltmasinin sebepleri ne olabilirdi acaba?
Belki yorulmuslardir dedim sil bastan yeniden herseyi yasamaktan; ama dur yaa daha yolun basindayiz, ne yasadik ki hemen yorulduk yeniliklerden,degisikliklerden?
Belki kendilerini guvende hissediyorlardir dedim; ama yarin kimin yaninda olacagi belli degil ki sonsuz guvende olasin, ustelik bu ozunde kendine guvensizlik degil midir?
Belki umursamiyorlardir yenikleri, baska dunyalari, belki tembeller en derinde dedim; o zaman koyalim saksi gibi bir koseye yada yatiralim bir senatoryuma olsun bitsin...Ilerlemeden, denemeden, deneyimlemeden, hep ayni yerde ayni seyleri yasayarak nereye kadar? Yok mudur bu dunyaya bir gelis sebebi? Heyecan nerede, cesaret nerede, risk almak, yapisip yere, yeniden dimdik ayaga kalkabildigini gormenin keyfi nerede?

Birininkinin sebebini buldum ama; O bekliyor...Uzerinden yillar da gecmis olsa, olurda geri donmek isterse birgun, eliyle koydugu gibi bulsun diye kendisini, hep ayni yerlerde, ayni sarkiyi dinleyerek bekliyor. Gelir mi bilemem, keske gelse ama bence gelmez, gelse de bence artik olmaz...

Sifaci


Fantastik ve spirutel bir ruya daha...Bu beyin bunlari nerden cikariyor hicbir fikrim yok ama kendime profesyonel bir ruya tabircisi bulma zamani geldi galiba :)

Yine daha once hic bulunmadigim bir yerde, bir masa basindayim...6-7 kisiyiz, ahsap uzun bir masa, cumartesi cilgin kivircik saclari ve heyecanli tavirlari ile birseyler anlatiyor, birden sag bilegime bakiyorum ve yildiz dovmemin silindigini yerine karma karisik bir yazi belirdigini farkediyorum; yildizi ariyorum, yaziyi okuyamiyorum...Karsimda duran yabanci bir kizi ikna etmeye calisiyorum, ogretiyi anlatiyorum, ne kadar kotu olurlarsa olsunlar kotu dusunmemeli, onlar icin dua etmeli derken bana oyle kotu bir olay anlatiyor ki birden panige kapiliyorum; 14.000 kisilik bir sehirde boylesine bir olay yasaniyorsa 17 milyonluk sehrimde neler oluyordur diye dusunuyorum ve birden gozumu geri planda duran, sessiz adama dikiyorum. Normal goruntulu, gencten biri, uzerinde sabbia rengi gabardin duz bir pantalon ve altindan gomleginin yakalari cikmis duz bir kazak var, bu bir sifaci diyorlar, sifa dagitiyor..Konusmuyor benim ile ben de onunla konusmaya calismiyorum.

Hop hoop Amsterdamdayiz ve  uga'nin evinde kaliyoruz, birkac merdivenle inilen kapiya geldigimde d.gigante ve yasli gay arkadaslari kafayi iyice bulmus halde ortaliktalar, kaslarimi catarak ve onlarla konusmadan iceri girip yukari cikiyorum, ikolu kizlari buluyorum, u seklinde yesilimsi kadife koltuk uzerinde havaya girmis takiliyorlar, canim birseyler icmek istiyor s.n.m ben sigaradan iciyorum diyor, ondan bir tane alip sinirli sinirli odayi terkediyorum.

hop hoop yuksek bir binanin yanindan gecerken kucuk yavru bir kopek bacagima sariliyor, oyun oynuyor, egilip sevmeye basladigimda sagimda duran demir kapinin parmaklari arasindan, masa basinda birseyler yazan gecontiyi goruyorum, kalkiyor yanima geliyor, kopek oynamak istiyor diyorum ve birakip ikisine de biraz mahcup iki kapi sonraki kucuk odama giriyorum. Kapi iki parcali, ust tarafi acilan turden, birden kapinin dibinde buluyorum kendimi, distan biri egilerek omuzlarimdan tutuyor, korkuyorum, hemen sonra onun oldugu farkedip bu sefer bacaklarina sariliyorum, yalvariyorum sanki...

Hoop hopp bu sefer cok yuksek bir binanin tepesinden asagiya bakiyorum ki ben yuksekten korkarim, bakamam ama hic kormuyorum. Yine onu goruyorum, yine ayni masanin basinda, masa lambasi altinda birseyler yaziyor, roman gibi birsey, ona bakiyorum, kafayi yukari kaldirip bana bakiyor, dikiyorum gozumu once ama sonra caktirmadan bakmaya basliyorum.

Hopp hopp d.p.s yerde yatiyor, artik yuzu gozu iyice sismis, sanki hamileliginin son evreleri, o kadar cok kizdiriyor ki beni canini yakmak istiyorum ve avazim ciktigi kadar, hickira hickira aglayarak "hayatinin en buyuk hayalini gerceklestiriyorsun, artik beni ozgur birak, rahat ver bana" diye bagiriyorum ve dehset icinde uyaniyorum...

sifaci cok acayipti, sessizliginin altinda inanilmaz bir guc sakliydi. Gozleri ile konusan, cekinmeni, saygi duymani saglayan tiplerden. Normal goruntusune ragmen, bu dunyaya ait degilmis, baska bir diyardan gelmis gibiydi.
Diyorum ya d.p.s bir doguracak ben dokuz, her onu gordugum ruya sonunda deniz ile ilgili bir gelisme oluyor, sabah ruyadan uzaklasmaya calistigim bir anda arayip adini hic aklimda tutamadigim o down sendromu testlerin 3.cusunu yaptirip yaptirmamak uzere fikrimi sordu, cevap veremedim, boyle bir sorunun cevabini veremezsin ki zaten; her ne kadar yaptirma bence, gerek yok diye gecse de icimden "ben boyle bir konuda fikir yurutemem" dedim. Ama icim rahat, bence gerek yok bence bebek gayet saglikli...

ps: yukarida ki Nicola Tesla, konu ile alakasi yok ama ruyamdaki sifaciya benziyor, elindeki isik toplari ise konuya cok uygun....

16 Kasım 2009 Pazartesi

03:03 u gordum, uyudum...


Cuma'dan pazara bol sohbetli, bol insanli, bol ickili ve hareketli bir haftasonu...Simardim ya artik iyice, herbirine ayak surterek gittim ama kabul etmek de fayda var, ben buyum...Ben ancak bu sekilde kendime geliyorum, baskalarindan besleniyorum; sevdiklerimle sohbet ederek, tanimadiklarima bakip ne yerler, ne icerler, ne giyinirler, ne dusunurler diye fikir yuruterek oturdugum yerden. Bazen gulup egleniyorum, eglendiriyorum bazen acimasiz oluyorum, ama iste bakarak, gozlemleyerek, dinleyerek ...

Brozzi'yi unutmus olmama ragmen, satmadim arkadasimi son dakika ve soz verdigim gibi cuma aksamini  anotherstar ile Sabahattin'de gecirdim. Mekan tabii ki tiklim tiklim doluydu, Sabahattin ve ogullari tabii ki bizi geri cevirmedi; dukkan onune hizla atilmis ve uzeri hizla donatilmis bir masada, hafif serin ama temiz bir havada yanibasimizda komur atesimiz ve ayagimizin dibinden hic ayrilmayan Sabish ile bol rakili, bol mezeli, bol dedikodulu uzun bir geceye biraktik kendimizi... Herzaman ki gibi herseydi konu; Atina'da ki dugunun detaylari en ince ayrintisina kadar alindi, yunanlilarin bizden daha az milliyetci ve daha ilimli olduklari sonucuna varildi, kostis diye yeni bir cocuk potaya girdi, dedikodusu yapildi ama en cok kiymet vermek, verilen kiymetin degerini bilmek uzerine saatler gecirildi ve sohbet ne olursa olsun  yine geconti ile, yine cipcip ile ve tabii ki yine frankie ile suslendi.
Anotherstar'in cok yakin arkadasi ve onun sayesinde tanidigim cipcip'in, "3 grup 10 album, offf cok skici bir adam" diyerek dar goruslulugunu ve kucuk eksenini elestrirmesine ragmen diger taraftaki gecontiyi destekliyor, beni yureklendiriyor ve bu hikayeye inaniyor olmasina sasiriyorum aslinda; tabii ki bu desteklemenin altinda benim herikisi icinde hissettiklerimi biliyor olmasi yatiyor biliyorum ama yine de sasiriyorum. Bir de gecontiyi begeniyor, onun o hirt tarafini seviyor tanimasa bile, "tabii tabii olur sana bu adam" diyor.
O cipcip havadislerini anlatirken, offf off diye ver yansin ederken, ben de kendisinin onun aksine her yeni seye acik olmasina ragmen onun da kendisi gibi olmayana karsi agir agir duvar ordugunu, onlari yasantisinda istemedigini ve bunun digerinden cok farkli olmadigini soyluyorum. O da biliyor aslinda, cok zeki, farkindaligi cok yuksek ama simarik kiz cocugu kartini oynuyor kendi secimi ile. Son zamanlarda kiymet bilmek uzerine cok dusunuyor ve irdeliyor ya yakinda o da sadece "benim istedigim gibi", sadece "benim gibi"lerin olmadigini anlayacak.
Ote yandan butun bunlarin sonunda, anotherstar'in soylediklerini de goze alarak,onca denemeden sonra hayatimin askini bana unutturacagina inandigim, medet umdugum adamin da dar bir cevrede yasadigini farketmem enteresan bir gelisme oldu. Bu bir tesaduf degil herhalde ama gercekten de cipcip simdiye kadar birlikte oldugum tum adamlar icerisinde istersem haftanin 7 gunu istedigim anda nerede olabilecegini tahmin edebilecegim kadar kucuk bir ucgende yasiyor, ayni yerlere gidiyor, ayni seyleri dinliyor, hep ayni seyleri yapiyor. Peki benim gibi zipzip, rutinden, tekrarlardan nefret eden biri nasil oluyor da boyle bir adamdan medet umuyor?


Sohbet ara ara, gittigimiz andan itibaren ayaklarimiza yapisan ve gece boyunca dizimizin dibinden ayrilmayan Sabish ile bolunuyor, o kadar minik, o kadar guzel ve sevimli ki...Hayatimda ilk defa sokakta gordugum bir kediyi alip evime goturmek istiyorum. O kadar sevgi arsizi ve isini o kadar iyi biliyor ki, anotherstar biraz daha israr etse veya bir duble daha icmis olsam Sabish o geceden itibaren benim ile yasayacak ama yapamiyorum, cesaret edemiyorum. Gina ile ogrendigim ders bana yetti, yasadigim hayatta malesef bir hayvana yer yok, onlari her birakip gittigimde ve yalnizliga mahkum ettigimde icimde ki skinti, varliginin guzelligini unutturuyor malesef. Dolayisiyla iki gundur su kucuk fotografa bakip, cok guzel oldugunu ama getirmemekle iyi bir karar verdigimi dusunuyorum.
Neyse cuma gecesi gayet keyifli bir sekilde eve gelip, saat 03.03 u gordukten sonra yatiyorum.


Cumartesi gunu gec bir kahvalti ile Bebek'te Happily Ever After'da basliyor...Hava muthis, klasik Bebek kalabaligi, tanidik yuzler...
Gecesinde brozzi ile bulusma...Aklimdan gecirdigim olur, biraz H.K dokunusu ve bir cift louboutin nin yapamacagi sey yoktur. Atla deve degil gercekten, aklindan gecir, iste, olsun...
Brozzi en son iki sene once dogumgunume gelmisti, o zamandan beri gorusmuyoruz, sik sik telefonda konusuyoruz ama bir turlu ayarlayip bir araya gelemiyoruz, onun icin bu sefer gelmeden bir hafta oncesinden ariyor, randevulasiyoruz.
Nisantasin'da Sofa Otel'de kaliyor, isime geliyor, cumartesi gecesi araba kullanmak, uzun uzun yurumek istemiyorum; hemen otelin karsindaki It's a Joke a gidiyoruz. Bir Capa klasigi, bayaga bir zorlama mekan, servis cok iyi degil, garson kiz biraz saskoloz ama umrumda degil, keyfim cok yerinde...Konusuyoruz, birbirimizi update ediyoruz, guluyoruz, egleniyoruz..2 sise sarap arkasindan 8'e gitmek istiyor, canim istemiyor, gece Corridor'da devam ediyor...Reasurans'ta ki diger mekanlari gormek istiyor ama gerek yok diyorum, yukarda bahsettigim sebepten oturu, Corridor'a alttan, en kisa yoldan giriyoruz..Mekan sahipleri disinda tanidik kimse yok, ohhh gayet guzel..Iciyoruz, dans ediyoruz...Egleniyoruz da ama mumkunse bu erkekler ama ozellikle bu 35 yasini asmis Italyan erkekler dans etmesin, gercekten bunye kaldirmiyor :) Hayir kendi kendine dans etse hic sorun degil, ne guzel egleniyor der gecerim de beni de kendi enteresan figurlerine alet etmeye kalkisinca orada biraz zorlaniyorum...Neyse gecenin sonu otele variyoruz...Sarhos erkek kaldiramadigim diger sey, sagolsun cipcip...Yari baygin, irlanda kizili saclari ve yemyesil gozleri ile guzel ama beni hic heyecanlandirmayan adami odasinda birakip evime donuyorum.
Saat yine 03.03 ve yatiyorum...

Pazar sabahina gozlerimi brozzi'nin mesaji ile acip geri kalanini yine Bebek'te, bu sefer House Cafe'de e.e ve curly beauty n. ile geciriyorum...Hava yine cok guzel, Bebek yine cok kalabalik ve bu sefer girdigim House Cafe'de neredeyse herkes tanidik...Yaklasik 4 saatimizi gecirdigimiz sure boyunca mekan evimizin salonuna donusuyor neredeyse.
e.e yi dusunceli goruyorum, zaten bir gun oncesinde konusmamiz lazim dedigi icin hazirlikli gidiyorum, uzun uzun sohbet ediyoruz, dertlesiyoruz, iyi geliyor. Son dakika vazgectigi NY'a gelecegini soyluyor seviniyorum, planlar kaldigi yerden devam ediyor.
n. herzaman ki gibi, gorenlerin bir sekilde basini oksamak icin kendini tutamadigi guzelligi ile 4 saat boyunca ortalikta dolaniyor, sosyallesiyor...
Aksamina eve donup yorgun bedenimi dinlendirmek uzere biraz uzanma salakligini yapiyorum ve simdi yine ayaktayim, uyuyamiyorum...

Ama guzel bir haftasonu oldu, simdi 10 gun daha cok yogun calisip sonra tatile gidecegim, onlari dusunuyorum...Veee bu gece 03.03 gormeden uyumak istiyorum...



13 Kasım 2009 Cuma

13 Cuma


Iki dakika facebook ve twitter a goz atinca, gundemin ne oldugunu hemen anliyorsun; bugun 13 CUMA
ehh yani?
Ben ki batil inanclari, rituelleri ve totemleri olan bir kadinim ( nazara inanirim, cantami asla yere birakmam "bereketi kacar", yola cikanin arkasindan su dokerim, kendiminkine dokturturum, ucaga binerken mutlaka ucagin disina dokunurum rituel sozlerimle vs vs..) yine de 13 sayisinin, kara kedinin, ayna kirilmasinin ugursuzluguna inanmam..
Oburlerine inaniyorsun da bunlara niye inanmiyorsun sorusunun cevabi galiba, bir grupta umit var digerinde dehset ve korku...

Isteyen inanir isteyen inanmaz banane de tabii  ama bazi boyle sonradan gelme ithal inanclarin overdose goze sokulmasini biraz sahte ve karaktersiz buluyorum galiba...Yine banane tabii ama ustelik insan acaba niye boyle negatif bir duyguyu yazarak ve dile getirerek eksenine cekmek ister onu da anlamiyorum...

offf Den, sanane yaaa? Sen aksam ne yapacagina karar ver...Anotherstar'a soz verdim dun ama brozzi'yi unuttumm...

RUZGAR NEREDEN ESERSE



Tehlikeli sularda gezinmeye basladim yeniden.Kapatıp motorları, yelkenleri açtım ve bir kere daha tehlikeli sulara bıraktım kendimi.
Çok tehlikeli sular bunlar, daha önce de yaptım biliyorum ama  denizci isen gönülden benim gibi, güzel olanda budur aslinda; rüzgar nereden eser, seni nereye çekerse...
Teslim olarak, rüzgara göre yönümü ayarlayarak denizle, dalgalarla dans ederek ilerlemeye karar verdim.
Madem kaldım denizin ortasında tek başıma ve bu yolu yapmak zorundayım bari içimden geldiği gibi, ileride hiçbir keşkeye yer bırakmadan, kapatıp beyin ütüleyen motorları, sadece rüzgar ve dalga sesi ile yolculuk edeyim, keyfini çıkarayım..

Neden diye soruyorum ve sorguluyorum ya surekli;
once t-la-bar  ya dunde yada yarinda yasadigima dikkati cekti. Tum konusmalarim "cunku......., daha onceden de......., bir keresinde....." veya "cunku biliyorum ki....., yine kesin........., eminim ki........" lerle dolu. Gecmiste yasanmislarin gelecekte yasanacaklara referans olmasi ve onlari mutlak gercek gibi kabullenme durumu. Egonun suslu oyunu; ani yasamamak, icinden geleni, birakma ihtimalin olan imaj yuzunden, yapmamak.
Sonra, araya yillar girmis olsa da cocuklugumdan beri beni taniyan cok sevgili, catlak, dusundugunu oldugu gibi ifade eden simonpour "gercekte hissettiklerimi disardan hic belli etmedigimi, ne olursa olsun ben gucluyum, gecmis olsun bitti gitti, umrumda da degil gibi bir pervasizligin pesi sira, aylar sonra yeniden ondan bahsederken ki nemli veya piril piril isildayan gozleri gordugu her seferde sasirdigini" soyledi. 
Ozellikle son yillarda buna cok benzer yorumlar aliyor olmama ragmen, herseyini cok acik yasadigina inanan ben icin hala sasirtici bir durum tabii. Baskasina bok atarken "duvar olacak mi duvar" diye, kendimi korumak adina duvarlar ormeye basladim galiba, isin kotu tarafi ise ben bunun farkinda degilim. Bu kadar guclu gorunmem gerektigini nereden ogrendim bilmiyorum ama farkindaligi cok onemseyen biri olarak boyle birseyi istem disi yapiyor olmak cok guzel birsey degil benim icin, onu biliyorum.

Ve son olarak bu sabah Mattarollo bana öyle birşey söyledi ki "ahh şoktayım" dedim kendisine; öylesine iyi niyetli ve içten birkaç cümle sarfetti ki zaten teslim olmaya niyetli ama "blablabla" ları hiç bitmeyen beni itekledi. Dun geceki uzun yemek sohbetimiz uzerine, profesyonel hayatimin ilk yillarindan beri tanidigim, neredeyse bir imparatorluk yavrusunu gercek anlamda tek basina yoneten bu hiperaktif adam, uyumamis kafasini benim ile mesgul etmis. Cikarim ise inanilmaz...

Nokta konulmadi hala. Yasanilacak birseyler daha var hala. Donup dolasip simdiye kadar hep ayni noktaya donuyor, labirent icerisinde kayboluyor olmamin sebebi yavas yavas gun isigina cikiyor sanirim.









12 Kasım 2009 Perşembe

İkincisine Ne Gerek Vardı Ki?


DENİZ bugün tam 16 haftalık ve biz bugün onun artık bir kız çocuğu olacağını biliyoruz...
Keyfimiz hakikaten çok yerinde.
O kendince doğru olduğuna inandığı zamanda gelmeye karar veren, ısrarla çağrılmış ve gelmesi için uğraşılmış olmasına rağmen bildiğinden şaşmayan bir çocuk, annesi gibi yani. Geleceğini haber verdiği zamanı ve bir kız çocuğu olarak gelmeye karar verdiğini göze alarak " biliyorum geç geldim ama senin tüm hayallerini gerçekleştirerek geliyorum " der gibi bir hali olduğunu düşünüyorum, çok ümit vaad eden bir çocuk yani.
Annesi bugün ilk defa "sakin ama çok güçlü bir kız olacak" gibime geliyor dedi, bense "çok şanslı olacak" dedim çünkü varlığından haberdar olduğundan beri onun ile ilgili hissettiğim en güçlü duygu bu. Nasıl herkese erkekmiş gibi geldiğinde ben kız olacağını biliyordum, işte bunu da öyle biliyorum.

Tabii ki, anneye ortak çıkmadan ve bedavadan kardeş sahibi olan madame marika jr. bu kız çocuğu haberine pek bir sevindi, zira o da erkek olacakmış gibi hissedip extradan hislenenlerdendi. Gerçi bebeğin adını öğrenmesi ile hevesi biraz kursağında kaldı ama 10 yaşında olmanın verdiği dayanılmaz hafiflikle; "ne alaka yaaa? zaten bir tane Deniz var, ikincisine ne gerek vardı ki? " yorumunu yapıp konuyu kapatmayi tercih etti :) 

Kendisi aslında büyüğünün izinden gidenin birincisi. Onun gibi olmak, o ne yapıyorsa aynısını yapmak istiyor,  bayılıyor aslında , rol model olarak görüyor ama işte şu anneanneyi paylaşmak var ya bunu bir türlü içine sindiremiyor. O paylaşılamaz kadın gelip de ona "kuzucum, canımın içi" diye sarılıveriyor ya dişlerini sıkarak ve içine sokarcasına, işte orada bizim madame ın içinin yağları eriyiveriyor. Oburu de az değil ama çocuk ile çocuk oluyor kimi zaman, biliyor ya yumaşak karnını oradan vuruyor, sırf onu dillendirmek ve eğlenmek için...

Gel Deniz'cim gel, çok matrak bir aileye geliyorsun...

Ağlamak Güzeldir




Yine karmakarışık, evlere şenlik bir rüya ile merhaba dedim güne...
Öylesine karışık ve öylesine kopuk ki, sabahtan beri her düşündüğümde gözümün önünde canlanan net görüntülere rağmen kelimelere dokemedim bir turlu.
Herkes vardı; aile vardı, ofistekiler vardı, arkadaşlar vardı. Bir de hiç tanımadıklarım ama yarın sokakta karşıma çıksa hemen hatırlayacaklarım vardı.
Mekanların hiçbiri tanıdık değildi. Son dönemde rüyalarımda gördüğüm yerlerin tanıdık olup olmadığına takmış bir durumdayım nedenini bilmeden. Uyandığımda bir rüyadan "ben daha önce orada bulunmuş muydum ?" diye soruyorum kendime ve bilinçsizce gelişen bu yeni durumun açıkçası bir anlamı olduğunu düşünüyorum..Neden acaba?

D.p.s ile geceyi, tavanı komple cam olan bir evde geçiyoruz; onların eviymiş orası, asma katlı, devasal pencereleri yerlere kadar inen aydınlık bir ev aslında, modern döşenmiş olmasına rağmen çok ağır birkaç antika mobilyanın ağırlığı ve kahverengi evi biraz karartmış. Uyanıyorum ve karşımda geceyi hiç haber vermeden dışarıda geçiren şerbetçi yi görünce, kendimi kaybedip bağırıp çağırmaya başlıyorum. Nasıl olur da böyle haber vermeden gece eve gelmezsin diyorum, bağırıyorum çıldırmış gibi. D.p.s ortalıkta ama ne yaptığını hatırlamıyorum ama ağlıyorum hem de deli gibi.

Hop hop İtalyan konsolosluğunun önündeyim, gerçek konsoloslukla alakası yok. Kocaman merdivenlerin tepesinde1800 lerden kalma, eski, karanlık görüntülü bir bina.
Merdivenler, rüyalarımın olmazsa olmazı, hep bir merdiven vardır ve ben yıllardır o merdivenleri çıkıyorum. Neden acaba?
Neyse çıkıyorum yine merdivenleri, içeri giriyorum. 1970 lu yıllardaki devlet dairesi mobilyaları, sıkıcı, "yuhh yani bu zamanda hala bu eşyalar" dedirtiyor. Güvenlik kontrolü yapıyor bir tanesi, 6-7 basamak daha çıkıp eski bir kapıdan giriyorum. Yine sabah uyandığım eve benzer bir yer, belki de aklım bana oyun oynuyor, belki de oraya girdikten sonra yeniden orada uyanıyorum. Eşyasız bir yer burası ama boş, çok geniş. Yeniden ahşap merdivenlerden çıkıp yukarı, bir köşede ağaç ev görüntülü dükkanın içindeki  yaşlı kadından incik boncuk alıyorum, sahte inciler en iyi hatırladıklarım. Kadını tanımıyorum ama görsem hemen hatırlarım, tombulca, başı bağlı, güler yüzlü; güler yüzü ve tatlı dili ile seni kandırmak isteyenlerden.

Hop hop aşadayım yeniden, karşımda beni kapıda karşılayan adam var bu sefer, konuşmaya başlıyor, yakınlaşıyor birden. Neler söylüyor, nasıl cevap veriyorum bilmiyorum, ama ben de yakınlaşıyorum. Tanımıyorum, tanıdığım hiç kimseye benzemiyor ama onu da görsem hemen tanırım. Sonra olmaz böyle birşey diyorum dışarı atıyorum kendimi, merdivenlerden inip şehre tepeden bakan düzlüğe indiğimde ofistekiler ve i.liseliler ile karşılaşıyorum... Hop hopp bir bisiklet üzerindeyim onlarla konuşurken, sanki yolda giderken bir tanıdık ile karşılaşmış ve onlarla sohbet etmek için iki dakika duraklamis, bir ayagim yerde ellerim bidonda onlarla konuşuyorum; sipahi kardeşler var, l.buddha var. Iceride canımı sıkmışlar da onlara dert yanıyormuşum gibi bir his var.

Ama sonrası yok, uyanıyorum beni bekleyen müşterime geç kalmış durumda. Günlerdir 4 ila 5 saat uyumanın yorgunluğu ile güne bu karışık ve geç kalmanin telaşı ile başlıyorum. Ağlamak güzeldir diyorum kendi kendime ve d.p.s in verdiği haber ile bir kere daha bunun ne kadar doğru bir yorum olduğunu görüyorum.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Sahane birgun bugun...


Birgun sonra neye uyanacagini bilmiyorsun, bilme ihtimalin yok..Hayati bu kadar anlasilmaz ve suprizlerle dolu kilan da bu herhalde...Guzel ama..Birgun once hayatinin en guzel anini yasarkenki umut dolu, herseyi yapabilme gucu bir anda altust olabiliyor, kendini kucucuk, bocek gibi hissediyorsun. Yada  pes pese gelen zorluklar sonunda oyle birsey oluyor ki hersey tos pembe olabiliyor; sanki uzulen, yikilan, lanet eden sen degilmissin gibi...Guzel ama, oldurmeyen zorluk guclendiriyor..

Sahane birgun bugun...Uzuntuler gibi mutluluklar da ardi ardina gelir, farketmeseniz de...
Sara, bilinci su gibi berrak bir sekilde uyandi bugun. Gencti, gucluydu, hayat doluydu ama uyanip uyanmayacagi belli degildi. Uyansa bile kalici etkileri belli degildi. Ama o uyandi ve cok da guzel uyandi...Tanri ona ve sevdiklerine bir kere daha kendini gosterdi ve uyandirdi...Mutlu etti hepimizi, korku ve caresizlik cokmus kalplerimize su serpti, bir kere daha yuzumuze guldu. Uzerinde dusunecek bir sey daha verdi, bundan ders cikarmak isteyenlere.

Sahane birgun bugun...En cok sevdiklerim, kendilerinin de ne cok sevdiklerini  bir kere daha gosterdiler. Sadece kendilerini dusunmediler; demistim ya "bende actiklari yaralari gormuyorlar mi" diye, gorduklerini gosterdiler. Kizginliklarini, kirginliklarini bir kenara birakip ellerinden geleni ardina koymadilar. Sevgilerindeki samimiyeti, derinligi gosterdiler. Minnet duygusunu uyandirdilar..

Sahane birgun bugun...cumartesi ve simonpuor ile gecirilmis samimi bir gecenin arkasindan, bir "ciao..." mesaji ve arkasindan gelen sicacik mesajlar, yukaridaki fotografdaki yere tasidi...

"l'uomo tira uomo"...Aldigim mesajlarla isildiyan yuzumle dolasirken Reasurans pasajinda, cipcip ile karsilastim onca aydan sonra ilk defa. Guzeldi, samimiydi, ayikti, benim tanidigim adamdi. Ben rahattim, o rahatti. 

Soyleyecek cok sey yok, yarin neye uyanacagimiz belli degil, hala cok cok calismam gerekse de bugun cok sahane bir gundu!



9 Kasım 2009 Pazartesi

Cok Calismam Lazim..Devam



  • 2,5 gunde birikmis 1527 adet mail, bitti mi ? Hakikaten bitti .
  • Eglendim mi? Hayir, hem de hic...
  • Bir fark yaratti mi? Rahatlatti, bulanmis kafayi dagitti, herseyi yeniden kontrol altina aldirdi..

Iyi cok guzel, simdi bakalim yeni hafta nelere gebe, bekleyelim ve gorelim..

"Kopek havlar, kedi miyavlar"...Bugun cirkin adamin dogumgunu, unutmasam da arasam sabah.
Iyi ki dogdun dunyanin en komik, cirkin adami..

8 Kasım 2009 Pazar

Kanatlanip Ucsam Olmaz mi?


Simdi ben bir kusum, su yukardaki gibi, kucuk ama rengarenk. Dogal ortamimda, yasayabilecegim en guzel yerdeyim, agaclar benim ,ucsuz gokyuzu benim.
Kucuk kanatlarimin beni tasiyabilecegi en uzak yerlere ucuyorum hic durmadan, ozgurce; duruyorum, bakiyorum, aliyorum hosuma gidenleri. Benim gibileri ariyorum her yerde, buluyorum da, daha cok ogreniyorum, daha baska gozlerle bakiyorum herkese, herseye.
En yakin arkadaslarim Martilar, en cok "deniz" i olan sehirleri seviyorum ya, en cok onlarla tanisiyorum. Sonra leylekleri seviyorum, benim gibi sicagi seviyor, dunyayi dolasiyor ve ugur getiriyorlar. En anlasamadigim ise kargalar, kindarlar cunku hic unutmuyorlar, acilarini dindirmek icin acimasiz oluyorlar, korkutuyorlar.

Ucuyorum ozgurce, istesem kondugum her yerde yasarim aslinda ama donup dolasip buraya, evime donuyorum. Burada agaclar daha yesil yada gokyuzu daha mavi degil ama sevdiklerim burada, onlara donuyorum.
Donuyorum ve tipki yukaridaki gibi konup pencerenin disindan bakiyorum iceriye; en kiymetlilerim birbirini yaraliyor en derinden, anlamsizca... En sevdigim beni uzuyor, bencilce...Bir digeri, canimin ici sevgilisini sarsiyor, en beklenmedik sekilde...Isini adam gibi yapmayan biri yuzunden biri uyutuluyor, komaya sokuluyor, sorumsuzca.
Suclu yok, sucsuz yok.
Kanatlarimi acip ucsam, uzaklassam olmaz mi? Ama tipki onun gibi gagam o kadar buyuk ki sokuyorum herseye; duzeltmek, durdurmak istiyorum herseyi. Zaten ben sokmasam, yakalayip biri kanadimdan iceri cekiyor beni; konusuyorum, anlatiyorum, uzuluyorum, uzuyorum ama bir ise yaramiyor. Anlamiyorlar, dinlemiyorlar, kontrol edemiyorlar. Bir sonraki gunun garantisi olmadigini, aciktiklari yaralarin kapanmama ihtimali oldugunu algilayamiyorlar. Uzuluyorlar hem de deli gibi ama bir adim atmayi basaramiyorlar, kabuklarina cekiliyorlar sanki bir faydasi olacakmis gibi.
Ucsam gitsem hersey daha kolay olur biliyorum ama gidemiyorum, icim aciyor gorduklerim karsisinda, ister istemez icine cekiliyorum, uzuluyorum, kiziyorum, elim kolum baglaniyor birsey yapamiyorum ama ucu sonunda yine bana dokunuyor. Sakin durmam, arayi bulmam, cozum yaratmam gerekiyor da bende actiklari yaralari goremiyorlar mi?

Ahh Sara'cim, butun kalbim ve dualarim seninle tatlim. Huznume huzun kattin. Ama biliyorum biraz uyuyacaksin, biraz ruyalar aleminde dolanip, cok degil birkac gun sonra yeniden aramizda olacaksin. Kanatlarimi cirparsam hizli hizli belki actiginda gozlerini, basucunda olabilirim.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Yazabilmem Lazim...


Birgun bir yazasim geldi ve basladim yazmaya. Bazen yazarak daha iyi ifade edersin hissetiklerini hatta bazen yazarak daha iyi anlarsin gercek hislerini; iyi bir egzersizdir yazmak, icinden nasil geliyorsa, durustce, korkmadan...
Ben de boyle basladim ama, basta sadece kendime ve "tanimadigim" milyonlarca insana acmayi dusundugum bu blog, son zamanlarda cok cok cok sevdiklerim tarafindan da okunmaya baslandi...Hosuma da gidiyor okuyor olmalari, ama farkettim ki yazarken bir dikkatli davranmaya,  daha bir secici olmaya, " yok simdi bunu boyle ifade etmeyeyim " seklinde bir zorlamaya  basladim kendimi. Derdim bilmedikleri seyleri ogrenmeleri degil, zira okuyanlar zaten olan biten herseyi bilenler, derdim burada, yazilarimla daha da guclu bir sekilde ortaya cikan hayal kirikliklarimin, uzuntulerimin, saskinliklarimin ve kizginliklarimin onlari uzmesi, benim icin uzulmeleri.


Canlarim yaziyorum cunku kendimi daha iyi hissediyorum. Korkmayin okurken, dertlerim kimseninkinden daha buyuk degil. Korkmayin,uzulmeyin okurken, ben iyiyim. Telaslanmayin, degismedim, daha cok hassaslasmadim ben. Hep benzer duygular ile yasadim tecrubelerimi, tek fark sizler hep dinlediniz ama okumadiniz sayfalarca.


Derdim kimseye birsey katmak, kimseyi aydinlatmak degil..Yaziyorum cunku kendimi iyi hissediyorum, onun icin ozgurce, korkusuzca, engelsizce yazabilmem lazim. Ne olur uzulecekseniz okumayin


6 Kasım 2009 Cuma

Here I am again...

d. Let's get lost in Amsterdam...Who's coming ?
g. Verrei anche io ad Amsterdam...ciao D..
d. Verresti se.................?!?!?!?!?!?! ciao S..

ne diyeyim ben sana bilmiyorum ki...

5 Kasım 2009 Perşembe

COK CALISMAM LAZIM !

Cok cok cok cok calismam lazim. O kadar cok calismam lazim ki, tam olarak 12 sene oncesine "GERI" donmem, herseyi en basindan ele alip, kendim yapmam lazim. Gercekten o kadar cok calismam lazim ki is disinda hicbir sey ile ugrasacak zamanim ve enerjim olmayabilir.
Hayat iste boyle birsey, ertesi sabah neye uyanacagini bilmiyorsun...Bir onceki gundekilerin oncelikleri bir anda sifirlanabilir.

Cok calismam lazim cok ama koymaz bana, yaparim herseyi, onemli degil...Ben kurdum bu dunyayi, yiktirmam kimseye. Dedim ya "buralardayim diye bir sure daha ", ben buralardayken hicbirseycik olmaz, hersey guzel olur...

4 Kasım 2009 Çarşamba

Eve Donus


Iste yeniden buradayim....
hahahaha birden bundan onceki yaziyi dusununce komik geldi, boyle baslamak.
Ama dogru iste, yine burada, daglarin, ormanlarin, olmadik yerlere kurulan pastel renkli koylerin arasindan kivrila kivrila giden, eve donus yolundayim…
Kac yuz kere yaptim bilmem bu yolu, her seferinde sanki ilk defa goruyormusum gibi etrafa bakmaktan alamam kendimi..ve cok acayip bir seydir bu, eger mutlu bir ruhu halinde yapiyorsan bu yollari, tum o daglar, renkler sana oyle bir umut verirki, Tanri'yi ve onun orada oldugunu bildigin icin, yapamayacagin sey yok gibi hissedersin, ama gel gor ki biraz canin sikkin ise iste o zaman yandin, hersey biraz daha acikli, biraz daha agir gelir sana, canini sikani, o koca koca asilmazmis gibi gorunen daglara benzetip, ben buradan nasil cikarim diye biraz daha kuculursun…
Kim bilir kac yuz kere yaptim bu yolu, neredeyse kafamda uc asagi bes yukari ayni dusuncelerle…Kirmizi ve sarinin agir bastigi bu mevsimde , biraz daha az belirgin olsalar da, o daglarin tepesine kurulan kucuk koylere, evlere bakarak kac kere dusundum oradakilerin yasantilarini, benden, bizden daha mi mutlular, daha mi az dertleri var diye…Oysa hic de oyle degil, daha dogal ve daha saglikli yasadiklari kesin ama daha az dertleri yok, onlarin derdi benim derdimden daha hafif degil. Disardan oyle gozukmese de, baskasinin derdine bakip da ‘ne seninki de dert mi” demenin ne sacma oldugunu gec de olsa ogrendim; derdin ne oldugu degil yasayana ne kadar bir agirlik verdigi dogru kistas…
Tanri "herkesin omuzuna tasiyabilecegi kadar dert yuklermis"; bu Kur-an dan bir ayet ve galiba o masalimsi kitabin icindeki en cok sevdigim ayet. En kotu aninda bile, eger bunun altinda kalkamayacak olsaydim bu bana reva gorulmezdi, demek ki bir cikis yolu var, demek ki ben bunun ustesinden gelebilirim gucunu veren cok buyuk umut var bu ayette…
Kim bilir kac yuz kere yaptim bu yolu, sadece onu dusunerek. Kac kere umut ve heyecan dolu geldim iki gun onceki gibi ve kac kere buruk, mutsuz ayrildim tipki bugun gibi…yine nedenler donuyor kafamda. Bu seferkiler biraz daha farkli ama; neden aramadi, madem birsey yapmak istemiyor neden sanki gorusmek , yeni evini gostererek benimle birseyler paylasmak istiyormus gibi yapiyor, neden hala benimle ugrasiyor, neden bende "o da noktayi koymadi" hissini yasatmaya calisiyor , degil.
Coooooook dusundum ben bunlarin uzerinde, en komplike ve olabilecek en basit sekilde ama bir turlu cevap bulamadim. Doluya koydum olmadi, bosa koydum dolmadi. Danistim bir suru kisiye, igh ihh yine olmadi. Onun icin su anda derdim onun nedenleri degil. Ben neden bunlari yasiyorum, ayni hatayi ikinci kez bilerek asla yapmamayi calisan ben neden tekrar tekrar kendimi ayni noktada buluyorum. Benim bu adamdan ogrenmem gereken gercek sey ne?
Cok seviyorum, cok ozluyorum, onunla olmayi cok istiyorum tamam ama her seferinde ayni noktaya gelinir mi?
Milano’ya girdik, hersey birden degisti…Masmavi, acik gokyuzu iste yine grilesti. Geldigim gibi gidiyorum, griydi hersey geldigimde oyle geri donuyorum....buarada gri sevmedigim bir renktir benim, siyahi da sevmem, griyi de…mumkunse beyaz olsun, mumkunse renkli olsun hersey…Eve gidince de bunu dusunmeliyim, simdi bu ruh halini tasimamaliyim eve, hemen beni oyalacak birseyler bulmaliyim…

3 Kasım 2009 Salı

Portofino degil...RAPALLO


Iste yine burdayim...
Kis gelmis, sehircik bosalmis, issizlasmis, gercek sahiplerine terkedilmis. Sokakta hep tanidik yuzler, kucuk dunyalarinda, doganin onlara hediye ettigi yumusak iklimin aksine dis dunyaya ve kendinden olmayana olabildigince kapali bir sekilde kendi kucuk dertlerinin pesinde kosturuyorlar.
Iste yine burada, kucucuk olmasina ragmen italya'da yasayabilecegim, obur hayatin en yakinlarini buldugum dedigim, dag ile denizin bulustugu yerdeyim...
Hani herkesin yerini bilmese bile askin bulundugu yer olarak bildigi Portofino var ya, tam onun yanindayim...Ben aski Portofino'da bulmadim.
Iste ben aski buldugum yerdeyim...


Aksam uzeri sisli, yagmurlu ve gri Milano'ya indigimden, buraya kadar yaptigim 2 saatlik araba yolculugu boyunca icimde inanilmaz bir heyecan vardi once, oyle ki icim titriyordu. Daglar ve ormanlar arasindan kivrila kivrila indigimiz yol boyunca hep guzel seyler gecirmeye calissamda aklimdan, zaman ilerledikce ve her iki dakikada bir, hemen actigim italyan cep telefonumu kontrol etme manyakligi ile icime dusen karamsarliklar beni ele gecirdi. Her kotu dusuncede, tam tersini dusunerek uzaklastirmaya calissam da hosuma gitmeyenleri, yolun sonuna geldigimde yine bogazim dugumlendi, yine hayallerim yikildi, yine goz pinarlarima toplanan gozyaslarini icime dogru akitmak icin zorladim kendimi bana eslik eden Mauro'ya birsey caktirmamak icin...


Olmadi iste, yine kapiyi calip, kacti muzur cocuk. Bir kere daha korkaklik yapti, yine egosuna yenik dustu, yine hayal kirikligina ugratti beni.


ARAMADI, aramadim ve aramayacagim. Biliyorum ki bunu bekliyor ama artik yapamacagim, gucum yok, gercekten yok....




1 Kasım 2009 Pazar

bir DENIZ daha

En son iki hafta once 17 cm'di,simdi ne kadar oldu bilmiyoruz, aslinda hakkinda henuz bildigimiz fazla birsey yok; kiz mi olacak erkek mi? kime benzeyecek, huyu suyu nasil olacak, anneannesinin duasi mi yoksa bedduasi mi tutacak bilmiyoruz...
Bunlari bilmiyoruz ama bildiklerimiz de var, mesela ne olursa olsun adinin "DENIZ" olacagini, en az ismini aldigi kadar sansli ama yeni bir versiyon olarak ondan daha ilerde olacagini biliyoruz. Sonra ne cok sevilecegini, ne cok ihtimam gorecegini, herseyin en iyisinin verilmeye calisilip, en iyisine layik oldugu duygusunun ogretilecegini, anasinin biricik kuzusu ve babasinin kiymetlisi olacagini biliyoruz...

Guzel, cok guzel isim DENIZ...Cok yakisacak heyecanla bekledigim velede...

1980-81-82-83...2009

Evime girip de, birkaç nezaket sahibi kisi dışında, televizyonuma laf etmeyeni gormedim şimdiye kadar, halbuki çok güzel...Eski teknoloji, bildiğin tüplü, devasa bir şey. İşime yarıyor mu, yarıyor, odaya başka bir hava katıyor mu, tabii ki evet, ben öyle televizyon delilerinden miyim, hayır...ehh o zaman, rengi solmaya, sesi kısılmaya, emekli olmaya karar verene kadar biraz da inattan galiba televizyonumu degistirmiyorum...
Kendisine laf ettirmemekle birlikte, aylarca acmadigim olur bu mereti, ama simdi yeniden, bize cok da yakin bir donemi anlatan Bu Kalp Seni Unutur mu? dizisi icin haftada bir kesin beraberiz...Icim katila katila ve goz yaslarimi tutamayarak da seyretsem, her türlüye bilgiye aç ve ne bulursam okuduğum bu dönem için çok uygun bir dizi.
Bize hem çok yakın ama bir o kadar da uzak..Bu sefer herşey çok tanıdık, isimler, arabalar, kıyafetler, yaşamlar hep bizden..Ama işte yasanan olaylar ve bıraktığı izler benden o kadar uzak ki, o yillardaki bizi dusundurtuyor devamli...

1980 darbesinde 6 yaşımdaydım..6 yaş o kadar da çevrende olup biteni hatırlayamayacağın bir yaş değil açıkçası, üstelik 3-4 yaşlarıma dair çok fazla ve çok net hatıralar kafamda iken ancak darbeye ve darbe sonrasındaki bize yansıyan yaşantınin hissettirdikleri hakkında hiçbirşey hatırlamıyorum.
Kenan Evreni Tv de konuşurken hatırlıyorum, tv de her daim çalan kahramanlık türkülerin melodisini de ama hepsi bu. Dışarı çıkardık, oyun oynardık, seyahat ederdik ama kafama kazınmış asker görüntüleri yok mesela, yada sokağa çıkma yasağı..Gerçi 6 yaşında olduğumdan yasağın başladığı saatte ben çoktan uyumuş olduğumdan herhalde onu hissetmemiş olmam doğal,zira Adile Naşit'in uykudan öncesini seyrettikten sonra, akıllı ve söz dinleyen tüm diğer çocuklar gibi ben de direk gidip yatardım, ertesi gün benim adımı da söylemesi umuduyla...
Ama bunun dışında hiçbir kalmamış aklımda.
Bunları düşünürken sonraki birkaç seneyi geçirdim aklımdan, hafıza nerede yeniden başlıyor diye ve birden enteresan birşey farkettim..

1980'den hatırladığım çok şey var...oturduğumuz ev, oyun arkadaşlarım, oynadığımız oyunlar...Darbe yok, darbe ve onun ile ilgili herşey sıfır..

1981'de ki görüntüler daha net ve daha çok...Yasitlarima gore minicik ve eski kose yastigidurumumdan cok uzak, zayif bir cocuk oldugumdan, babamin 'bunu okulda ezerler' korkusu ile beni ikna cabalari, iki cadi madame marika ve dps' in manupulasyonu ile boyum kadar bir bebekle okula gitmekten vazgecirilisim, butun yil boyunca ben nerede o orada meshur bebekle basimizdan gecen bir suru hikaye, tv daki koy okulu programindan okuma-yazma ogrenisim...
Hatirlamadigim ise yatili okul sebebi ile abim ile ayrilisimiz..Kucukken de bayilirdim ben abime, hep pesinde gezerdim, o da benim ile ilgiliydi cok, hep oynar, 7 yas farka ragmen arkadaslari ile gezdirirdi beni...Ama nasil ayrildim, ne zaman gitti, ben ne yaptim, arkasindan agladim mi sordum mu hic hatirlamiyorum...
Simdi dusunuyorum da zaten o seneden sonra, universiteteyi disarda okumasi ve sonrasinda evlenmesiyle bir daha hic ayni evde yasamadik..Bu satirlari yazarken farkettigim diger birsey ki liseden sonra biz abimle bir daha hic ayni sehirde de yasamadik.......ahh soktayim!
Hep cok yakindik, o hep vardi, olmadigi zamanlar bile ama benim bunu suana kadar hic farketmemis olmam guzel birsey mi yoksa absurd mu karar veremedim birden...

1982 de cok net...Bu sefer babam ile ayrildik...Yillar yillar sonra ogrendim bu ayriligin sebebini ve nereye gittigini; bir arkadas toplulugunda yapilan politik tartisma sonrasi, dogunun en ucuna tayin edilmis, daha dogrusu surulmustu...Ben o zaman bilmiyordum tabii ama olmadigini hatirliyorum, devamli telefon ile konustugumuzu, uzaktan anneler gunu icin bize yardim ettigini, anneme binbir heyecanla aldigimiz gaz lambasini, verdigimiz ani, hediye paketini bile.
Sonra kutu gibi, kucucuk, simdi nasil sigdigimizi hayal edemedigim o bahceli evden, ailenin tum kadinlari olarak o genis apartiman katina tasinmamizi ve bundan ne kadar mutlu oldugumu hatirliyorum. O eve dair hersey cok net, odalarinin detaylari bile.

1983 de yine bir gariplik var...1 senelik ayriliktan sonra hepimiz yeniden, yepyeni bir hayata basladik...Arkadaslarimi, okul gunlerimi, sokaktaki oyunlari herseyi cok iyi hatirliyorum da babamin ameliyatini hatirlamiyorum. 9 yasimdayim, babam ameliyat oluyor, ameliyat oncesi donemi hatta hastaligi nasil farkettiklerini bile hatirliyorum ama sonrasi yok. Benim o ameliyat ile ilgili aklimda sadece ve sadece bir kare var, baska hicbirsey yok. Yillar icerisinde konusuldugunda ise oyle bir haftalik birsey olmadigini cok uzun surdugunu, babamin uzun sure hastahanede kaldigini ve cok daha da ileri ki yillarda, o zaman ona kanser teshisi konuldugunu ogreniyorum. Konusuyorlar, anlatiyorlar ince ince ama hicbir sey ifade etmiyor.
O senenin neredeyse her detayini hatirliyorum ama bunu degil...

Veee sonraki yillarda, bu yasima kadar beni uzen kisiler ve olaylari hatirlamak icin zorladigimda kendimi farkediyorum ki beynim kotu olaylari tek tek, itina ile siliyor, hicbir iz birakmadan, sanki hic yasanmamis gibi..
Belli ki bir tur savunma mekanizmasi bu ama ne kadar saglikli emin olamadim birden, beyin bunlari siliyor da disari atmiyor sonucta, en gizli, en geride, en ulasilmasi zor yerlere depoluyor da bunlar bana yol su elektrik olarak geri donuyor mu?
Mesela en basiti, sevgimi verdigim tum insanlar icin gecerli ama en cok da asik olup olmaksizin, birseyler paylastigim ve kalbimi actigim o adamlari, canimi cok acitsalar bile hayatimdan cikaramiyor ve birseylere hemen nokta koyamiyor olmamda ki sebep, beni birer sene ara ile 7 ve 8 yasimda birakip giden o taparcasina sevdigim, hayatimda ki ilk erkekler olabilir mi?
Belki de, hatta degil belki mutlaka cok aci cektim ve beden bunun ile basetmem icin sildi herseyi ama ayrilik ve birakilma acisi bir bilgi olarak kaldi bir yerlerde..Bu olabilir mi ?
Istenilmedigim veya tercih edilmedigimde duydugum telasinin altinda , abim ve babam gittiklerinde, her cocukta olan "ben kotu birsey yaptim da, beni onun icin mi biraktilar?" psikolojisi olabilir mi?
Gercekten, neredeyse herbirinin ardindan, uzun sure kapatamiyor ve ilerleyemiyor olmamin sebebi bu olabilir mi ?
Amannnnnnnn Tanrimmmmm.....Soktayimmmmmm!!!!!!!