6 Aralık 2009 Pazar

Yağlı Boyalardan Gittik



Çimlerin üzerinde durup,kafamı çevirdiğimde, ahşap bir evin kapısı ve kapıya yapılmış boydan boya yağlı boya resim dikkatimi çekiyor; "aging with love" yazıyor bir yerlerinde yada biri kulağıma fısıldıyor, hatırlamıyorum. Çocuklar yapmişlar bu resimleri ve evin sahibi bırakmış öyle, dokunmamış, hep orada kalsın istemiş, silinmesin unutulmasın istemiş. Sonra o evin girişmenlere ait olduğunu öğreniyorum, ne alaka bilmiyorum ama acayip hoşuma gidiyor rengarenk, devasa, çocuk ellerinden çıkan resimler. En çok mavi rengini ve kırmızı kalbi hatırliyorum, kalp büyüyor, küçüluyor ama hiç yok olmuyor ve "aging with love" kalıyor kulağımın bir köşesinde....

Hop hoopp Sirmione'de patika bir yolda yürüyoruz,gerçekte orası değil, crown koluma girmiş, e.e ve birkaç kişi daha; yanımızdan tümerdem geçiyor bir kız arkadaşı ile, e.e selamlaşıyor ki gerçek hayatta tanımaz, ben kafamı öbür tarafa çevirip görmemezliğe geliyorum, bizden uzaklaşıpta kıvrılan yolun altına geçtiklerinde, fikir değiştirip "z....." diye sesleniyorum, kafayı yukarı kaldırıp da baktığında beni tanımıyor, kendimi tanıtıyorum, nerden tanıştığımızı söylüyorum ama "kusura bakma hatırlayamadım" diyor. Yanındaki arkadaşı ise uyumadan önce facebookta fotografını gördüğüm mıncık'ın sevgilisi ama burda sanki onlar sevgililer (gerçek hayatta lezbiyen durumu yok tabii )...
Neyse yürürken yolda laser'i aramak var aklımda, gelmişten o kadar yakınına aramamak olmaz diyorum. Hepimiz açız, sushi yemek istiyoruz, küçücük bir dükkana giriyoruz ve laser ve annesi ile karşılaşıyoruz, gerçek hayatta da çok sevdiğim anneye sıkı sıkı sarılıyorum, hadi sizde bize katılın derken laser biraz telaşlı, istemiyor bizim ile oturmak, tam ayrılacakken onlardan masalarında ki uzun kestane renkli saçlı kız dikkatimi çekiyor, görmüyorum yüzünü, saçları kapatıyor ama uzun boylu, endamlı bir kız olduğunu ve laser'in acaba neden rahatsız olduğunu düşünüp kızların yanına dönüyorum. Restaurant küçücük ama biz özel bir bölmedeyiz, bir tezgah ve karşısında bir masa var o kadar, oturacak yer bile yok. Siparişler verilmiş, kızlar abartmış, masada yok yok, ayak üstü atıştırırken niye bu kadar çok sipariş ettiniz, delirdiniz herhlade diyorum ama kimse bana aldırmıyor, e.e'nin kardeşi e. tabağıma birşeyler koyup duruyor.

Hop hooppp yemyeşil bir denizin uzerinde bir iskeledeyim, iki kere çantamı denize düşürüyorum ve ikincisinde 6 yaşındaki bir çocuk dalıp çıkarıyor, kim olduğunu hatırlamıyorum çocuğun ama gerçek hayatta tanıdıklarımdan biri, yakınız, sözümü dinliyor. Son düşen çantanın içinde cep telefonu var ama kart benim değil, benim kartıma birsey olmuyor, hemen telefonun içi kurusun diye açtığımda ıslanmadığını, birşey olmadığını görüyorum, hem seviniyorum hem de biraz şaşırıyorum.

Hoop hop yeniden kızlar ile birlikte ayni küçük restauranttayım, gidip gelmişim belli çünkü döndüğümde herbirinin önünde kağıtlar, oturmuşlar yağlı boya resim yapıyorlar ve o kadar inanılmaz şeyler yapmışlar ki, nasıl olabilir böyle birsey diyorum, hepsi mi bu kadar yetenekliydi resme karşı derken, e.e daha fazla dayanamayıp, sırrı açıklayıveriyor, karbon kağıdı ile kopya çekip sadece boyamalarını yaptıklarını söylüyor, gülüyorum, birden gözüme küçücük kız çocukları gibi görünüyorlar. Hatta simonpour öylesine kaptırmış ki kendini kopya resmi facebook'una post ediyor :)

Hoop hooop acayip bir odadayım, çok ağır koyu mobilyalı, çok büyük bir yer, benim ofisimmiş orası. Birileri geliyor, toplantı yapmam lazım. Yüksek tavandan boydan boya inen pencerenin önündeki masama yürüyorum, crown da peşimde, bakıp kendisine masaya oturuyorum, canım şimdi benim iş yapmam gerekiyor dercesine, sonra bir dönuyorum soluma bir koltuk daha var masada hoopp o da benim yanıma oturuveriyor. Ofis benim ofisimmiş ama devsa ekranlara, yüksek tavanlara, tüm duvarı kaplayan kütüphaneye, hiç benim tarzım olmayan ağır mobilyalara hayretler içerisinde bakıp, karşımda kim olduğunu hatırlamadığım amcalara ciddi ciddi anlatmaya başlıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder