12 Aralık 2009 Cumartesi

Bizim Mahalle, biraz daha büyüğü işte bizim Ülke



Devamlı şanslı biri olduğumu dile getiriyorum ya; işime araba ile 1,5 dakika mesafedeki ve hala o eski mahallelerin ruhunu taşıyan yerdeki dışı sıcak, çok şükür sonunda içi de sıcacık evim bu söylememi güçlendiren şeylerden biridir.

Evet bu koca şehrin içinde, bakkalı ile manavı ile o çocukluğumuzda ki mahalleleri andıran bir yerde yaşıyorum ben. Hem şehrin göbeğindeyim hem de istersem sessiz sedasız, dünyadaki karmaşadan uzağım. Komşular kimler derseniz, her türlüsü mevcut; gazetecisinden, trend gece klübü sahibine, politikacısından, ülkenin önde gelen işadamlarına, yayınevi sahibinden, mimarından, sanatçısına, eğitim düzeyi yüksek, medeni olması beklenen, hadi biraz daha abartayım Türkiye'nin aydınlık yüzleri.
Ama lafta tabii, bana sorarsanız okumak ile adam olunmayacağının en iyi göstergesi, başarı ile parayı hazmetmeyi bilmeyince ortaya çıkan eğreti görüntüyü gözler önüne seren, hep bana hep bana deyip, kendinden başkasına saygı duymayı bilmeyen, medeniyetten bin fersah uzak bir insan grubu derim.
6 senedir yaşadığım bu çıkmaz sokakta, öyle davranışlara ve sahnelere şahit oldum ki, bunlar böyle yaparsa, zavallı cahiller neden yapmasın dediğim o kadar çok an oldu ki benim...
Sokak ortasında bağrış çağrış kavgalar mı dersin, sen benim kim olduğumu biliyor musun nidaları mi dersin, benim evimin önü, param da var gücüm de var, yediririm belediye para, kimseyi buralara park ettirmem gövde gösterileri mi dersin...Ne ararsan yani...Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kendi bildiğinden başkasını tanımayan, kendi dışında kimsenin hakkı hukuku olduğunu kabul etmeyen, namedeni bir sürü insancık işte...

Bense, 6 senedir ne ve kim olduğu anlaşılamamış, mahallenin delisiyim onlar için. Sokağa adım attığı anda, kapıcısından, bekçisine, tanıdığı ve tanımadığı herkese Allah'ın bir selamını eksik etmeyip, hal hatır soran, hiç beklemedikleri yerlerde karşılarına çıkan, hoşuna gitmeyen ve sınırlarına girildiğine inandığı birşey karşısında mutlaka altında adı ve soyadı yazılı nazik bir not bırakarak, bir daha aynı hareketin tekrarlanmamasını dile getiren, asla sesini yükseltmeyen, yanlış birşey yaptığında bir küçük çikolata kutusu ile kapılarına dikilip, özür dileyen, samimi gibi ama mesafeli, uzak değil ama içlerine de girmeyen bir muammayım. Onun içinde mutluyum, dokunmuyorlar bana yada dokunmadan önce bir düşünüyorlar ama işte yine de onların arasında, hergün yaptıkları saçmalıkları, yaaa sabır diye yaşamak zorundayım.

Tıpkı daha büyüğü ülkemde olduğu gibi...
Ortaokulda Martin Luther King ve Gandhi derslerimiz vardı bizim, bildiğin ders, istesen de istemesen de okumak zorundaydın. Çok da severdim bu iki karakteri, humanist terimini hayatıma sokan iki karakter.
Ancak ne yazık ki bir humanist olmadığımı anlamam çok sürmedi, sevmiyordum işte herkesi, olduğu gibi herkesi hayatımda kabul edemiyordum.
Üniversite yıllarımda gerçek bir demokrat olmadığımı anladım...
En azgın sağcısından, en koyu solcusuna ne ararsan bulunan ve neredeyse ülkenin bir aynası olan büyük aile içerisindeki hararetli politik kavgalar ile birlikte apolitize oldum.
Hep kötü, hep umutsuz, hep iç karartıcı, hep korku salan haberler veriyorlar diye yıllarca gazete almadım, televizyonda haberleri başından sonuna seyretmedim. Uzun yıllar başlıklarla idare ettim ama satır aralarıni hiç okumadım.
Atatürkçüydüm, laiktim ve bu kadardım, teoride kabul etmiyordum benden olmayanları ama pratikte öyleymişim gibi de davranmıyordum, çarşaflılar ve molla kıyafetliler dışında kimseye o zaman da kötü gözle bakmadım, rencide etmedim, haklarına saygısızlıkta bulunmadım. O zaman da biri ermeni, kurt, alevi diye arkadaşlık etmemezlik yapmadım ama ağzımı açıp da konuşsam kim bilir neler söylerdim. Sadece Diyarbakır'a "Kürdistan" dediği için okuldan bir italyan kız arkadaşımla çaktırmadan alakamı kestim ama Allah'tan pür bir apolitize olarak, bu konulara hiç girmemiş ve ağzımı açmamıştım. Zira bugün söyleyeceklerim neredeyse tam tersi olurdu ve zira onları söylediğim için çok utanırdım.

Ben bir kadın olmanın en güzel yanlarından biri olan, kendine dönme, kendine ve hayatına tekrar tekrar yeniden bakma, hatalardan ders alıp ilerleme güdüsü ile birgün çok büyük bir bilgi açlığına düştüm ve hayatın sadece benimkinden ibaret olmadığını, dışarda olan bitenin benim hayatıma da etkisinin büyük olduğunu ve onu görmezden gelemeyeceğimi kavradım ve bütün eksikliklerimi, kulaktan dolma bilgilerimi, tabularımı yıkmaya doğru adım attım. Veee bu sabah kalkıpta, birbirinden üç ayrı gezegen, günlük olarak okuduğum gazeteleri okuduğumda ve sinirlendiğimde "artık tam bir demokrat" olduğumu anladım.

Dün Anayasa Mahkemesi DTP'yi kapatma kararı vermiş. Tabii ki DTP yi veya eylemlerini desteklediğim icin değil ama bu ülkede farklı olanı, durduramadığını, önüne geçemediğini kapatark, yasaklayarak, örtbas ederek önlem alınmasına feci halde kıl oluyorum.
DTP bir avuç beceriksiz olarak, kendisini bu ülkede nefret kelimesinden başka hiçbir duyguyu uyandırmayan bir örgütten sıyrılmayı başaramamış ve temsil ettiği o insanlara da ihanet etmiş bir parti ama onu kapatınca ne oldu? Olay bitti mi? Şimdi herşey daha mı güllük gülistan olacak, o dağlarda hayatını kaybeden zavallı çocukların arkası gelmeyecek mi? Hayır bugün bunu kapattında yarın bir başkası açilmayacak mı? Sonuçta son yirmi yıl içinde kapattığın 6.ci kürt partisi değil mi bu?
Daha önce de partiler kapattın, o kapattığın partiler içerisinde yetişenler bugün bu ülkeyi yönetmiyorlar mı?
Beni de temsil eden bir parti yok bu ülkede, benim de başımda olanı ben seçmedim, başkalarının seçimi idi, yeri geldiğinde halkın iradesi diyorsun ama ülkenin ücte birini oluşturan bir kesimin partisini hooop kapatıyorsun.
Hayir yasaklayarak, pasifleştirdiğini zannederek, susturarak nereye kadar ?
Baş edemediğin için, hoşuna gitmediği için duydukların, youtube kapattın da ne oldu? Youtube bitti mi, daha da komiği youtube u takip edenler takip etmeyi mi bıraktı, bin şekille girmeyi yine başarmadılar mı?

Einstein'ın çok sevdigim bir sözü var : "devamlı aynı şekilde hareket ederek, farklı sonuçlar elde etmeyi beklemek, deliliktir "...Allah aşkına işinize gelmeyeni, istemediğinizi zorla değil akıl yolu ile altetmeyi deneyin artık. Bunlar ile uğraşacağınıza, halk arasında düşmanlık yaratacağınıza, paraları oluk oluk savaşa, kana akıtacağınıza, bu ülkede yaşayan ilgiye muhtaç her Turk vatandaşına harcayın.

Ben seviyorum bu ülkede bu kadar renk olmasını, hep içiçe girmiş bir kültürün parçası olmayı. Bayiliyorum Diyarbakır ermenisi Mari ile yahudi ortağı Metin'in neşeli mekanında ( restaurantin adi Mekan ) yemek yemeği, ayrılırken bana o aksanlı dili ile methiyeler döküp, boynuma sarılmasına. Benim bir derdim yok benden farklı olanlarla yaşamakla, benim bir derdim yok başörtülü kızın en doğal hakkı okumasıyla, benim bir derdim yok başka bir etniğin parlamentoda temsil edilmesiyle hatta zorunlu Türkçe dersi ile birlikte kendi dilinde eğitim alması ve kendi kültürünü öğrenmesiyle; benim bunlarla derdim yok, derdim varmış gibi ortalığı bulandırmayın.
Bu ülkenin demokrasiye ihtiyacı var, bireylerinin huzur içinde yaşamaya, başıma birşey gelirse kendini emanet edebileceği bir hukuka ihtiyacı var. Sizler sesleri kısmak yerine çok seslilikten en güzeline ulaşmayı deneyin.

Siz de işte aynı bizim mahalledekiler gibisiniz, güya okumuş etmiş, Türkiye'nin aydınlık yüzlerisiniz ama elinizde güç var ya, canınız nasıl isterse...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder