2 Nisan 2012 Pazartesi

Bahar Dalları


Ne korkunç, ne iğrenç, ne çirkin bir şey şu bağımlılık denen illet!
Son 5 gündür sigara içmiyorum ve hem fiziksel hem de duygusal gel-gitlerimi hayretler içerisinde deneyimliyor, Allah beni korumuş da uyuşturucu veya alkol bağımlısı falan olmamışım diye deli gibi şükrediyor ve gerçekten kelimenin tam anlamı ile kafayı yiyorum.

Bu nasıl bir yoksunluk duygusu, bu nasıl güçlü zaptedişdir yarabbim...Ben hangi ara birşeye bu kadar teslim oldum da kendi arzumla ondan vazgeçmekte bu kadar zorlanıyorum, ara ara nasıl yolda kendimi kaybediyorum, anlayamıyorum...

Son 5 gündür hiç aralıksız kendimi dinliyor, hissettiğim duygularımı, verdiğim veya çoğunlukla vermemeyi tercih ederek içimde patlattığım tepkilerimi şaşkınlıkla izliyor, anlamaya çalışıyor, bir nevi yeni bir tarafımla tanışıyorum. Ve açıkçası sıkı sıkı sıksam da elini, çok haz alamadığımdan kendisinden, sahtekar gülüşümle selamlıyor ve tam olarak necidir kavramaya çalışıyorum.

Şimdi, evlere şenlik, acayip durumum şundan ibaret;
Birisi dirseğini beyinciğimin üzerine dayadığından, boyun kökümden huni şeklinde yukarıya tırmanan bir uyuşma ve karıncalanmanın vermiş olduğu salaklık ile ortalığa zaman zaman boş bakıyor, söylenenleri ya tam olarak anlamıyor ya da anlamak istediğim gibi anlayıp püskürüyorum. Bir diğeri de yüreğimi stress topu misali elleri ile mıncıkladığından, yeterince nefes alamıyor, boğulacakmış gibi olup sıkılıyorum. Kafamın etrafı her daim bir dumanla kaplı olduğundan, kulaklarım tıkanıyor, sesleri boğuk duyuyor ama o boğukluğu bile çığlık gibi hissedip acayip rahatsız oluyor, yine sıkılıyor ve tabii yine püskürüyorum. Canım tam olarak sigara içmek istemiyor ya da elim onu aramıyor ama her daim inanılmaz bir boşluk hissettiğimden devamlı birşeyler atıştırıyor ve sadece su içtiğim zaman o yoksunluk duygusunu birkaç dakikalığına unutabiliyorum. Normalde bir bardak suyu bile doğru düzgün içmeyen biri olarak, günde ortalama 3 litre su tüketmeye başladığımdan her 5 dakikada bir tuvalate gidiyorum ve buna da kıl olup, ofisimin yada evimin dışında bir yerde olmaktan çok haz etmiyorum. Içimden çıkmak isteyen, oluk oluk akmak isteyen birşey var hissediyor, bir an evvel çıkıp gitsin de kurtulayım diye haftanın neredeyse her günü ya pilatese ya da yüzmeye giderek, deşarj olmaya çalışıyor, bu sefer de yoruluyorum.
Ve bunlar sadece fiziksel zorluklarım ki asıl şenlik duygusal tarafımın yanında malesef çocuk oyuncağı kalıyor.

Her lafı istediğim gibi anlama eğiliminde olduğumdan ve anlatılanların ilgimi çekme yüzdesi düşük olduğundan çok çabuk sıkılıp, anlamsız ve sert bir tepki verme ihtimalim olduğunu çok iyi bildiğimden geçirebildiğim kadar sessiz geçiyorum günlerimi. Gerek olmadığı sürece çok konuşmamak, yorum yapmamak işime geliyor, dumanlı kafamla etrafa bakmayı tercih ediyorum. Herkes bir ilgi gösteriyor, sıkça gelip kafamı okşuyor, sukunetimi alkışlayıp, cesaret veriyor ama içimde dışarıdan görünenin tam aksine, deli bir fırtına kopuyor, söylemezsem kimse anlayamıyor, anlatınca da şok oluyorlar. Şöyle ki oldum bittim, kavgadan dövüşten hoşlanmayan hatta korkan biri olarak hayatımda gerçekten ilk defa olarak tekme tokat birine girmek, ağzını burnunu kırmak istiyorum. Bunu yazarken bile gülüyorum zira kum torbasını bile tekmeleyemem ben ama nerden hortladığı belirsiz bir canavar var içimde, onu biliyorum. Son iki aydır snob ve acı tarafım yüzeye çok yakın duruyor, zaman zaman su yüzüne çıkıp kendilerini göstermelerine izin veriyordum da şu son beş gündür öyle destursuzlar ki artık; kimseyi beğenmiyor, beğenmediğimi gördüğümde tepki veriyorum. Tanımadığım insanlara, sırf hareket tarzlarından, kılık kıyafetlerinden dolayı kıl oluyor, kendi kendime dırdırlanıyorum. Gözünü sevdiğim memleketimin medeniyet, görgü, özgüven yoksunu, kendini bilmez, cüretkar insanlarını gördükçe hırtlaşıyor, hepsini bir güzel benzetmek istiyorum. Ben tasavvuf aşığı, öğreti meraklısıyım; herkesin özündeki iyiliğe inanır, birgün bir şekilde ayılacağını beklerim de bu günlerde hiç sabrım yok, canımı sıkana deli gibi saydırıyor, çok feci ahdediyorum. 5 gün öncesine kadar neşe veren, heyecan veren bayıldığım bahar dallarına bugünlerde kıl oluyor, en çok da buna üzülüyorum. O kadar traji komik bir ruh hali içerisindeyim ki sokağın başındaki eski püskü ahşap eve taktım; her sabah önünden geçerken, şu ev artık yıkılsa da kurtulsak diye söylene söylene, tam gaz önünden uzaklaşıyorum.

Lafın kısası durum pek parlak değil, içimde bir canavar var, feci sıkılıyorum.
Ipek normal, çok insani tepkiler bunlar diyor, kendimi bırakmamı istiyor ama ben dayanamıyorum ve kendime yüklenmeye devam ediyorum. Kurtulmam lazım bu illetten en kısa zamanda ve çıkarıp atmam lazım, ne üdüğü belirsiz canavarı. Yoksa bahar geçecek, bahar dalları gidecek, keyfini çıkaramayacağım...

Hem bahar dallarının suçu ne ki?


Fotograf; 88 - bahar dallarinin hastasiyim @ İstinyehttp://instagr.am/p/IuoVenweIE/ by ZEYNEP MATRAS


Müzik ( yazarken ); Bir Çaresi Bulunur Elbet by SERTAB ERENER





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder