19 Ağustos 2012 Pazar

Sözde İnziva


19.08.2012 www.haberboyu.com'daki köşe yazım...


Kapıldığım bir "telaş" ile her daim kabin boyu valizim ile oradan oraya savrulmaya başlamamın üzerinden sadece iki buçuk ay geçmiş... Halbuki bana sanki dört-beş ay geçmiş, son haftalardaki koyduğun yerde kalma tembelliğimin de o hareketliliğin doğal fiziksel yorgunluğu gibi gelmişti. Ama anladım ki, benim için on iki ayın sultanı ağustos ile ofisin ve aklımın kepenklerini indirip, bir sahil kasabasında görece bir yerleşik hayata geçtiğim ve her biri diğerine benzer günlere amaçsızca uyandığımda; günler uzuyor, zaman daha yavaş akıyormuş.

Uzaktan bakanlar pek fark edemese de içten içe inzivaya çekildiğim, sadece kendimi dinlediğim günler yaşıyorum.
Her sabah enteresan bir şekilde mutlaka 9:15 ila 9:30 arasında gözlerimi açıyor ama hemen yeniden uykuya dalıyor, her yeni güne o sırada gördüğüm rüyaları ve hiçbir şey yapmak zorunda olmadığımı hatırlayarak başlıyorum . Hoş ben unutsam, çevremdeki neşeli kalabalık hiç unutturmuyor; torunların bile dama atamadıkları pabuçlarım ile ailenin en küçüğü olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum. Ve gerçek anlamda kılımı bile kıpırdatmıyorum. 2 den 71'e söyleyecek sözü bol insanlar arasında, herşeyden konuşabilip, bir türlü kurtaramadığımız ülkenin sorunları ile celallenip, birbirimizin damarlarına basıp basıp arkasından yine hep beraber kahkaha atışımızı keyif ile seyrediyorum. Her biri ülkenin başka bir köşesinde doğmuş bizlere bakıp, bu yüzden mi hepimiz bu kadar gezenti ve renkliyiz acaba diye düşünmeden edemiyorum. Biz ne zaman büyüdük, Şefika Hanım ile Servet Bey ne zaman indirdiler tüm kalkanlarını diye merak ediyor ama aslında hiçbir zaman tabuları olan anne babalar olmadıklarını hatırlıyorum. Kendimi bildim bileli, hiç abartısız, her Allah'ın günü, 54 senelik aşkını dile getiren babamın sözleri karşısında annemin istemem yan cebime kahkahaları ile neşeleniyor, eşlik ettiğim kahkalarımla ömrüme ömür katıyorum. Tüm kız çocuklarının aksine, alenen bir anneci olarak, geçmiş yıllardaki tüm tanımlamalarıma rağmen, ilk defa, hayat arkadaşı olarak aslında babam gibi bir adam aradığımı farkediyor ve çok şaşırıyorum. Ve bir istisna olmadığımı, her kız çocuğunun mutlaka ilk aşkının babası olduğunu, eninde sonunda ondan bir şeyler aradığını anlıyorum.

Şımarıklığımın tavan yaptığı, kalabalık aile ve arkadaşlar arasında kendim ile baş başa kalma lüksüme  kimsenin müdahale etmediği günler yaşıyorum. Yapacak bir şey yok, sahip olduğum bu arsız ruh ile sevgilim dışında hiç kimse ile hergünümü dip dibe yaşamaktan keyif almadığıma karar veriyorum. Bayılsam da kendilerine arada bir uzaklaşmak, başkaları ile bambaşka konularda konuşmak, değişiklikler istiyorum. Hoş çokça konuşmuyor, daha da enteresanı neredeyse hiç dinlemiyor; ilgimi çekmeyen konunun tam ortasında karşımdakini değil, bildiğin kendimi dinlerken buluyorum. Gömülüp kitaplara bolca okuyor, geri kalan zamanlarda ise yine konuşmuyor, dinlemiyor ama tanımadığım insanları seyrediyorum. Onların da dünyadan haberi yok ama sıkça ya kendileri ile kafa buluyor ya da kendilerine kıl oluyorum. Bugünlerde en çok gözlerindeki gülümsemesi hiç eksik olmadan plajda servis yapan 13 yaşındaki Zafer'i bağrıma basmak; onunla aynı yaşlardaki yan şezlongumda yemeği gelmedi diye huysuzlaşıp, abuk sabuk konuşan memeleri benimkinden büyük oğlan çocuğunu da şezlong ile ikiye katlayıp, güneşin altında öylece aç susuz bırakmak istiyorum. Etraf kocaları şehirde kalmış, kötü araba kullanan çocuklu ev hanımları ile dolu olunca, 10 ila 17 yaş aralığındaki çocukların nasıl fütursuzca ve avaz avaz küfürlü konuştuklarını farkediyor, ses tonlarına ve kullandıkları laflara müdahalede bulunmadan rahat rahat oturan anne babalara hayret ediyorum. Bir yandan hali hazırda medeni olmayan insanlarla dolu memleketin daha da vahim görünen geleceği için vahvahlanıyor, bir yandan da bunlara takmaya başladım diye kendimi yaşlı hissedip hayıflanıyorum. Hızımı alamıyor, bulduğum köşede yaşları 11 ve 14 olan Idil ile Eylül'e sinsice sorular sorup, bu sözleri kullanıyorlar mı diye anlamaya çalışıp, cevaplarını önemsemeden küfürün bir kızın ağzına hiç yakışmayacağını, hiç zarif olmadığını, bir kadın için zerafetin güzellikten bile daha önemli bir özellik olduğunu anlatıyor ve kendimi daha da yaşlı hissediyorum. Ama ortaya attığım lafa atlayacakların sayısı fazla, arkam gayet sağlam; çitilene çitilene yıkanan taze beyinler ile bu sorunu bu yaz itibari ile halledeceğimize inandırıp kendimi, rahatlıyorum.

Plajlarda çok az kişinin okuduğunu, okuyanların ise en çok rağbet gösterdiği kitapların "kişisel gelişim kitapları" olduğunu görüyor; bir kere daha değişik bir çağın çocukları olduğumuzu düşünüyorum. Her birimiz içimizdeki huzursuzluklara çare arıyor, bilerek ya da bilmeyerek farkındalığımızı arttırıyoruz. Arttırıyoruz arttırmasına da yine de ben de dahil olmak üzere bir çoğumuz bunu yaşantılarımızda, duygu ve düşüncelerimizde niye ise tam uygulayamıyoruz. Zira bu sözde inziva ile bende en çok su yüzüne çıkan çelişkimin; görünürde bir parçası olduğum sosyal çevredeki insanların çoğunluğuna tahammül edememek olduğunu anlıyorum. Sefa pezevenkliğim ile denizi için, ambiyansı için, servisi için belirli yerlere gitmeyi seviyor ama oralara gelenlerin yarısından çoğu ile aynı ortamda bile bulunmak istemiyorum. Özgünlükten uzak, her biri diğerine tıpatıp benzeyen, kaliteli yaşamak ile gösteriş budalası, hatta sonradan görme olmak arasında büyük bir fark olduğunun farkında bile olmayan, olsa bile umursamayan bu insanlara açıkcası katlanamıyorum. Valla kimse bozulmasın; onlar önce aynaya, sonra birbirlerinin suratına bakmıyor ve konuştuklarını kendileri duymuyorlarsa ben de yazmaktan gocunmuyorum. Şişirilmiş dudaklar, doldurulmuş yanaklarla birbirinden ayırt edemediğim kadınlar ve onları koluna takıp dolaştıran, dolgunlaşan cepleri ile önce egoları, arkasından göbekleri şişen adamların , küfreden çocuklardan daha vahim konuşma tarzlarına, hal ve tavırlarına acayip kıl oluyorum. Bu tür insanlar için hep kullandığım kelimeyi özel istek üzerine tedavülden kaldırdım diye de onları tasvir eden yeni bir kelime arıyor ama eskisi gibi keskin ifade edeni bir türlü bulamıyorum.

Velhasıl projelerimi ofiste, hayallerimi dinlensinler diye plajdaki yatağımın ucunda bıraktım; her günü bir diğerine benzeyen günlerde kafamın içindeki sessiz çığlıklarla zaman zaman sohbet ederek, zaman zaman kavga ederek ama gayet umarsız bir dönem geçiriyorum. Hiç kimseyi değil ama kendimi dinliyorum. En çok neyi istediğimi keşfediyor, neyi hiç istemediğimi biliyorum. O kadar harala gürele koşuşturmadan sonra, uzatıp ayakları, hayatım ve bu beyaz sayfalar için yeni kelimeler arıyor, bazen çok güzellerini buluyorum. Kalabalıklar içerisinde kendim ile baş başa zaman geçiriyorum, mutlu oluyorum. Bazen kendine dönmek iyidir, ne de olsa sana karşı en dürüst olan "O" diyorum.

Hepinize sevdiklerinizle nice nice güzel bayramlar diliyorum.



NOT : Bir günce gibi tuttuğum instagramı takip etmek isteyenler için "denbenden"








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder