12 Nisan 2012 Perşembe

Kaderin Pin Kodu


Aldığım her kitabın içine aldığım tarihi, satın aldığım yeri, hediye ise kimden olduğunu yazmak gibi çok sevdiğim bir huyum var. Sonra kitabı okurken sevdiğim sayfalarını kıvırmak, boş köşelerine notlar almak, aralarına küçük pusulalar bırakmak gibi alışkınlarım var. Aldığım hiçbir kitabın fiyat etiketini çıkarmamak, okurken aman yırtılmasın, buruşmasın diye ihtimam göstermemek, dökülenlerin lekesi kurusun diye beklemek gibi cins taraflarım da var.
Çay lekesi de kalsın, yapışsın kalsın üzerinde isterim, akıttığım gözyaşlarım da...Çünkü aldığımda yeniden elime aylar belki de yıllar sonra yeniden, o ilk okuduğum zamanı hatırlamak, üzerindeki izleri görmek, bir nevi o zamana dönmek ama hepsinin de ötesinde benden çok sonra alacaklara ipuçları bırakmak isterim.

Bende gerçekten çok güçlü bir şekilde, birgün göçüp gittiğimde, arkamda birşeyler bırakma arzusu var.

Devamlı değişen ama sayısı 4-5 in altına düşmeyen başucu kitaplarım vardır benim; kimisi okunmak için bazen aylarca sıra, kimisi sadece içim sıkıldığında rastgele açtığım sayfasında bir cevap versin diye öylece beklerler. Işte Douglas Forbes'ın Kaderin Pin Kod'u kitabı da, geçtiğimiz eylül ayında, Etiler D&R'dan alınıp, o zamandan beri de başucuma konulanlardan biridir.

Kısaca " doğum tarihinizin kutsal matematiği " şeklinde yorumlanmış, fal ile alakası yok, doğdunuz tarih ile kişilik analizi ve hareket tarzınızı ortaya çıkaran bir teori. Ilk Yasemin bahsetmiş, çok etkilenmiş bir sekilde anlatmış olacak ki meraktan bir koşu gidip kitabı almış, bir çırpıda elimde kağıt kalem yazılanları tatbik etmiş, sonucuna da hakikaten şaşırmıştım. Ancak meraklı olduğum kadar tembel de olduğumdan, daha ileriye gidememiş, bu işi sakin kafa yapmak yada daha iyisi bir bilene yaptırmak lazım diyerek kitabı, birgün yine elime alırım ümidi ile başucumdaki yerine koyuvermiştim.

Bir daha elime almadım tabii ki ama çok şahane birşey oldu ve kızlar sağolsun, sonunda Yılmaz ile tanıştım ve o kadar şeker ki, kırmadı beni, o yorumladı.

O konuştu, ben dinledim çoğu zaman ağzım bir karış açık, kimi zaman onaylayarak, zaman zaman da kahkaha atarak. Çok şey anlattı, çok şey söyledi de bir iki tanesi çok takıldı, adeta beynime kazındı;

Senin hayat dersin ego, olman gereken anne, yapman gereken ise yazmak dedi!

Dedi ve gerçekten bitirdi beni...

Senin hayat dersin ego diyor... Onu biliyorum zaten, boşuna değil neredeyse son beş yılımı Konya'lara, adı duyulmamış manastırlara, dünyada görülmemiş dev budha bırakmayacak şekilde sayısız seyahatlere giderek, nerde bilmem ne semineri var oluk oluk para akıtarak, hepsinden alıp ihtiyacım olanı, gerekmeyeni geride bırakarak geçirdim. Kuantumundan, tasavvufuna, San Francesco D'Assisi'den Yunus Emre'sine okunmadık kitap bırakmadım.Karşılaştığım her insanın bana birşey öğrettiğine, karşıma da zaten o öğretmesi gerekeni öğretmek için çıktığına inandım, tesadüf kelimesini hayatımdan çıkardım. Ama anam ne dağlara taşlara bir ego vardıysa bende, bunca çabaya, bunca zamana, bunca sabıra karşın ancak bu kadar kendisini aşağıya çekmeyi başardım.
Yani bu egonun bir baş belası olduğunu biliyorum yaşantımda da, adam "hayat dersin" diyor, daha da kolay kolay kısa sürede bitmeyecek gibi görünüyor olduğunu bilmediğimden bir ofluyorum derin derin...

Yılmaz bana sen "anne" olmalısın diyor...Zaten yapıyorsun bolca etrafındakilere, eşine, dostuna, sokaktaki adama ve böylesi de seni kurtarır belki ama sen ancak anne olduğunda tamamlanacak, çok şahane olacaksın diyor, şok oluyorum. Çokça sevsem de çocukları, biyolojik saati durmuş bir insan olarak gördüğümden kendimi ve hiçbir zaman öyle deli bir çocuk hasreti çekmediğimden gayri ihtiyari "gerçekten mi?" diyiveriyorum, "gerçekten!" diyor. Doğurmayacaksan da evlat edin, o senin çok acayip bir tarafını çıkaracak ortaya diye ekliyor, şaşkınlıktan susuyorum....

Ve sen yazmalısın diyor. Bazı insanlar vardır, bilmezler neden olduğunu, onlara bir tek yazmak iyi gelir, onları bir tek yazmak iyileştirir, onlar içlerindeki kalemden habersizdir ama dünyaya doğuştan yazar olarak gelmişlerdir, sen de onlardansın işte diyor, şok oluyorum. Sonuçta Yılmaz beni hiç tanımıyor, en büyük zevkim ve hayalimden habersiz, sakin sakin bu cümleleri sıralıyor; acayip gaza geliyorum, acayip heyecanlanıp, boynuna sarılıveriyorum.

Inanılır veya inanılmaz önemli değil benim için; tesadüf diye birşeye inanmadığımdan, Yılmaz'ın bunları söylemesinin altında mutlaka birşey olduğuna inanıp, acayip keyifleniyor ve hayattaki gerçekleştirdiğim hayallerimin yanına birini daha koyacağımı, gerçekten de arkamda birşey bırakabileceğim düşünüp  heyecanlanmaya başlıyorum bile...

Zaten o heyecandır hayalleri gerçek kılan...hadi hayırlı olsun!


Fotograf; @ Equense by DEN
Muzik(yazarken) ; Tchaikovsky Violin Concerto 1. by JASCHA HEIFETZ















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder