2 Eylül 2012 Pazar

Eve Dönüş


02.09.2012 - www.haberboyu.com'da çıkan köşe yazım...

Döndüm sonunda yedi tepeli Istanbul'a...

Girdim şehirden içeri, bakındım bir etrafıma farklı bir şey var mı diye; kalabalığı da aynı geldi, telaşı da. Denizi de yerli yerinde duruyordu, içinde oradan oraya koşuşturan insanları da. Önce bir şehire, sonra da kendime baktım acaba yokluğumuzda eksildik mi diye ama ne o benim gidip de döndüğümden haberdardı ne de ben onun bensiz günlerinde neler yaptığının merakında. Yine de iki eski dost, iki hercai, iki zıp zıp ruh olarak selamladık birbirimizi sessizce; yadırgamadım.

Girdim evimden içeri, durdum kapı ağzında, bakındım bir etrafıma; huzuru da aynı geldi, kokusu da, ışığı da. Sanki hiç gitmemişim gibi hissettim, dolanmadım bile odalarında. Bir benjamine baktım boynunu büktü mü diye, bir de pencereden dışarı. Denizi de yerli yerinde duruyordu, içinde kaybolan vızır vızır vapurları da. Önce bir eve, sonra kendime baktım acaba yokluğumuzu hissettik mi diye; o boş, eksik, ruhsuz kalmıştı bensiz ama ben bilemedim. Uzaktan bir siren sesi geldi, dinledim, püfür püfür bir rüzgar esti, içime çektim, selamlaştık mahremimle sessizce; ama yine yadırgamadım.

Bozmadım jilet gibi düzgün duran koltukları, gittim küçük siyah kuşun karşısındaki masaya oturdum, baktım uzun uzun. "Önce bülbül dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp" dedi, özlemden bahsediyor diye düşündüm. Ve başladım düşünmeye; tüm bu uzaklaşmalar, dönüp de yadırgamamalar; gidip de sanki hiç gitmemiş gibi hissetmeler niye? Özlemiyor muyum ben bana ait olanları ? Eksik kalmıyor, bir şeyler kaçırmıyor muyum yokluğumda? Ne biçim bir ruh, nasıl biriyim ben ve kaç ben var benden içeri?

Ve anlıdım ki çok da at ile deve, üzerinde uzun uzun düşünülecek, büyütülecek bir olay değil bu. Zira ben de sadece bir insanım ve içimde hissettiklerim ise benim normalim. Kimseden yok bir farkım, varsa azıcık o da kendime çizdiğim sınırlarım geniş, mekan, uzaklık, mesafe kavramım yok benim. Sağlam köklerimle tutunmuşum buralara ama dallarım uzun, gölgem kendimden büyük. Nerede olsa yaşıyor, yaşadığım yeri ev kabul edebiliyorum. Ne eşyalara bağlanıyorum ne de rutine. Biliyorum ya ait olduğum, hep kabul gördüğüm bir dünya var  ve gitsem de bin fersah uzaklara, döndüğümde alacaklar beni içeri; bir şeyler kaçırıyorum telaşını hissetmiyorum. Ben farkettim ki hiçbir yeri ve kimseyi benimsemiyor, bana ait olarak görmüyorum. Bir tek aşk, bir tek sevgili bağlıyor beni olduğum topraklara, onun da neresi olduğu farketmiyor. Meselenin özü insan olmakta, gittiğin yerde insan bulmaktan geçiyor. O da her yerde var, ve insanlar hep aynı, aralarından benim dilimden anlayanı seçiyorum. Zira herkesi de sevmiyor, beğenmediklerimle yüz göz olmuyor, en çok da görgüsüz ve hazımsızlardan uzak duruyorum.

Bu herkesi sevmeme, birilerini beğenmeme durumumun üzerinde de duruyorum iki dakika, sana ne milletin yaşama şeklinden, hayata bakışından diye ama sonunda onun için de hazır bir cevap buluyorum.

Çünkü biz sadece bir insanız. Yaşayalım diye etten kemikten, görelim, hissedelim diye ruhtan ve duygudan yaratılmışız. Hepimizin içinde sevgi kadar nefret de var. Mayamıza merhametin yanına acımasızlık da katılmış, ne zaman hangisini çıkaracağımız belli olmuyor. Yüce gönüllerimizle varımızı yoğumuzu ortaya koyabiliyor ama bir o kadar da bencil ve şımarık olabiliyoruz. O kadar çok birbiri ile zıt duygularla harmanlanmış ki ruhumuz sadece arada yolu şaşırabiliyoruz. Hepimiz hem iyiyiz, hem de kötü. Hepimizin içinde hırs da var, sevgi de var, aşk da var, kıskançlık da var, tutku da var, heyecan da. Sadece bazılarımız korkağız, sevmezler bizi diye kötü olanların üstünü örtmeye çalışıp acemi bir telaşla, saçmalıyoruz hayatta; kimilerimiz kabullenip duygusunu, üstünden geçip gidiyoruz cesurca.


Demem o ki hissettiğimiz her türlü duygu normal, her duygu insana mahsus! Yeter ki kimseye dokunmasın, kimsenin canını yakmasın...Yeter ki adını koyalım, kendimize karşı dürüst olalım. Hissedilen duygunun anormali yok. Herkes gibi özlememek de normal, kendini tek bir yere ait hissetmemek de. Gidip gidip dönmek, döndüğünde hiç gitmemiş gibi hissetmek de.

Dönüyorum Küçük Siyah Kuş'a, yok şekerim, ne eksikliğinizi hissettim, ne yarım kaldım yokluğunuzda, ne de özledim sizi diyorum. Ama mutluyum döndüğüm ve dönüp de bana göğsünüzü açtığınız için diyorum. Şahane olaylarla, şahane duygularla dolu bir sonbahar olsun hepimize...















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder