15 Şubat 2010 Pazartesi

Dönüşü Fantastik Olcaktı Tabii...



Normal insanlar için gece uykuya dalmadan önce kitap okumak, güzel yada sıkıcı farketmez, geçmiş bir günün arkasından kafaları boşaltmaya, hayal güçlerinin diyarında biraz dolaşıp, rahat bir uykuya dalmak anlamına geliyordur herhalde. Bildiğim birçok insan için kitap okumak uyumayı kolaylaştıran birşey. Bu alışkınlığı olanların benim gibi işin bokunu çıkardıklarını duymuyorum; her gece bir, bilemedin iki chapter okuyup adabı ile yarı baygın bir şekilde yorgan altındaki yerlerini arıyorlarmış, hatta kimisi de var ki ikinci sayfaya gelmeden gözleri kapanıyormuş.

Ben mi ? Bir kere aldın mı elime, bir bölüm daha bir bölüm daha derken kendimden geçip, ne saatin, ne ertesi sabah erken toplantıların, ne de başka bir şeyin farkında oluyorum; kaptırıp kendimi, sonrasının merakından saatlerce okuyorum. Dün gece, birazda inattan yeniden okumaya başladım bir türlü konusuna bile giremediğim kitabımı; bu sefer heyecanımı kontrol ettim, ettim de yazarın dili o kadar akıcı ki sabahı da 3.30 ettim, üstelik ertesi gün palazzi'nin gelip de deli gibi koşturacağımı bildiğim halde. Çok az kişiden çekinirim ben profesyonel hayatımda, zorlasam sayıları 3 ü geçmez ve palazzi bunların en başıdır;  en çok sevdiğim, en çok saygı duyduğum, en güvendiğim ama en çok da çekindiğimdir. Palazzi, telefonun üzerinde adını gördüğünde, cevaplamadan önce kendine çeki düzen verdiğin, oturuşunu bile düzelttiğin, telefonun zilini 3 kere çaldırtmadıklarındandır. Buna rağmen bir kitabı elinden bırakamayarak , ertesi güne 5 saat uyku ile başlayacağımı farkettiğimde allah allah nidaları ile uyku öncesi klasik düşünce diyarlarımdan dolaşmamaya çalışarak, uyumaya çalıştım.

Sonuç; den klasiklerinden fantastik bir rüya, nihayet!

Beş yıldızlı bir otelde, açık renk, uzun bir ahşap masanın ucunda italyan bir aile ile iş görüşüyorum. Bir aile şirketi, anne-baba, biri kız diğeri erkek 2 çocuk. Bulunduğumuz salon bir otelden çok bir sarayı andırıyor, duvarlarından şırıl şırıl sular akıyor, muhteşem ihtişamlı avizeler tavanlardan sarkıyor, küçük, zarif aplikler duvarları süslüyor. Kabartmalı duvarların, çicek desenli ipek halıların, mobilyaların hepsi yumuşacık pastel renkli.
Aile çocukların benim ile bir süre kalmaları gerektiğini söylüyor iş için; 25 yaşındaki oğlan bizim f.boari ye benziyor ve gözleri iş için değilde başka birşey için kalmak istiyormuş gibi bakıyor. Çocuk bu daha diyorum, gülüyorum, anlamamazlığa gelip yanlarından ayrılıyorum.
Koridorda yürürken birden en büyük dayı ile karşılaşıyorum üzerinde beyaz bornozu, saçlar yataktan yeni kalktığını belli eder şekilde dağınık. Ama duruşu, ses tonu hepsi o eski ihtişamlı günlerdeki gibi. Önünde el pençe divan duran otel çalışanları ile konuşurken yanina yaklaşıyorum, birkaç saniye bana baktıktan sonra "ahh cadı seni tanımadım" diyor ve öpüyor, hemen sonra yine o hükmeden otoriter sesi ile "bana bir kalem lazım, rengi, şekli, ebadı normal birşey olsun " diyor, ben hallederim deyip yanından uzaklaşarak yan odaya giriyorum. Leader ve lions ile karşılaşıp bana bir kalem lazım palazzi için diyorum. Leader gömleğinin cebindeki siyah, köşeli kalemi çıkartıp bu olur mu diye sorarken, ne garip bir bu kalem diye düşünüyorum ama işimi görür diyorum ama birden leader tereddüt edince vermekte "ne kadar ki bu kalem?" diye soruyorum "220 tl" diyor , " iyi işte olur, çok da pahalı değilmiş" diyorum ama vermek istemediğini anlayınca "neyse biz ona başka bir tane alalım o zaman, şöyle 80 tl lik birşey olur, alt tarafı geçici birşey istedi" diye düşünüyorum ve birden salonun dikiş makineleri ile dolu olduğunu ve ikisi ile birlikte çalışan işçiler arasında dolaştığımı farkediyorum...

Hoop hooopp 4.Leventte ki eski evin uzun koridorun peşi sıra 5 ayrı kapıya açılan dikdortgen holdeyim. Duvar dibinde, köşeleri birbirine dokunacak şekilde simettrik bir şekilde iki beyaz kurutma makinesini,  her ikisinin üzerinde de iki koca siyah tabutu ve başlarında d.p.s i buluyorum. Bunların burada hala ne işi var diye soruyorum sakince ama şaşkın bir şekilde. Gönderemedim diyor şimdi hatırlamadığım sebeplerini sıralıyor, içindeki ölülerin gözlerinin oyulması gerektiğini ama bu fikirden hoşlanmadığını söylüyor ve birden sağ tarafta, onun tarafındaki tabutun kapağını açıp, siyah fermuarlı bir torbanın içindeki cesedi, sanki tüy gibi hafifmiş gibi tek eli ile yukarı dogru kaydırıp, altındaki beyaz torbayı çıkarıp, tabutu kapatıyor. Korkmuyorum hiç, sadece ölülerin ağırlaştığını zannederdim nasıl tek eli ile hareket edebildiğini düşünüyorum, içındekinin behiye olduğunu duyunca, rüyada olduğumu düşünerek "ahh ömrü uzadı" diyorum. Elime bir tenis raketi ve yeşil yeşil topları alıp saydırmaya başlıyorum....

Birkaç zamandır böylesine net hatırlyamadığımdan rüyalarımı, pek bir neşeli uyanıyorum. Neremden uyduruyorum bütün bunları hiçbir zaman cevabını veremeyeceğimi biliyorum ama fantastik bir şekilde de dönmüş olsalar, mutlu oluyorum....

Gün palazzi ve adri ile gayet rahat, güzel ve verimli geçiyor. Akşamında sunset deki keyifli, bol kahkahalı, bol dedikodulu yemekten üçümüz de iş dışında herşeyden konuşup ayrılıyoruz....

2 yorum:

  1. Acayip net bir rüya, bu kadar iyi hatırlaman mucize :) ben severim rüyaları, bence hayırlı bir rüya bu :)
    Yatmadan önce kitap okumaya gelince, genel olarak akşamları kitap okumaya bayılıyorum, ama dediğin uyku gelme olayını eger kitap sürükleyici değilse mutlaka yaşıyorum :)

    YanıtlaSil
  2. Ben çoğu rüyamı bu kadar net hatırlarım, onun için hatırlayamayınca bir garip oluyorum :)

    YanıtlaSil