8 Temmuz 2012 Pazar

Telaş


08.07.2012 HABERBOYU'nda çıkan köşe yazımdan...

Telaştayım son zamanlarda... Ve ne adını koyabiliyor, ne de ağzımda bıraktığı tadını duyabiliyorum telaşımın.
Mutlak bir umursamazlık ve keskin bir arayış var bu telaşta hissediyorum da verdiği kıpır kıpır huzursuzluğu sevmiyorum. 
Sevmiyorum çünkü herşey bir yavan, biraz yarım, hep bir tekrardan ibaretmiş gibi geliyor, hal böyle olunca ben de iki arada bir derede kalıyorum. Bir yanım "otur bir köşede hiç konuşma, sadece bak bakalım etrafında neler olup bitiyor" diyor, diğer yanım "hadi ya ne duruyorsun hala, kalk gidelim buralardan..." diye başımın etini yiyor.
Gel gör ki ruh huzursuz, iç de telaşlı ise; benim gibiler ne bir köşede öylece durabiliyor ne de oturup susabiliyor. Topladığı gibi bavulunu kendini yollara vuruyor, oralarda bulduğu köşelerde durup, belki konuşmadan oralarda merakla etrafına bakabiliyor. 

Yani yine düştüm yollara, Istanbul ve Cenova'da ki kaleler de dahil hiçbir yerde yine 4 yada 5 geceden fazla geçirmediğim günler yaşıyorum...
Illa bir tanımı olmalı, bir başlık altına konulmalı ya herşey, birçoğu "kaçtığımı!" düşünüyor ama ne büyük bir yanılgı içinde olduğunu bilmiyor. Zira bilmez mi gezgin herşeyi bıraksa da geride, bir aklını bir de kalbini atlatmayı beceremez, onlar da takılıp geliverirler peşi sıra. Öğrenmez mi yıllar içerisinde kaçmak diye birşey yoktur hayatta; nereye giderse gitsin, kaçtığı, sadık yol arkadaşı, kafasının içinde hiç susmadan cır cır konuşan ses olur. Attığı kahkahada da oradadır, yeni bir el sıkışmada da. Onun için kaçmak değil, olsa olsa başka hayatlara karışmak, yeni insanlara dokunmak, gördüklerin, duydukların ile durduğun yerdeki açını değiştirip, hayata veya konuya başka bir yerden bakmaktır bu yola düşmeler. Kaçmak değil rutininden ve olayın merkezinden çıkıp, burnunun ucuna kadar soktuğundan, tam olarak ne olduğunu göremediğin telaşına uzaktan bakmaktır yabancı topraklar.
Kendi ellerimizle itina ile çizip, sonra da kendimizi hapsettiğimiz sınırları genişletmektir kilometrelerce arşınlanan yollar.

Neyse işte ben aklımda telaşım, yanımda kitaplarım, bir sms uzaklıktaki arkadaşlarımla yine dolanırken orada burada; ikisi Türk, biri Fransız, üçü Italyan olan bir masada buluyorum kendimi. Aylardan temmuz, günlerden en güzelinden bir yaz akşamı... Diğer hayat Cenova'da ki evin bahçesinde oturuyor, Özpetek filmlerinden çalınmış uzun bir masanın etrafında yemek yiyoruz. Etrafımızı tepedeki tabak gibi dolunay, masamızı ise kokulu mumlar aydınlatıyor. Arada yumuşacık bir meltem esiyor, mumların kokusuna balkonlardan sarkan rengarenk çiceklerin kokusu karışıyor, o da biraz şarap biraz da neşeli sohbetin verdiği sarhoşluk ile gevşeyen vücutlarımıza dokunup, bizi kendimize getiriyor. Hava mis, ortam mis, keyfimiz yerinde. Bir masada yedi kişi, dört ayrı dilde konuşuyor, aynı şeylere gülüyoruz. Italyancadan başka hiçbir dil bilmeyen, buradaki en kadim dostum Simone yine tek tek, kendi diliyle herkes ile anlaşıp, yüzümü güldürürken, tipik bir Cenova'lı olan Antonella, benden sonra ikinci bir Türk ile tanışmış olmanın heyecanına kaptırıp kendini, dönüp dolaşıp konuyu hiç görmediği Istanbul'a getiriyor. Ben sıramı savdığımdan yıllardır, sazı diğer Türk arkadaşım alıyor, ballandıra ballandıra anlatıyor. Stefano ise aşkı uğruna bırakıp herşeyi, bir Türk ile evlenip Istanbul'a yerleşmiş Fransız güzele bakıyor ilgiyle, bense onun tepkisine.

Stefano'ya bakıyor ve insanların kendilerine çizdiği aşılmaz sınırları düşünüyorum; neden ısrarla kurdukları dünyanın dışına çıkmak istemediklerini, niye hep tek bir pencereden bakmak için inat ettiklerini, neden kendilerinden farklı olanlardan beğenmiyor kisvesi altında korktuklarını, neden kendilerini değiştiremediklerini, neden sadece bir yerde kök salmak istediklerini yada kök salmak tamam da arada bir kafayı dışarı çıkartıp yeniden geri dönemediklerini merak ediyorum.  Masaya bakıyorum birbirinden farklı iki din, üç ırk, dört dil, yedi kişi bile oturup, mis gibi bir yaz akşamında bin ayrı şeyden konuşabiliyor, aynı şeylere gülebiliyorken, neden mesele ikili ilişkiler olduğunda koca koca duvarlar örüyoruz anlamıyorum. Hayat öyle çok da abartılacak birşey, dünya da o kadar büyük bir yer değil, o masa işte! Bir şekilde ortak dili bulup, iletişim kurabilmek mesele de bunu niye beceremiyoruz, şaşırıyorum.

Stefano'ya, ha bire etrafında döndüğü benzer sorunlarına, sorduğu merak dolu sorularına bakıyorum, telaşım geliyor aklıma... Birden kaymasa da oturduğum sandelyem altımdan, açım değişiyor, farklı birşey görüyorum. Çok güzel özellikleri olan adamlardan birisi olsa da direnç demek, vazgeçmemek demek, ha babam debelenmek demek olduğundan benim için kendisi, köklerimin olduğu şehirde de tıpkı onun gibi hala inatla direnç gösterdiğimi ama gözümün önündeki sonuca bakarak bundan vazgeçmem gerektiğini anlıyorum. Direnmekten vazgeçemiyor, direndikçe debeleniyor, debelendikçe de adını koyamadığım bir telaşa kapılıyorum. Velhasıl telaşımın kaynağını bulup, adını koyuyorum.

Hala telaştayım elbet, öyle kaybolmuyor hemen... Onun için de aklımda telaşım, yanımda kitaplarım, bir sms uzaklıktaki arkadaşlarım ile dolaşıp orda burda, farklı hayatlara karışıyor, meseleye uzaktan bakıyorum, iyi geliyor...


Fotograf; To be tied with a Knot http://instagram.com/p/LFk8aOyBSq/ by DEN
Müzik ( yazarken ); La Notte by ARISA








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder