24 Mart 2013 Pazar

Dağ Başında


Bu hafta size, denizden 2100 metre yukarıdan, çok sevdiğim bir dağ köyünden yazıyorum. Köyün adı Breuil Cervinia, dağının adı Cervino ( Matterhorn ), 4.477 metre yüksekliği ve piramite benzer görüntüsü ile çok heybetli, bir o kadar da güzel görünüyor bana. Bir yüzü Italya'ya, diğer yüzü Isviçre'ye bakıyor, bir taraftan diğerine zıplarken, sınırların kağıtlar üzerine çizilmiş bir çizgiden ibaret olduğu hissini veriyor.
Her seferinde ezber bozduruyor bu dağ bana; bütün korkularımın, kendime biçtiğim limitlerin sadece kafamın içinde olduğunu yineliyor. Kendini özgür, rahat bırakıp, şartlara uyum sağladığında aşamadığın engelin, geçemeyeceğin dağın olmadığını gösteriyor. Ögrenip de unuttuklarımı hatırlatıyor, bembeyaz karlarla kaplı tepeleri, mutlak sessizliği ile huzur veriyor.

Daha gelmeden önce kararlıyımdım bu hafta Cervinia hakkında yazmaya. Her mahallenin bir delisi, her köyün bir çeşmesi, her dağın bir efsanesi vardır inancı ile keşfedip hikayesini, burayı anlatacaktım sizi. Ama gelip de bize hoşgeldiniz demek için otele kadar gelen Luca ve ailesini görünce, aslında neden bu kadar sevdiğimi anladım burayı ve yine doğansından çok içindeki insanlarının, yerleri güzelleştirdiğini hatırladım. Luca burada olduğum sürece zihnimi boşaltmamı, bir kere daha sınırlarımı genişletmemi, kendi kendime koyduğum blokajları kaldırmamı sağladı ve ben bir kere daha bir kişiyi dinlemek, takip etmek, kendini olduğu gibi bırakmak için, hissedilen sevginin,  gösterilen iyi niyetin falan hikayeden ibaret, anahtar kelimenin sadece "güvenmek" olduğunu düşündüm. Yanında seni tanıdığını, ruhunu, korkularını, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını bilen biri olduğuna inandığında, korksan da sorgulamıyor, bırakıyorsun kendini boşluğa. Düşmemen için elinden geleni yapacağını, düştüğünde ise yanında olacağını bildiğinden, çarpsa da kalbin küt küt, kapatıp gözünü peşi sıra gidiyorsun. Güvenince birine yapabileceklerinin sayısı artıyor, keyif alıyor, keyif veriyorsun. Güvenebileceğin insanları bulmak zenginleştiriyor, güçlü, neşeli, cesur bir insan olmanı sağlıyor aslında.

Ilk tanıştığım gün güvenmiştim Luca'ya... Bu köyün tüm halkı gibi samimi, şeker ve kibardı ama sebep bu değildi elbet. Ben anlattım dinledi, anlamaya çalıştı beni. Başımı boş bırakmadı ama gereksiz de iteklemedi beni. Önce anlattı tek tek sabırla, mantığıma ulaştı, sonra hep yanımda olacağını hissettirdi. Yıllarca ayağıma geçirmediğim kayaklar işin bahanesi, her şey kafadaydı ona göre, bir bağ kurup benimle, yolumu buldurdu. O konuştu saatlerce, bu sefer ben dinledim ve ilk intibam "güvenilir" olduğuydu. Bu adamla çıkabilir, bırakabilirdim kendimi dağlardan aşağıya. Ilk intibama güvenip ben de hakikaten bıraktım önce kendimi zirvelerden aşağıya, sonra korkularımı Cervino'nun karlarının arasına. Korkularım ile kalbim de kaldı bu dağda, yine ve yeniden dönmek istedim. Ve ne garip bir şeydir şu ilk intiba, değişmez hiç, hep son olarak kalır. Arada bir, ilk düşüncende ne kadar yanıldığını zanneder, hayıflanırsın ama o ilk intibanın ne kadar doğru olduğunu anlarsın sonunda mutlaka.

Insan sever bir kişi olarak, herkesi sevmemem ve tam bir sevgi arsızı olarak, herkes tarafından sevilmeyi beklememem hayattaki en büyük çelişkilerimden biri gözükse de çok takmıyorum kafaya. Çünkü herkesi sevmem gerektiğine gerçekten inanmıyor ve herkesin de bana bayılmasını gerçekten beklemiyorum. Sevgi bir ten uyuşmasıdır ve her tenin birbirine uygun olduğunu düşünmüyorum. Yeni biri ile tanıştığımda, tenim, aklım, işte o her neyse içerden bir işaret veriyor, ilk intibamı oluşturuyor. Bazen insanlara dair karşı çok acımasız, çok aceleci kararlar verdiğimi düşünüp, kendime kızıyorsam da sonunda mutlaka adını koyamadığım bir his ile başında ne kadar haklı olduğumu anlıyorum. Benim birini sevmemem veya o kişi ile herhangi bir ilişkiye girmememin karşımdaki insanın kötü olduğu anlamına gelmediğini biliyorum ama bana uygun olmadığını biliyor, yaşantımda olmasına izin vermiyor ve bunda da ilk intiba son intiba'dır sözünün etkisinin büyük olduğuna inanıyorum. Sanki her birimizin içinde bir sensor var, adeta bünyenin kaldırıp kaldıramayacağının sinyalini yayıyor. Sonuçta herkesin bakış açısı, etik anlayışı, inançları, yaşama şekilleri birbirinden farklı, illa herkesi yaşantılarımıza buyur etmemiz gerektiğini düşünmüyorum.

Son bir kaç haftadır zihnimde dolaşan bazı düşüncelerin, duyduğum bazı hikayelerin kahramanları hakkındaki fikirlerimin üzerine Luca ile buluşmamızda da eklenince, kim neye inanırsa inansın, ben "ilk intibanın" ne kadar doğru olduğuna karar veriyorum. Dinlememiz gereken tek sesin, içimizdeki ses olduğuna, başka kimseye de kulak asmamamız gerektiğine inanıyorum. Hayatta bizim için güvenilir, bizi zenginleştireceğini, keyiflendiriceğini bildiğimiz insanları içimizdeki sesimizin, tenimizin, ilk intibamızın seçtiğini düşünüyorum. Bulduğumuz insana teslim olmanın ise şart olduğunu biliyorum.

Insan bedeni 2000-3000 metrelerde dolaşınca, zihni de açılıyor. Insan doğru seçimler yaptığını, doğru insanlarını hayatına aldığını görünce gücü de artıyor. Herşey insanın kafasında, bilgiler ise içeride çok derinlerde ve bu dağ başında benim bir kere daha öğrendiğim şudur ki, kafaları özgür bırakacak, içindeki sese de sonuna kadar kulak kesileceksin. Gerisi hikaye, kim ne derse desin gerisi palavra...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder