24 Nisan 2012 Salı

Ana Kucağı


Bugünkü aklım olsaydı, geçmişten yana farklı yapmak istediğim tek şey psikoloji okumak olurdu.
Yanlış anlaşılmasın bu bir keşke değil, zira baktığımda geçmişten bugüne; yaptığım ve yaşadığım her şeyin içine kendimi bilerek ve isteyerek attığım, mantığın engel koyduğu her olayda kendisini itina ile görmezden gelip o işi bir güzel canım arkadaşım Selin'e havale ettiğim ve her yeni görünende deli gibi heyecanlanıp, dibine kadar gittiğim için hiçbir pişmanlık, hiçbir keşke yok hayatımda da o zamanlar farkedebilseydim psikolojiyi bu kadar sevdiğimi ve okuyup kendimi daha donanımlı hale getirebilseydim belki bugün gel-gitli günlerimi daha iyi anlayabilir, daha kolay geçişler yapabilir, hızlı çıkışlarımı daha yumuşak inişlerle yere kondurabilirdim.

Herşey elimin altında, yeterince uğraş, yeterince heyecan, haddinden fazla hareket ve insan varken ve hiçbirine de yeterince zaman yokken hala ara ara hissettiğim ve içimi adeta düğümleyen bu yoksunluk duygusunun nereden peydahlandığını belki anlayabilir, bir çırpıda icabına bakabilirdim.

Şu son bir iki gündür "Allah'tan belanı mı istiyorsun?" kıvamında günler yaşıyor ama tam da adlandıramadığımdan hissettiklerimi sinir oluyorum.
Aynı gün içerisinde bir heyecanlanıp, bir soluyor, bu bir yukarı bir aşağılarla ruhumu çorbaya çevirip ne tam olarak ne hissettiğimi ne de gerçekten istediğimin ne olduğunu anlayabiliyorum ve sinir oluyorum. Sadece kendime de değil elbet, aldım ya sazı bu son aylarda elime, artık biraz kabak tadı vermeye başlasa da önüme gelene sinir olmaya devam ediyorum.

Birşeyi on kere tekrarlamaya ama yine de sanki hiç konuşulmamış, hiç bahsi geçmemiş gibi milletin bildiğini okumasına ve sadece sen çileden çıkınca söyleni yapmasına sinir oluyorum. Nezaketten uzak, adaptan bi haber, medeniyeti tek dişi kalmış canavardan, herşeyi de kendinden ibaret zanneden insanlara sinir oluyorum.
Şuurunu kaybetmiş eski kocaya, gevrek gevrek seviyesiz konuşana, varoş karılara, sonradan görme adamlara, bozmayacağım diye disiplinimi buraya çakılıp kalmış, yokmuş başka derdim gibi millete sarıyor olmama ama şu sıralar en çok da Stefano'ya sinir oluyorum. Kördüm öldüm, badem gözlü oldum, yeni uyanmış olacak zaar koca kafa, herzaman ki gibi çalıyor kapıyı da sanki açsam orada olacak, yaramaz çocuklar gibi zili çalıp topukları sıvamayacak. En çok ama en çok hayatta ne istediğini ve elindekinin kıymetini bilmeyene sinir oluyorum.

Peki sinir oluyorum da ne oluyor? Koca bir hiç! Sadece içim şişiyor, canım sıkılıyor, bir yerlere gitsem kafayı dinlesem diyorum ama gelecekler var diye hareket de edemeyeceğimden, iptal edip tüm programları atlayıp ana kucağına gidiyorum.

Yaş kaç, sıkıntı dert ne olursa olsun bazen bir tek o, bir tek onun ilgi ve şevkati iyi geliyor insana...Sormuyor hicbir şey, sormasına da gerek yok zaten "sana geliyorum anne"deki sesinin titremesinden anlıyor sıkıntını, meselesi de olan biten değil zira bir tek sensin onun focusu, en sevdiğin yemeklerle, öpüp koklamaları ile sarıp sarmalıyor, kapının dışında bıraktırıyor herşeyi. Yaş kaç olursa olsun, onun için hala küçük kız çocuğusun, bastırıp sımsıkı yumuşak sinesine, kulağına bildiği en güzel sözleri, dilinin döndüğü dualarını fısıldıyor, bunlar da geçecek, dünya yıkılsa başına biz hep buradayız, yanındayız gücünü veriyor itina ile.

Bazen sadece O iyi geliyor, yaş kaç olursa olsun sadece onun tarifsiz sevgisi içindeki düğümü açıyor, geçici de olsa nefes aldırıyor...(23.04.2012 gece yarısı)...

Tam da bu satırların sonuna geldiğimde, gecenin sessizliğinde bir mesaj sesi beni yerimden zıplatıyor, içimi hoplatıyor sanki okuyacaklarımdan haberdarmışım gibi. "Yok canım değildir" diye gardımı alsam da hayalkırıklığına karşı,   gördüğümde yazılanları yine bir heyecanlanıyor, sonra hemen soluyor, ne hissettiğimi ama en çok da ne istediğimi bilmez bir şekilde kalıyorum öylece birkaç saniye. Duygular coşuyor, özlem bangır bangır bağıriyor, mantık olmaz diyor ama gönül ferman dinlemiyor, gece yarısını çoktan geçmiş Selin de çoktan rüyalar diyarında, ne olacaksa olsun diyor ve cevap veriyorum...

Cevap veriyorum ve çok da iyi ediyorum; uyku girmese de o gece gözüme, ertesi gün bambaşka bir güne  uyanıyor, boğazda yunuslarla kahvaltı ediyorum. Hasretim bitiyor, acılığım gidiyor, tüm karın ağrılarım geçiyor, ait olduğumu bildiğim yere dönüyorum. Yeniden ne hissettiğimi ve daha da önemlisi ne istediğimi biliyorum. Hissettiğim şey huzur ve geleceğe dair kocaman bir umut oluyor.

Ve biliyorum ki bir annemin duaları bir de sevdiğim adamın yanında olmak bana iyi geliyor ...
Eve döndük biz!


Fotograf; yuksek ihtimal by BORA AKMAN
Muzik(yazarken) ; La Notte by ARISA








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder