26 Nisan 2010 Pazartesi

35 Yaşımdaki BEN


Benim adım d..., sene 1990 ve 16 yaşımdayım.
Nisan ayının sonlarındayız ki benim için senenin en güzel ayları nihayet başladı. Eğlenceli olmasına eğlenceli ama uzun bir kıştan sonra yeniden bahar geldi. Heryerde çiçekler açtı, havalar sıcaklaştı, bahar üzerimde etkisini gösterdi. En çok okula gitmek için sabahın köründe uyandığımda havanın aydınlık olmasını seviyorum; yine hergün geç kalıyorum servise, yine hergün neredeyse asansörde giyiniyorum, yine her sabah okula yakam paçam bir yerde varıyorum ama hiç olmazsa daha neşeli gidiyorum. Okulumu ise çok seviyorum.
4 sene, çok eğlenceli ve küçücük, ev gibi sıcacık bir kız okulunda,rahibelerle okuduktan sonra, karma olan yeni okulumda lise birinci sınıfa başladım.Yaz tatilinde gittiğimiz Italya seyahatinde tanıştığım ve çok samimi olduğum lise 4'deki kızlar sayesinde hem kendi sınıfımdakiler ile hem de lise 4'lerin tamamı ile tanıştım. Yeni bir okulda, yeni biri olarak büyükler ile arkadaş olmak hem okula alışmamı, hem sevmemi hem de sevilmemi sağladı ve tıpkı diğerinde olduğu gibi burada da çok eğleniyorum.

En yakın arkadaşlarım tabii ki sophie, yasmin, crown.
Sophie hala crown'dan hiç hoşlanmıyor, yasmin ile beni onunla paylaşmak istemiyor ama sadece ona ait olmadığımızı ve herkesin yerinin farklı olduğunu anlamıyor. Aslında bize de birşey söylemiyor ama kızcağıza çok kötü davranıyor, bu da bazen sorun yaratıyor. İşte o zamanlarda, Güney Köy'e yaptığımız Sound Of Music kıvamındaki yolculuklarımızda ona, Golden Girls'ün yerinin ayrı olduğunu, ne olursak olalım 80 yaşımızda da birlikte olacağımızı, hiç ayrılmayacağımızı anlatıp rahatlatıyoruz. Rahatlıyor rahatlamasına ama bir süre sonra yeniden delleniyor; bazen duymuyoruz, duymamazlıktan, görmemezlikten geliyoruz, bir şekilde hepberaber idare ediyor, birbirimizi olduğumuz gibi kabul ediyoruz.
Ben en çok yasmin'i olduğu gibi kabul ediyorum, beni en çok o kızdırıyor ama en çabuk onu affediyorum. Her nabza şerbet vermesini, aklından geçen ile ağzından çıkanın arasındaki farkı bilip de böyle davranıyor olabilmesini bazen kabullenemiyor, çok kızıyorum ama işte ama hemen affediyorum. O bizim rose'umuz ya, içini bilince daha fazla ileriye götüremiyorum.

Ancak yeni okulda hiçbiri ile aynı sınıfta değilim. Her ikimiz de en yakın arkadaşlarımızla ayrı sınıflara düştüğümüzden, orta ikide samimi olduğum i.k.d ile sıra arkadaşıyım ve artık onun ile de çok yakınız, çok eğleniyoruz derslerde. O çalışkan, ben lisede biraz dağıttığımdan artık pek değilim. Düzenli, eğlenceli, çok komik, hiç beklenmedik zamanlarda, ondan beklenmedik şekilde yaptığı yorumları ile kahkalar attırıyor bana. Haftada bir iki bize kalmaya geliyor, gece yarılarına kadar d.p.s bize fizik, matematik çalıştırıyor ama o pür dikkat dinleğinden ben de sıkıldığımdan bu derslerden, hep ona bakarak, hep onun adını söyleyerek dersi anlatıyorsun diye olay çıkarıp, dersi bırakıp erkenden yatağa girmenin yolunu yapıyorum. Sene başından bugüne kadar daha bir tek dersi sonuna getirdiğim olmadı. I.k.d çalışıyor, sonra bana sınavda kopya veriyor, böyle güzel güzel geçinip gidiyoruz.
Hazırlıktan beri bu okulda okuyan kızlar için bizim gelişimiz çok da eğlenceli değil, genelde bir avuç erkek arkadaşlarını bize kaptıracaklarını düşündüklerinden bizlere pek yaklaşmıyor, bir kıl kıl davranıyorlar  başta ama onların arasında da çok samimi olduklarım var; l.buddha- sedefico - byburt.
Genelde lise 4 luler ile vaktimi geçiriyor ve çok eğleniyorum ama kendi dönemimde de en çok tanınıp, sevilenler arasındayım. Burada da sınıf başkanıyım, burada da elebaşıyım, buarada da dalgacıyım.

Henüz hiç erkek arkadaşım olmadı, geçen sene bir oyundaki dandik öpüşmeyi saymazsak daha henüz kimse ile öpüşmedim ama okuldan, yine lise 4 lerden birinden çok hoşlanıyorum. Lakabı herkes tarafından büyük diye bilinse de benim de aralarında bulunduğum en yakın arkadaşları ona züppe ile büyük birleşimi  "zübük" diye hitap ediyor. Çirkin bir çocuk ama havalı, züppe gibi görünüyor ama aslında hiç değil. Benim ondan hoşlandığımı bilmiyor, ben de belli etmemek için elimden geleni yapıyorum ama ders arası gelsin de yukarıya onların yanına çıkayım, ya da haftasonu gelsin de hepberaber birşeyler yapalım diye sabırsızlıktan ve heyecandan ölüyorum. Kendi dönemimdeki en yakın arkadaşlarım ve dışarıda da ledo'dan başka kimseye söylemiyorum.

Ledo, benim kuzenim; 4 yaşımızdayken suratına patllattığım sağlam tokattan bu yana en yakın arkadaşım. Ben hatırlamıyorum bu olayı, o da hatırlıyorsa bile hatırlamadığını söylüyor ama ne zaman aile içinde yakınlığımızdan bahsedilse, en büyük aşklar nefret ile başlar kıvamındaki bu hikaye anlatılıyor; ledo benden 4 ay küçük olmasına rağmen, hem o iri hem de ben çok minyon çocuklar olduğumuzdan küçükken hep beni bir yerlerde sıkıştırıp canımı acıtmaya çalışırmış, ta ki 4 yaşlarımızdayken onun ile tek başıma kalmaktan çekindiğimden annemin odayı terk edeceğini anlayınca, annem önde ben arkasında ledo da klasik benim peşime takılınca, artık canıma tak etmiş veya artık buna bir son vermek gerek diye düşündüğümden olacak, hiç beklemediği bir anda geriye dönüp yüzüne kallavi bir tokat yapıştırıvermişim, önce çok ağlamış ama o günden sonra da bir daha hiç ayrılmayacak şekilde en yakın arkadaş olmuşuz.
O, bizden bir yaş büyük abisi m.ö ve ben her daim birarada oynayıp, büyüdüğümüzde ise hepberaber gezdik. Benim arkadaşlarım onların arkadaşları ve genelde de sevgilileri, onların arkadaşları da benim arkadaşlarım oldu. Ben bu iki azgın oğlanın prensesi şekilde dolandım durdum yılllarca; yeri gelince erkek gibi ağaçlara tırmanıp, comodore 64 başında uzay mekiklerini en az onlar kadar iyi oynattım, gece yarılarında birisi önümde birisi arkamda bisikletlerle dolaşıp, sabahın körlerinde uyanıp tenis kortlarında azılı maçlar yaptım.
Şimdi herikisi de  bizim lise 4lerden kızlarla çıkıyorlar ve yine her dakika biraradayız, mutluyuz yani.

4.Levent'te oturuyoruz.Evde durumlar ise gayet normal, her şey her zamanki gibi; annemin tek derdi bizim derslerimiz. En büyük başağrısı üniversite ikiye giden ve son derece asi olan d.p.s ile didişmeleri ama onun dışında madame marika da nihayet üniversitede olduğundan fazla stresli değil.
Bana karışan, eden yok. Ben en küçük olmanın dayanılmaz hafifliğini ve sevgisini yaşayıp, diğerleri de önümü bir güzel açtıklarından istediğim zaman istediğim şeyleri yapıyorum, sanırım ledo ile m.ö de her dakika benimle oldukları icin icleri rahat.
Madame marika üçüncü senenin sonunda üniversiteyi kazandı, o da d.p.s gibi ikinci sınıfta ve girerken bu kadar zorlanan ve isteksiz olan kız bir canavara dönüşüp, okulda çok başarılı oldu. Şimdi cenko diye bir çocuk ile çıkıyor ve onun ile evlenmek istiyor. Ben seviyorum bu çocuğu, bana çok iyi davranıyor, arabası ile gezdirip, bir yerlere götürüyor ama annemler pek istekli değil galiba, "önce okul bitecek" diyorlar.
O.p tıpda okuyor, onun da bir sevgilisi var, hatta geçen sene bu zamanlarda tanışmışlar; adı asko, aynı okuldalar ama o ekonomi bölümünde okuyor ve inanılmaz güzel, abimin yanına çok yakışan bir kız. Annem de beğendi, oğlunun aklını başını alıp okuldan uzaklaştırmasından korkuyordur kesin ama sevdi bu kızı kesin belli, ondan hep iyi bahsediyor. Daha erken konuşmak için, önce bir okullar bitsin deyip duruyor ama içten içe onaylıyor.
Babacım ise her zamanki gibi her daim çalışıyor, haftada 7 gün 15 saat; yine akşam saatlerinde bizlerle yemek yiyemiyor, yine yaz tatillerinde bizlerle birlikte olamıyor, yine yaz kış demeden, bayram tatil demeden çalışıyor ama hiç sızlanmıyor.  Ne için izin almaya kalksak izin veriyor ama annenize de sormanız gerek diye topu her zamanki gibi ona atmayı, bir parmak balı çalıp ağzımıza, çetin savaş alanına sırtımızı sıvazlayarak göndermeyi hiç ihmal etmiyor. Her daim sevgisini öperek, koklayarak, söyleyerek göstermekten vazgeçmiyor ama bizim dışımızdaki her konu ile ilgili muhalif karakterini sergileyip bizi kızdırmaktan da geri kalmıyor.

Babam anneme aşık, annem en azından bir 3 sene kadar biraz daha sakin, biz çocuklar, hepimiz yaşadığımız hayatlardan, arkadaşlarımızdan memnunuz.
Yazı yazmayı, hayal kurmayı, mümkünse tüm vaktimi arkadaşlarımla geçirmeyi seviyorum. Her cuma sophie ile AKM de cuma konserlerine gidiyorum ve onun piyano çalmasına bayılıyorum. En çok sevdiğim Tchaikovsky ve onun keman konçertosu.
Ayrıca ayşe teyze ile vakit geçirmeyi seviyorum, onun gibi bir anne, onun gibi bir is kadını olmak istiyorum.
Geçen sene gitar dersine başlamıştım ama devam ettirmedim, devam ettirdiğim tek şey o da sadece yazın tenis oynamak.
Seyahat etmeyi çok istiyorum ve ne zaman yola çıkacak olsam çok heyecanlanıyorum.
Bazen görünmez olup, insanların arasında dolaşıp konuştuklarını dinleyebilmek istiyorum.
Ama en çok istediğim şey büyük'ün de benden hoşlanması ve en büyük hayalim ise 18 yaşıma geldiğimde, yani lise 3'teyken babamın bana fiat 126 bis alması ve okula onun ile gidip gelmek...

