12 Kasım 2009 Perşembe

Ağlamak Güzeldir




Yine karmakarışık, evlere şenlik bir rüya ile merhaba dedim güne...
Öylesine karışık ve öylesine kopuk ki, sabahtan beri her düşündüğümde gözümün önünde canlanan net görüntülere rağmen kelimelere dokemedim bir turlu.
Herkes vardı; aile vardı, ofistekiler vardı, arkadaşlar vardı. Bir de hiç tanımadıklarım ama yarın sokakta karşıma çıksa hemen hatırlayacaklarım vardı.
Mekanların hiçbiri tanıdık değildi. Son dönemde rüyalarımda gördüğüm yerlerin tanıdık olup olmadığına takmış bir durumdayım nedenini bilmeden. Uyandığımda bir rüyadan "ben daha önce orada bulunmuş muydum ?" diye soruyorum kendime ve bilinçsizce gelişen bu yeni durumun açıkçası bir anlamı olduğunu düşünüyorum..Neden acaba?

D.p.s ile geceyi, tavanı komple cam olan bir evde geçiyoruz; onların eviymiş orası, asma katlı, devasal pencereleri yerlere kadar inen aydınlık bir ev aslında, modern döşenmiş olmasına rağmen çok ağır birkaç antika mobilyanın ağırlığı ve kahverengi evi biraz karartmış. Uyanıyorum ve karşımda geceyi hiç haber vermeden dışarıda geçiren şerbetçi yi görünce, kendimi kaybedip bağırıp çağırmaya başlıyorum. Nasıl olur da böyle haber vermeden gece eve gelmezsin diyorum, bağırıyorum çıldırmış gibi. D.p.s ortalıkta ama ne yaptığını hatırlamıyorum ama ağlıyorum hem de deli gibi.

Hop hop İtalyan konsolosluğunun önündeyim, gerçek konsoloslukla alakası yok. Kocaman merdivenlerin tepesinde1800 lerden kalma, eski, karanlık görüntülü bir bina.
Merdivenler, rüyalarımın olmazsa olmazı, hep bir merdiven vardır ve ben yıllardır o merdivenleri çıkıyorum. Neden acaba?
Neyse çıkıyorum yine merdivenleri, içeri giriyorum. 1970 lu yıllardaki devlet dairesi mobilyaları, sıkıcı, "yuhh yani bu zamanda hala bu eşyalar" dedirtiyor. Güvenlik kontrolü yapıyor bir tanesi, 6-7 basamak daha çıkıp eski bir kapıdan giriyorum. Yine sabah uyandığım eve benzer bir yer, belki de aklım bana oyun oynuyor, belki de oraya girdikten sonra yeniden orada uyanıyorum. Eşyasız bir yer burası ama boş, çok geniş. Yeniden ahşap merdivenlerden çıkıp yukarı, bir köşede ağaç ev görüntülü dükkanın içindeki  yaşlı kadından incik boncuk alıyorum, sahte inciler en iyi hatırladıklarım. Kadını tanımıyorum ama görsem hemen hatırlarım, tombulca, başı bağlı, güler yüzlü; güler yüzü ve tatlı dili ile seni kandırmak isteyenlerden.

Hop hop aşadayım yeniden, karşımda beni kapıda karşılayan adam var bu sefer, konuşmaya başlıyor, yakınlaşıyor birden. Neler söylüyor, nasıl cevap veriyorum bilmiyorum, ama ben de yakınlaşıyorum. Tanımıyorum, tanıdığım hiç kimseye benzemiyor ama onu da görsem hemen tanırım. Sonra olmaz böyle birşey diyorum dışarı atıyorum kendimi, merdivenlerden inip şehre tepeden bakan düzlüğe indiğimde ofistekiler ve i.liseliler ile karşılaşıyorum... Hop hopp bir bisiklet üzerindeyim onlarla konuşurken, sanki yolda giderken bir tanıdık ile karşılaşmış ve onlarla sohbet etmek için iki dakika duraklamis, bir ayagim yerde ellerim bidonda onlarla konuşuyorum; sipahi kardeşler var, l.buddha var. Iceride canımı sıkmışlar da onlara dert yanıyormuşum gibi bir his var.

Ama sonrası yok, uyanıyorum beni bekleyen müşterime geç kalmış durumda. Günlerdir 4 ila 5 saat uyumanın yorgunluğu ile güne bu karışık ve geç kalmanin telaşı ile başlıyorum. Ağlamak güzeldir diyorum kendi kendime ve d.p.s in verdiği haber ile bir kere daha bunun ne kadar doğru bir yorum olduğunu görüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder