8 Eylül 2012 Cumartesi

UMUT


Düşündüklerini, hissettiklerini herkesin ulaşabileceği bir platforma taşıyıp, öylece ulu ortaya bıraktığında, peşi sıra gelebilecek tüm yorum ve eleştirilere de kendini açmış oluyorsun. Sanal dünya dipsiz kuyu; bıraktıkların nerelerde, kimlere ulaşıyor hiç bilmiyorsun. Dümdüz bir ovanın ortasında, nereden, ne geleceğinden habersiz, siper alamadan, kalkan kullanmadan öylece duruyor, bekliyorsun.

Bazen yumuşacık bir onaylama geliyor mutlu oluyor, bazen takdir ediliyor gururlanıyorsun. Kıymet verip fikir soranlar oluyor, elin kolun bağlanıyor. Yok ki senin öyle bir ehliyetin, ne diyeceksin böyle uzaktan diye kendini yiyor, çaresiz hissediyorsun. Bir bakıyorsun, 21 yaşında, güzeller güzeli, gencecik bir kız içini döktüğü mektubunu "yazılarınız bana umut veriyor" diye bitirip, küçücük boyu ile canına okuyor. Bir yandan korkuyor, Tanrım ben bu yükün altından nasıl kalkarım diye telaşlanıyorsun, bir yanda da doğru yoldayım, daha nasıl ileri gidebilirim diye gaza gelip heyecanlanıyorsun. Ve bu, madalyonun sadece bir tarafı ki, diğer taraf da en az bu taraf kadar renkli, bu taraf kadar heyecanlı, bu taraf kadar aklı allak bullak eden cinsten oluyor. Kimisi nezaketi elden bırakmadan, içinden öylece akıttığın düşüncelerini "çok dahiyane" bulduğunu dile getirip, iğneliyor, kimileri ise ısrarla  bunları "nerenden!" çıkardığını merak ediyor. Bazen uzun bir yorum alıyor, yorum ile konuyu bağdaştıramıyor, okumadan öylesine mi yaptı bu yorumu acaba diye kafa patlatıyorsun. Ama sonunda yine de acaba ben mi doğru ifade edememedim diye kendini sorgulamaya başlıyorsun. Ne yüzeysel yaşıyor, ne de hayatı ne kadar hafife alıyor olman kalıyor; kritikten öte yargılanmanın en hevesli, en aceleci, en tahammülsüz yüzü ile karşı karşıya kalıyorsun.

Tanımadığın insanların, bilmediğin dertlerine dertleniyor, dokunmadığın hayatlarda neler yaşanıyor olduğunu tahmin etmeye çalışıyorsun. Iyi yada kötü, sana yazan herkesi merak ediyor, biraz yazdıklarından biraz da facebook sayfalarından bir profil çıkarmaya, onları sanaldan gerçeğe taşımaya çabalıyorsun. Bildiğin, yaşadığın hayattan bir farkı yok aslında. Sevenin de oluyor sevmeyenin de, takdir edenin de oluyor, iğneleyip, kötüleyenin de. Tek farkı tanımıyor, bilmiyorsun kim tüm bu insanlar? Tek farkı, sonuna kadar açtığın dünyana kimin gireceğine sen karar vermiyor ama seçiliyor, benimki gibi bir karakteriniz varsa da ne olursa olsun seçilmek istiyorsun. Hayata benim baktığım gibi bakıyorsanız; güzel olanlarını bonus kabul edip, cesaretleniyor ; diğerlerine ise bayağa kafa yorup, asıl oradan besleniyorsun.
Hayatı benim yaşadığım gibi yaşıyorsanız; en çok, tepki gösterdiğin veya hoşuna gitmeyen şeylerin üzerinde duruyorsun. Kafanı meşgul ediyor olmasının sebebini arıyor, içinde kendinden tanıdık bir şeyler var mı diye merak ediyorsun. Yaptığın ve yapmadıklarını gözden geçiriyor, hababam debeleniyorsun.

Hayatta hissettiğin gibi yaşamanın, istediklerini yapmanın, kendini olduğu gibi ortaya koymanın  mangal gibi bir yürek, çelik gibi sağlam sinirler istediğini düşünüyorum. Hesaba katmadığın sorumluluklar, tahmin etmediğin ağır yükler getirdiğine inanıyorum. Bir yandan beğenilirken, diğer bir yandan habire eleştirilmek olduğunu biliyorum. Kendini özgür, mutlu, değerli hissetmek olduğunu biliyorum. Hissettikleri ile yaşayanların, bir hayal peşi sıra, bir amaç uğruna üretenlerin, çalışıp didinenlerin , hepimizin nefes aldığı dünyaya oksijen pompaladığına inanıyorum.

Ve ben aslında bu yazıyı, o 21 yaşındaki gencecik kıza yazıyorum.
Onun için sana diyorum küçük kız, hayat bu! Ne gözde büyütecek kadar zor, ne de oturup geçmesini bekleyecek kadar boş. Yapamadıklarının değil yapabileceklerine odaklan, istediğin herşeyi yapabileceğine inan diyorum. Dışardan bakıp da rengarenk görünen hayatların seninkinden daha kolay olduğunu, başkalarının senden daha iyi, daha şanslı olmadıklarını bil istiyorum. Onlar sadece oyunda seyirci olmak yerine, oynamayı seçtiler diye sana haber veriyorum. Senin gözünden görünen güzelliklerin de kendi içinde zorlukları, ağır özverileri olduğunu ama ne olursa olsun vazgeçmediklerini öğren istiyorum. Hayat bu ya, başarıp alkışlanacağız, düşüp canımızı yakacağız. Sevenimiz de olacak, yerden yere vuranımız da. En istediğimiz şeyi yaptığımızda bile korku düşecek içimize, çaresiz, yetersiz kaldık zannedeceğiz. Unutma şekerim, hayatta en çok canımızı acıtanlardan, en çok yaptığımız hatalardan bir şey öğreneceğiz. Hayat ne toz pembe, ne de zor. Herkes hayat tekrarlardan ibaret zanneder ama aslında o sevmez tekrarları.
Inan bana, hep ileriye bakınca, kendini cengaver gibi dümdüz bir ovanın ortasına dımdızlak bırakınca, cesaret de geliyor, heyecan da geliyor, mutluluk da...

Fotografta ki kıza bak, neredeyse güneşe dokunacak. Sence sen o kadar zıplayamaz mısın?












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder