7 Aralık 2011 Çarşamba

Mutlu Olunca Olmuyor


Anladım ki cok mutlu olunca yazamıyorsun. Anladım ki en azından benim bir tarafım hüzün ile beslenip, hüznün peşi sıra getirdiği zorluklarla ile güçleniyor. Doğal olarak en çok, kıymet verdiklerim canımı acıtıyor ve en çok canımı acıtanlardan birşeyler öğreniyorum.

Herşey herzaman senin istediğin zaman olmaz ya, sanki hiç teklemeyen bir saat işliyor tik tak içimde ve hiç beklemediğin bir anda acımazsızca çalıyor alarmını değişim zamanı geldi diye.
Ruhumu öldürmeyecek, beni ben olmaktan çıkarmayacak değişimle ilgili hiçbir sıkıntım yok benim.
Her değişimin içimizdeki çöpleri tek tek ayıklatıp, bizi daha da özgürlüştürdüne inaniyorum ama yine de hep zorla gözüme sokulmasına, hep birşeylerden feragat ederek tek başıma gerçekleştirmem gereken bir süreç olmasına, elimden tutup sabırla yüreklendirenin olmamasına isyan ediyorum.
O an geldiğinde, tik tak işleyen saatin, nerede, nasıl olduğuma bakmadan, bir gecede herşeyi tepetaklak etmesi, geceden sabaha bildiğin ve inandığın herşeyi değiştirmesi, omuzlarımdan kavrayıp sert bir duvara çarpması da tabii ki canımı acıtıyor...

Ama işte ne yazık ki sadece o can acısı birşeyler öğretiyor. Sadece o can acısı ile gözlerim faltaşı gibi açılıp, oturup tek başıma halime ağlayacak bir tip de olmadığımdan harekete geçebiliyorum. Sözün kısası bir kere daha ayıkladım çöpleri, kapının önüne koymaya başlıyorum.

Neyin mutlak gerçek olduğunu bilmediğim, bugün ellerimle tuttuğum gerçeğin ertesi gün sanki hiç yaşanmamış gibi olduğunu tecrübelemiş olmama rağmen, hala "bilinmezin" verdiği karın ağrısını atacağım çöp sepetine. Neyi ne kadar kontrol altına almaya çalışırsan çalış, su yolunu bulur misali herşey sonunda olacağına vardığına göre, kontrol çılgınlığına bir son vereceğim. Onu heyecanlandıran şeylerin hemen olmasını isteyen, telaşlı, zıp zıp ruhuma sabırlı olmayı öğreteceğim. Çünkü bakınca geriye profesyonel yaşantımın dışında hiçbirine ihtiyacım yok; şimdiye kadar hiçbiri karın ağrısı, panik hali ve huzursuzluk dışında birşey vermedi bana. Hem Tanrı vergisi sezgim ve şansım var benim. Eninde sonunda bilmem gerekeni, görmem gerekeni koyuveriyor önüme.

Değişmek ile ilgili bir sıkıntım yok benim...Saat işler, alarm çalar, biri koca bir duvar örer, ben duvara toslarım ve değiştiririm kendimi, güçlenirim...Işte o zaman Mini'de Sezen, yine ayni vespanin pesinde sokak sokak Genova'da gezerken, 1 sene oncesinin aksine hissetiğim sadece koca bir hissizlik ve o hissizliğin yüzümü gülümseten huzuru olur..

4 yorum:

  1. Seni seviyorum Deno... Bildigini bilmeme ragmen, tekrar soyluyorum, herseyin en guzelini, en iyisini ve herseyden onemlisi en guzel mutluluklari hak ediyorsun... Senin sevgi ve ilgini "hak" eden, seni cok seven bir cok insanla dolu etrafin... Yenileri de bu hakk'i kazanmadan gelmesinler, ve seni uzmesinler! Diger taraftan, evet huzun ruhu bir sekilde besliyor, bu muhtesem kelimeleri dokmene yardimci oluyor bir bir, ve sen, bu huzunlerin seni yalnizca guclendirmesine izin verecek kadar da guclusun... VA

    YanıtlaSil
  2. Deniz'im, her ne kadar acılı bir süreç olsa da galiba evrilerek bilinçlenmenin şöyle bir güzel yanı da var ki, bir süre sonra eskiden toslamadan algılayamadığın duvarları, önceden sezinleyip, istikamet değiştirmeyi öğreniyosun. Yok illa duvarla yüzleşmen gerekiyosa da, arabayı kenara çekip, inip, okşayıp, tırmanıp, tepesinden manzaraya bakıp, belki dizinde bi iki sıyrık ama ağır yara almadan öbür tarafına inip, yoluna salimen devam edebiliyosun.
    Yeter ki yollar hiç bitmesin. Esas o zaman dar gelir bu dünya bize. Bilge

    YanıtlaSil
  3. tilki kurkcu dukkanina mi dondu yani? ya da ben yanlis anladim herhalde. neyse ara soyle bebegim.

    YanıtlaSil
  4. wow...i love you my sweet Den.

    YanıtlaSil