Şuanda yüksek tavanlı, yüksek camlı, aydınlık, koca sınıfın içinde bir avuç yeni sınıf arkadaşlarımla beraber, yanımda ders ile ilgili ve not alan i.k.d, ön sırada lüle lüle saçlarını kalem ile biraz daha dolandıran cumartesi ve bir silgisini bile paylaşmayıp adamı sinir eden ama yine de yakın olan batush ile aziz bidon'un latince dersindeyim. Yine gece geç uyumuşum, yine hala uyanamamışım, başım ağırlaşmış, uyudum uyuyacağım.
Birden bir el omuzuma dokunuyor, ahh işte bidon yakaladı diye telaşa kapılmışken, yumuşacık bir ses "hadi kalk gidiyoruz" diyor. Tanımıyorum sesi, arkadan vuran gün ışığı gölgelendiriyor yüzünü  seçemiyorum. Çekiniyorum önce "nereye?" diyorum incecik, cılız bir sesle " sana göstermek istediğim birşey var, bakalım hoşuna gidecek mi ?" diyor. Nedendir bilmem kaptığım gibi sırt çantamı tutuyorum elini.

Ahşap, eski tarz, cumbalı bir evin önündeyim. Sakin, güzel, daha önce hiç gelmediğim bir sokakta, ahşap bir evin önünde buluyorum kendimi, tek başıma. Etrafıma bakınıyorum, neredeyim ve o ses nerede diye aranırken, birden ahşap evin bahçe kapısından ayak sesleri ve bir kadın sesi duyuyorum. Bir iki adım geri çekilip, beklerken, onu görüyorum ve birden nefesim kesiyor. Eli kulağında tek başına, hızlı hızlı italyanca konuşarak karşıma çıkıveriyor. Kim ile ne ile konuşuyor anlamıyorum ama tek başına konuşmuyor, elinde metal bir alet, telefon gibi birşey onu kullanıyor. Ben nefesim kesilmiş, bütün bedenim titrer, şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuş gibi sessiz ona bakarken, o da beni fark ediyor tek bir saniye için. Biran duraksıyor, başı ile selamlıyor ve hızlı hızlı yürümeye devam ediyor. Bir iki defa arkasına dönüp bana bakıyor ama tanımıyor; sonra da yeniden bir eli kulağında, bir eli direksiyonda kocaman bir araba ile bana bakarak yanımdan uzaklaşıyor.
Biran ne yapmam gerekir diye duraklasam da hemen sonra, kaç yaşında olduğunu anlamadığım BEN'in peşine düşüyorum. Biraz tedirgin, biraz üzgünüm tanımadı beni diye ama merakım ağır basıyor ve onu izlemeye başlıyorum.

35 yaşında, daha doğrusu "yaşındayım". Mucize gibi birşey bu, onunla daha doğrusu 35 yaşımdaki ben ile aynı odadayım. Çok güzel giyinmiş, saçlar yine uzun, boyu fazla uzamamış, ebatlarımız üç aşağı beş yukarı aynı yani ama farklı gözüküyor, alımlı bir hali var. Kahretsin ki memeleri büyümemiş ama farklı bir hali, farklı bir şeyleri var. Kaşları daha ince, vücut hatları daha belirgin ve evet dişleri daha düzgün. Havalı, hoş gözüküyor, beğeniyorum kendimi, hemen sonra kendimi beğenmiş olmaktan utanarak.
Etrafında bir sürü kişi, onun ağzından çıkacak sözleri bekliyorlar, onun dediklerini yapıyorlar hiç itiraz etmeden. Sinirli biri sanki, etrafındakilerin gözlerine hata yapmama paniği oturmuş. Devamlı biri ile konuşuyor telefonda, genelde hep italyanca, vayyy ne zaman öğrendim acaba bu kadar iyi konuşmayı diye düşünüp seviniyorum. Sonra biri  "the Sea is my lanD" yazılı koca bir fincan çayı önüne koyuveriyor, içine 8 küp şekeri boca edip, hızlı hızlı içtikten biraz sonra, daha bir sakin, daha güler yüzlü oluyor, gülmeye, güldürmeye başlıyor. Çevrsindekiler çekiniyorlar her daim belli ama rahatlar da onunla, şakalaşıyorlar.

Birden d.p.s geliyor, kucağında el kadar küçücük bir bebekle.
Birden, bu sabah yine ondan önce uyanıp, muhtemelen o gün giymeyi planladığı kazaklardan birinin üzerimde olduğu ve akşam yine nasıl kavga edeceğimiz geliyor aklıma.
Tanrım evlenmiş, bebeği olmuş, adını deniz koymuş, hem seviniyorum hem gözlerim doluyor. Herhalde şuanda çıktığı ercü ile evlenmiştir diye düşünüp, seviniyorum; ercü hem çok yakışıklı, hem çok şeker, hem de eğlenceli...
Konuşmalarından birlikte çalıştıklarını anlıyorum. Birşeyler konuşuyorlar, tamam sen düşünme bunları hallederiz diyor 35 yaşımdaki ben d.p.s'e , o da yaklaşıp 35 yaşımdaki bana kocaman bir öpücük konduruyor alnının tam ortasına, yumuşacık sevgi sözcükleri ile, şaşırıyorum ne kadar iyi anlaşıyorlar diye. Anne, annemin şevkati var gözlerinde. Birden birşey söylüyor birisi ve gülmeye, kahkaha atmaya başlıyor, annemi görüyorum karşımda. Aynı annem gibi gülüyor. Anneme benzemiyor yine, ben ve o anneme benzemeyiz, madame marika annemin kopyasıdır ama işte aynı onun gibi gülüyor.

Birden ayaklanıyorum, daha doğrusu 35 yaşımdaki ben ayaklanıyor, "cep telefonum nerde? " diye soruyor, şaşırıyorum; o elinden hiç düşmeyen, devamlı konuştuğu aletin gerçekten ve nerede olursan ol konuşabileceğin bir telefon olduğunu öğreniyorum ve ağzım açık kalıyor ama eve ikinci hattı bile zar zor çektirmişken şimdi herkesin elinin altında herkese özel telefon bulunması fikri pek bir hoşuma gidiyor, elime almak için ne kadar daha süre beklemem gerektiğini merak ediyorum.

Alıyor cep telefonunu, takıyor havalı çantasını, kocaman gözlükler gözünde atıyor kendini dışarıya; geç kalma diye sesleniyor arkasından d.p.s " bir iki saate burada olacaklar, biliyorsun " diyor, " tamam, tamam biliyorum" diyor yarım ağız. Koca arabanın içindeyiz şimdi. O kullanıyor, ben yanında ona bakıyorum. Hızlı araba kullanıyor, yüksek sesle müzik dinliyor, şarkı söylüyor etrafı seyrederek. Önce l.buddha'nın ofisine uğruyor, tanımamam mümkün değil çünkü hiç değişmemiş; sesi, yüzü, kalın çerçeveli renkli gözlükleri aynı. Annesi ve babası gibi avukat olmuş, onun da benim, yani 35 yaşımdaki ben gibi kendi ofisi var.  Yine çok güzel l.buddha ve onlar çok samimiler, bizim şuanda olduğumuzdan çok daha fazla samimiler; sadece acaba ne zaman bu kadar yakınlaştık diye merak ediyorum ama buna şaşırmıyor, seviniyorum. Ben de seviyorum l.buddha'yı zaten, hala görüşüyor olmamıza da memnun oluyorum. Akşamın programını yapıyorlar, i.k.d ile yemek yiyelim diyorlar, bu konuşma çok normal geliyor. Sonra telefon çalıyor, " l.buddha'dayım birazdan çıkacağım, bugün çok acayip birgün, anlatırım sonra, bu saatte sen napıyorsun ayakta? " diye soruyor, kimle konuştuğunu merak ederken telefonun öbür ucundaki crown'un sesini hemen tanıyorum. Konuşmalarda Los Angeles lafı geçiyor, borga lafı geçiyor, ne zaman görüşebileceklerini konuşup aylar sonrasının tarihleri geçiyor, anlamıyorum hiçbir şey.
Sonra birden hem onun, yani 35 yaşındaki benim hem de l.buddha'nın parmaklarına bakıyorum acaba evlenmişler mi diye, ikisinde de birşey göremiyorum ama emin de olamıyorum, konuşmalardan da birşeyler çıkaramıyorum ama herhalde evlenmişlerdir bu yaşta, acaba çocuklarımız var mı diye merak edip, çocuğum olma fikri ile çok heyecanlanıp, hemen onu görmek istiyorum. Sabahtan beri gördüklerim karşısında kalbim devamlı küt küt atiyor ama birden çocuğum olduğunu düşününce, ilk önce onu görmek istiyorum. Ama o beni duymuyor, beni görmüyor, burada olduğumu bile bilmiyor.

L.buddha ile bilmediğim ama belli ki çok samimi olan birilerinden bahsedip, aniden geldiği hızla kalkıyor. Dur daha yeni geldin, nereye gidiyorsun lafları havada asılı, biz yani ben ve 35 yaşındaki ben yeniden arabaya atlıyoruz. Hala hızlı konuşuyor, ama hızlı da hareket ediyor. Karar vermesi ile kalkması bir oluyor. Yol boyunca elinden düşmeyen şahane alet "cep telefonu" durmadan çalıyor, arabanın içine verdiği sesten ben de her konuşmayı ve her konuşanı rahat rahat duyabiliyor ve dinleyebiliyorum. Garip bir şekilde arayan herkes ona "den" diye hitap ediyor. Çocukluğumdan beri köşe yastığından, cimcimeye, d...o'dan,d..boş'a ve son zamanlarda kullanılan bir sürü takma adım oldu ama den yeni, nerden çıkmış, kim koymuş, niye koymuş anlamıyorum ama herkesin onu bu isimle çağırıyor olmasına sanırım daha çok şaşırıyorum.
Arayanlardan iş ile ilgili olanları şuanda müsait değilim diye kapatıyor, amour, adri ve mr.italy adındakiler haricinde. Onlarla da iş konuşmuyor zaten, neşeli neşeli hoşbeş ediyor.
Sonra rey arıyor, yakınlıklarına şaşırıyorum. I.k.d'den dolayı tanıdığım ve çok da sevdiğim rey ile onun kadar samimi olmuşum. Rey ile konuşurken zey'den bahsediliyor, anlıyorum ki o da yakın arkadaşı den'in, anlıyorum ki zey evlenmiş, anlıyorum ki bir de kızı, kızın da adı deep olmuş. Ahh ben de çok seviyorum bu ismi, birgün çocuğum olursa ben de bu ismi koymak istiyorum diye düşünürken, yeniden acaba çocuğum oldu mu, acaba ismini ne koydu diye düşünmeye başlayıp, keşke beni görebilsen, keşke senin ile konuşabilsem de beni böyle deli danalar gibi dolandıracağına varsa beni ona götürsen diye geçiriyorum içimden. Sabırsızlanıp, kendi kendime huysuzlanıyorum birden.
O ise telefonda hala; napıyorsun, bugün çalışmıyor musun sorusuna yok bugün dolanıyorum diye cevap veriyor keyifli keyifli, sanki bir süprizi varmış da ağzından kaçıracakmış gibi. Araba kullanırken keyif alıyor belli, bu keyifli hali ile telefonu kapatması gerektiğini ve onu sonra yeniden arayacağını söyleyip, bir başkasına "5 dakika'ya ordayım" diye bir sms atıyor. Bebek'e doğru gidiyoruz, herşey daha modern, herşey daha renkli, herşey daha düzenli sanki ama geçtiğimiz yollar aynı. Daha birkac saat önce, okula giderken servis ile bu yollardan geçtiğimi ve sabah gördüğüm dükkanların yerinde bambaşka dükkanlar olduğunu görmek biraz içimi ürpertip, deliyor olabilir miyim acaba, nerdeyim ben dedirttiyor ama öylesine inanılmaz bir şey yaşıyorumki, kendi kendime bunu bozmamaya ikna ediyorum. Pür dikkat yüzüne bakıyorum, gerçi yüzünü kaplayan koca gözlüklerden gözlerini göremiyorum ama kendi kendine gülümsüyor, şarkı söylüyor, mutlu ve heyacanlı buluyorum onu. Galiba sabahtan bu yana ilk defa da yanında rahat hissediyorum, kendimi bırakabiliyorum. Huzursuzluğum gidiyor, yanında kendimi güvende hissediyorum. Öyle bir havası var zaten, sanki onunla sana birşey olmazmış, sanki birşey olsa hemen kendini öne atarmış, sanki o seni korurmuş gibi bir hali var.
Ben bunları düşünürken o Bebek yokuşunu iniyor ve varacağımız yere varıyoruz. Iki kız ile buluşuyoruz, o çok samimi yine ama ben hayatımda ilk defa görüyorum; e.e ve dr.u diye isimleri ile hitap ediyor ama ilk defa duyuyorum. Bu insanları tanımıyorum, ne zaman tanışmış olduklarını konuşmalardan çıkaramıyorum ama bir lafın arasında, dr.u'nun ledo'nun eski kız arkadaşı olduğunu anlıyorum ve ledo ile ilgili dalga geçer gibi söylediği yoruma benim, daha doğrusu 35 yaşındaki benim neden tepki vermediğini, neden lafı ağzına yapıştırmadığını, nasıl buna müsade ettiğini anlayamıyor ve çok kızıyorum. Kimse benim yakınlarıma, sevdiklerime laf edemez bunu unutmuş olabilir mi den, ne olmuş ki buna böyle diye birden içime kapanıp, gördüğümden memnunsuz, gitmek istiyorum. Ama bu üç kız, daha doğrusu üç kadın o kadar komik şeylerden bahsedip, o kadar çok gülüyorlar ki yeniden sohbetlerine kulak kabartmadan edemiyorum. Konuştukları bazı şeyleri anlamıyor, bazılarında yüzüm kızarıyorsa da, ben de kahkaha atmaya başlıyorum. Başta bana kıl ve ukala gelen dr.u birden çok sevimli görünüyor, beni de çok seviyor belli. Herşeyi destursuz direk söyleyebiliyor ve diğer ikisi bunu çok doğal kabul ediyor. Diğeri e.e olanı da çok seviyorum, o da çok güzel ve bakımlı bir kadın ve çok matrak; devamlı surette kendini övüyor mu yoksa yeriyor mu anlayamadığım türde laflar ederek diğer ikisini çok güldürüyor. Tanımıyorum bu kızları, ne zaman tanışmışım acaba, yada ne kadar daha beklemem gerekiyor bu kızlar ile tanışmak için bilmiyorum ama den'in çok sevdiğini, onların da onu çok sevdiklerini hemen görebiliyorum. Keşke dr.u, ledo'ya laf edip baştan canımı sıkmasaydı daha güzel olacaktı ama belki de bizim oğlan da bir hıyarlık yapmıştır diye bunu düşünmemeye çalışıyorum.
D.p.s'in telaşlı telefonu ile bu sohbeti de kesip yola çıkmamız gerektiğini anlıyorum. Benim önce m.ö'ye uğramam gerekiyor, ofiste değil evde buluşalım diye son dakika programı değiştirip, hızlı hızlı kızlara sarılıyor. Anlıyorum ki dr.u Amerika'da yaşıyor, anlıyorum ki bir daha ki tatile kadar görüşemeyecekler, den onun boynuna sıkı sıkı, o biraz iğreti sarılıp " iyi ki bu zamanda geldin, sen olmasaydın birşey eksik kalacaktı" diyor ve kocam bir öpücük kondurup yanağına, o önde ben de arkasında koşar adım yola koyuluyoruz.

Tanıdığım yollardan eve doğru giderken s.s'in sokağına dalıyoruz ve önünde durup, arabaya biniyoruz. Eskiden ledo'ların evi olan binaya girdiğimizde m.ö ile buluşuyoruz; hemen tanımıyorum, ancak sesini duyduğumda o olduğunu anlıyorum. Tanrım nasıl değişmiş, yolda görsem kesin tanımam, kilo almış, saçlar komple dökülmüş, gözlükler atılmış. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken, küçücük bir kız çocuğu koşarak "halaaaa" diye den"in boynuna atılıp, onu doya doya öpüyor, m.ö'nün kızı olduğunu anlıyorum. Çok şeker, çok akıllı ve sevgi dolu bir çocuk. Sonra yeni doğan kardeşinden bahsediyorlar, babasının aynısı bir oğlu daha olduğunu öğreniyorum. Ledo'yu arıyor gözlerim ama onu göremiyorum, umarım onu da görürüm diye düşünürken, ben bu yaşımda yoruluyorum ama 35 yaşımda ki ben bana mısın demeden hızlı hızlı birşeyler anlatıp, hızlı hızlı orayı terkedip, hızlı hızlı arabasını kullanarak köprü yoluna giriyor.
Köprüye girdiğinde ise saate bakıyor, " 14:14 , çok şahane " deyip cd'den radyo'ya geçip, bir türkçe kanalı açıp radyoda çalan şarkının sözlerini dinliyor. Saçma bulduğu sözlere ise "hadi canım sen de" diye yorum yapıp, köprüden çıkar çıkmaz yeniden cd'ye dönüyor. Komik buluyorum bu halini, kıkırdamaya başlıyorum. Nereye gittiğimizi merak ediyorum. Hiç bilmediğim, hiç geçmediğim yollara sokuyor bizi. En sonunda bir site girişine gelip, içeri giriyoruz, arabayı parkediyor ve biraz sesi titrek sanki " hazır mısın? " diyor. Bazen kendi kendine mi konuşuyor nedir diyorum, umarım yaşlandıkça annemin kendi kendine dırdırlanmasını almamışımdır diye düşünene kadar o arabadan atlıyor çevik bir hareketle.

Hiç bilmediğim bir yerde, hiç tanımadığım, bahçeli bir evin kapısının önündeyiz. Kapıyı çalıyoruz ve birden kapıyı babam açıyor. Ben sabah yatağında bıraktığım babamın 20 yaş yaşlanmış halini görünce karşımda birden, bir iki adım geri atıp sendeliyorum. Kalbim daha hızlı atıyor ve heyecanlanıyorum. Saniyeler içerisinde ben kendimi toparlamaya çalışırken " ahhh kuzum gelmiş" diye arkadan kafayı uzatan annemi gördüğümde ise artık hiçbir şeyi kontrol edemiyorum ve gözlerimden yaşlar boşanıyor. Içimi çekiyorum, sesim duymasınlar, burada olduğumu farketmesinler diye çabalıyorum ama niye ise onları o halde görmek beni çok heyecanlandırıyor.
Akşam, daha hafta bitmeden bitirdiğim harçlığıma takviye olsun diye zorla tavlaya oturttuğum kömür saçlı babamın saçları beyazlamış, göbek daha da büyümüş, kafası sallanmaya başlamış. Ama dün akşam eve gelip de bize sarılan adamın seni içine çeker gibi sarılması hiç değişmemiş.
Canım annem ise saçlar aynı boy, aynı kesim, aynı renk ama çok daha fazla şişman, çok daha yavaş hareket olmuş.
Onlar sanki aylardır görüşmemiş gibi kapı ağzında birbirlerine sarılırlarken ben de kendimi toparlıyorum iceri girmek için. Ancak içeri girdiğimde daha da çok şaşırıyor, daha çok dağılıyorum. D.p.s orada, madame marika orada, o.p orada, hemen tanıdığım asko orada ama bir de tanımadıklarım, bana o anda yabancı ama aslında gelecekte en yakınlarım olacak 3 tane çocuk görüyorum. Biri benim yaşımda bir oğlan ama neredeyse iki katım. Adı yiit ve kıvırcık, yakışıklı. Robert kolej de okuyormuş ve birden bizim kızlar görse kesin bunun ile çıkmak isterler diye düşünüyorum. Halası ile  yani 35 yaşındaki ben ile belli ki arası çok iyi, belli ki çok iyi anlaşıyorlar. Ikincisine madame marika jr. diyorlar, inanamıyorum. Gerçekten çok güzel, çok bilmiş, çok heyecanlı. Annem den'e dönüp senin bütün huylarını almış diyor, gülüyorum. Sarılıp boynuna içime sokmak istiyorum. En küçüğü ise büküşük içinse dunyanın herhalde en sevgi dolu, en şeker, en naif çocuğu bu olsa gerek diye geçiriyorum içimden.
Abim gerçekten asko ile evlenmiş, asko iki çocuk sonrası kilo almış olmasına rağmen gerçekten hala çok güzel ve belliki annemler bu evlilikten gerçekten çok mutlular.
Hiç bana benzemeyen madame marika ise35 yaşımdaki bana çok benziyor, ağzım açık kalıyor. Annemin kopyası o iken şimdi ona en çok benzeyenin ise d.p.s olduğunu görüyorum; ne zaman oldu bütün bunlar, böyle birşey olabilir mi diye şaşırıyorum, merak ediyorum, anlayamıyorum, heyecanlanıyorum ya sabahtan beri küçük bedenim daha fazla kaldıramıyor ve bir köşeye oturup onlara uzaktan bakmaya başlıyorum.
Kalabalık ailem daha da kalabalıklaşmış, hepsi, hepimiz birarada, mutluyuz. Tabii ki her kafadan bir ses çıkıyor, tabii ki yine birşeyler tartışılıp tatlı başlayan konuşmalar yerini yüksek seslere bırakıyor, tabii ki babam acayip muhalefet yapıyor ve sinir ediyor ve tabii ki iki dakika sonra herşey süt liman, birlikte gülünüyor. Annemmm, canım annem nasıl değişmiş, inanamiyorum; o kadar sakin, o kadar neşeli, o kadar huzurlu. Atmış omuzlarından bütün yükleri, şişmanlamış görünsede sabahki haline göre, aslında öylesine hafiflemişki gözlerinden, sözlerinden, d.p.s ile ahenk içinde attığı kahkalarından hemen anlıyorum.
Mutluyduk dün akşam biz evimizde, hiç sorun yoktu ama onlar bu kadar kalabalık ve hep baraber sanki çok daha mutlu gözüküyorlar gözüme, kalmak istiyorum.

Küçük kızlar devamlı yüksek sesle bir gösteri yapıyor, kıvırcık oğlan bilgisayar başında arada bir laf atıyor, d.p.s küçük kızına düşmüş kokusunu içine çekiyor, diğer herkes bir ağızdan konuşup gülüyor. Sonra babam elleri ile yaptığı kahveler ile göründüğünde ben küçük dilimi yutacak gibi oluyorum ama onlar gayet normal birşeymiş bu gibi alıp kahvelerini teker teker bahçeye çıkıp, sigaralarını yakıyorlar. Evet hepsi, 35 yaşındaki ben dahil hepsi sigara içiyor hem de annemin babamın yanında, babamın yaptığı kahve eşliğinde, artık "wowww" demekten başka birşey çıkmıyor ağzımdan.
Çocuklar ve d.p.s dışında kimse kalmıyor salonda, biran onlarla kalmak onları seyretmek istiyorum uzun uzun ama dışarıda da neler konuştuklarını merak edip ben de çıkıyorum.
Hava gerçekten çok güzel, bahçeleri yemyeşil, keyifleri çok yerinde. Salıncakta hemen annemin yanı başına oturuyorum, göğsüne yatmak geliyor içimden; ben yapamıyorum tabii ama den yapıveriyor.
Bebeklerden konuşurlarken ledo'nun oğullarından bahsediyorlar; onun da iki oğlu olduğunu, özellikle büyük olanın çok şeker olduğunu ve hatta tam karşı bahçede oturduklarını öğreniyorum. Hah tamam birazdan onu da göreceğim diyorum ama bir yandan da 35 yaşımdaki benim bütün haberleri annemlerden alıyor olmasını biraz garipsiyorum.

Kahveler içiliyor, kalkmamız lazım diyor den, gitme diyorlar, ısrar ediyorlar, ne yapacaksın bu saatten sonra yemeğe kal diyorlar, yok yapmam gereken çok önemli birşey var diye cevap veriyor çok emin, tamam diyorlar. Hepberaber kapıya kadar geliyorlar, tek tek sarılıyorlar; o en çok anneme sarılıyor, on kere boynundan öpüyor, bu sefer o annemi "annesinin kuzusu" diye seviyor. Babam arabaya kadar geliyor, tekrar sarılıyor ve araba köşeyi dönene kadar el sallıyor, hoşuma gidiyor.

Köşeyi dönüyoruz, siteden çıkıyoruz, geniş ve boş yolda birden durduruyor arabayı ve derin bir nefes alıp benim tarafıma bakarak "evini görmek ister misin? " diye soruyor. Dilim tutuluyor, aptallaşıyorum, sağıma soluma bakıyorum acaba benim ile konuşuyor olabilir mi diye ama birden yaşlı gözleri ile kafasını aşağı yukarı doğru salladığını ve gerçekten benim ile konuştuğunu anlıyorum. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde cılız ve titreyen bir sesle " sen beni görebiliyor musun? " diye soruyorum o da yanaklarından süzülen ve aynı benimki bir ses ve tonlama ile " evet " diyebiliyor, sarılıyor bana. Çok acayip bir his bu, çok gerçek üstü, çok heyecanlı ama o kadar da huzurlu. Ben ağlıyorum, o da ağlıyor, ben sebebini bilmiyorum, o biliyor mu onu da bilmiyorum ama bir süre orada, yol kenarına çekilmiş, dörtleri yakılmış kocaman arabanın içinde birbirimize sarılıp, kalıyoruz.

Yola koyulduğumuzda heyecanlı heyecanlı konuşmaya başlıyoruz, bütün bunların nasıl olduğunu, nasıl onun yanına geldiğimi, böyle birşeyin nasıl olabileceğini, ikimizin de aynı anda aynı rüyayı görüyor olma ihtimalimiz olup olmayacağını konuşuyoruz. Köprüye ulaşıyoruz, yine aynı şeyi yapıyor, yine dinlediği müziği değiştirip türkçe bir şarkı bulup onu dinliyor ve bana köprüden geçerken hep bunu yaptığını anlatıyor, kıkırdayarak farkettim diyorum.

Yine orada, o ahşap evin önüne geldiğimizde ikimizde biraz daha sakinleşmiş bir şekilde arabadan inip, merdivenleri çıkmaya başlıyoruz. Kapıyı açıyor, gel bakalım beğenecek misin diyor. Hızlı hızlı dolaştığım eve bayılıyorum, çok zevkli buluyorum kendimi. O da benim gibi fotografları çok seviyor, girdiğim her odada bir sürü fotograf görüyorum; crown, crown'un çocuğu borga, kocası, i.k.d, zey, rey, tüm aile, herkes...Tanımadıklarım var ama eksikler de var, sophie, yasmin yok, ledo yok, benim küçüklük hallerim var ama bu zamandaki hallerim yok. Birden evdeki şeylerin benim ile çok alakası olmadığını hissedip, yabancı buluyorum. ben önde o arkada dolanırken hissetmiş olacak ki gel biraz oturalım diyor, oturuyoruz.

Hadi sor sormak istediklerini diyor; ilk aklıma gelen büyük ile birlikte olacak mıyım oluyor, biraz da utanarak. Gülümsüyor kocaman ve "hayır" diyor ama merak etme çok değil gelecek sene tam bu zamanlarda inanılmaz yakışıklı bir erkek arkadaşın olacak, aslında o ilk aşkın olacak ve onunla çok uzun süre birlikte olup çok mutlu olacaksın diyor, içim rahatlıyor.
Peki çocuğum var mı diyorum hemen heyecanla; ben evlenmedim diyor ve hayır bir çocuğun henüz yok, ama olursa adını hala deep koymayı planlıyorum diyor. Neden evlenmedim, yani evlenmedin diye soruyorum; bir kere kıyısına kadar geldin ama olmadı, hayatın boyunca çok seveceksin, çok sevileceksin, birkaç kez aşık olacaksın, sana da aşık olacaklar merak etme diye yeniliyor yeniden.
Ne iş yapıyorum peki diyorum; biran duraksıyor nasıl anlatması gerektiğini düşünmek için sanırım ama birden aklına gelmiş gibi " hah ben birebir ayşe teyzenin işini yapıyorum" diyor hemen anlıyorum ne yaptığını ve çok seviniyorum. Kesin sophie de ayşe teyze de çok sevinmiştir diyorum sevinçle, bilmiyorum diyor sakin bir tonlama ile. Nasıl yani, nasıl bilmiyorsun? Gerçekten sophie ile yasmin neredeler, ne konuştun onlarla, ne de hiçbir yerde fotografları yok, hala en yakın arkadaşların onlar değil mi diye biraz hiddetli, biraz telaşlı soruyorum, sakin sakin " değiller " diyor. Şaşırıyorum, üzülüyorum, inanamıyorum, böyle birşey mümkün olabilir mi diye kafamı sallarken, ona kızıyorum, surat ifadesinden onun yüzünden olduğu belliymiş gibi okuyorum, dik dik ne yaptın dercesine gözlerine bakıyorum, sakinliğini hiç bozmadan "biz, yani sen ve ben hayatta hep çok şanslı olduk ama bazen hayat herşeyi istediğimiz gibi gitmesine izin vermiyor. Sen daha uzun süre onlarla beraber olacaksın, önünde onlarla geçirilecek çok senelerin var ama ben senin onlarla geçirdiğin senelerin toplamı kadar sene önce onlarla ayrıldım malesef. Korkma kavga etmedik, hiç çirkin olaylar olmayacak, merak etme ben birşey yapmadım ama benim onlarla yollarım yıllar önce ayrıldı. Ben de üzüldüm ve hatta hala bugün düşündüğüm de onları çok garip geliyor olmamaları ama bir yandan da garip gelmiyor. Onlar bana, dolayısı ile sana hayatta en sevdiğin arkadaşlarını da kaybetsen ve dünyada tek başına kalsan da birgün tek başına ayakta kalabileceğimi, hayatta herşeyin olabileceğini, her türlü ilişkinin birgün bir şekilde bitebileceğini öğrettiler. Onun için ledo ile artık eskisi gibi olmadığımızda çok sersemleşmedim " dediği anda ise gerçekten başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor. Ben yumuşak yumuşak anlatımından sophie ile yasmini atlatmaya çalışırken ledo'nun da artık en yakınım olmamasının nasıl birşey olabileceğini düşünmeye çalışıyorum ama beceremiyorum. Yani yumuşak anlatıyor, sanki çok normalmiş gibi, belli ki hiç içi acımıyor, belli ki hiç özlemiyor ama böyle birşey nasıl mümkün olabilir ki? Sıkıntıdan koltuğa büzülmüş olacağım ki iki eli ile kollarımdan tutup, anne gibi kendine çekiyor; "merak etme herşey güzel olacak, şimdiki gibi seni el üstünde tutacak çok çok çok değerli arkadaşın olacak, çok daha fazlası ile de tanışacaksın ve almak istediklerini hayatına alıp, istemediklerini dışarda olması gerektiği yerde bırakacaksın, çok seyahat edeceksin, görmek istediğin her yere gideceksin, hatta aklının ucundan bile geçmeyen yerleri göreceksin, sadece burada değil Italya'da da bir yaşantın olacak,  çok yakın arkadaşların, can dostların olacak; hatta oralardan bir adama deli gibi aşık olacaksın hem de bir daha hiç aşık olmam herhalde dediğin, hiç beklemediğin bir anda; sadece onunla birlikte olmak isteyeceksin; evlenmek hiçbir zaman önemli bir mesele olmayacak senin için ama o istese hemen "evet" diyeceksin. Hayatına girenler ile ihtiyacın olduğu için değil istediğin için, olması gerektiği için değil gerçekten sevdiğin için birlikte olacaksın. Iyi birşey mi hala bilmiyorum ama sevildiğinin değil sevdiğinin, seçildiğinin değil seçtiğinin pesınden gideceksin, hep onlarla birlikte olacaksın. Dünya senin için küçük olacak, sen dünyayı sonuna kadar kullananlardan olacaksın. Inan bana herşey güzel olacak; üzüleceksin tabii bazı şeyleri yaşarken ama hayat sana karşı hep yumuşak yüzünü gösterecek, seneler içerisinde ne kadar şanslı olduğunu kendin hatırlayacaksın. Inan bana herşey güzel olacak" deyiveriyor , ben de gömüldüğüm göğsünden gözlerine bakarak " peki sen bütün bunları nasıl yapabildin " diye soruyorum, yine yüzünde kocaman bir gülümseme beliriyor ;

"Ben yapmadım ki, sen yaptın. Sen hayal ettin, hayal ettiğin herşey tek tek gerçekleşti. Ve şimdiye kadar evlenmedim ve çocuk yapmadım diye de kızma bana bence, zira ben seni  pembe pancurlu evde bebekli halini hayal ederken hiç hatırlamıyorum " diye gülüyor , haklı buluyorum ama bunun için daha çok erken değil mi, acaba ileride bunu hayal etmeyi atlamış olabilir miyim diye düşünürken buluyorum kendimi.

" Sen hayal kurmaya devam et; çünkü birgün hepsi gerçekleşecek " diye devam ediyor. Seviyorum onu, mutlu oluyorum ona dönüşmekten, biran evvel büyümek istiyorum. Bütün kızgınlığım geçiyor, bu sefer ben onun boynuna sarılıyorum, başımı okşuyor.

Bir zil sesi geliyor dışardan, uzaktan; tam kafamı kaldırmış pencereden bakmaya çalıştığımda bir elin omuzumu sarsması ile irkiliyorum, kafayı çeviriyorum i.k.d gülerek bana bakıyor, kızım resmen uyumuşsun yuhh diyor. Ne olduğunu anlamıyorum, etrafıma bakıyorum, yine o yüksek tavanlı, aydınlık sınıfta, 16 yaşımdaki halimle, 16 yaşındaki arkadaşlarımın arasındayım. I.k.d hadi kantine gidelim diyor, biran ona neler olduğunu anlatsam mı diye, nasıl yani bütün bunlar rüya mıydı diye düşünüyorum kendime gelemiyorum, susuyorum. Siz gidin ben gelmeyeceğim diyorum, yalnız kalmak, bütün olup biteni hatırlamak, ne olduğunu düşünmek istiyorum. Belki de kızlarla karşılaşmak istemiyorum hemen, bildiğim birşeyi onlara söylememezlik edemiyeceğimi bile bile.

Hiç kımıldamadan sıramda, elim çenemde, gözüm dışarda onu, yani 35 yaşımdaki beni, den'i düşünüyorum. Nasıl rahat, heyecanlı, hareketli, neşeli olduğunu; sinirli olduğunda korkutucu gelse de gözüme yumuşak tarafının ne şahane olduğunu... Evet evet sevdim ben onu; rüya mıydı gerçek miydi bütün bunlar bilmiyorum ama büyümekten korkmuyorum.

Zil çalıyor yeniden, ders italyanca, hoca vasapolo; yeniden den geliyor aklıma, ne super konuşuyordu italyancayı, keşke ne zaman öyle konuşmaya başladığını sorsaydım, zira bu sene bu dersten bu kadın beni bırakacak diye dertlenmeye başlıyorum yarım yamalak.

14 yorum:

  1. Ah dencim bayildim bu yazina. Ilk kisa hikayeni yazdin bence. Harika olmus. Gozlerimi zaman zaman doldurdun. Bu hayati yasadigin icin de hergun sukur etmeyi unutma. Sevgiler dr. u.

    YanıtlaSil
  2. i.k.d ile akşamüstü telefonda konuştuğumda haberim oldu ve hemen okumak istedim.Normalde ağır kanlıyımdır bu konularda biliyorsun bilgisayar açmayı sevmediğimden ama bu sefer hemen açtım bilgisayarımı ve direk başladım okumaya.Çekti beni bu hikaye.İyi ki de çekmiş de hemen okumuşum.Çok güzel bir hikaye olacağını biliyordum tabii ki çünkü herşeyi o kadar iyi ifade ediyorsun ki hissetmemek elde değil.Aslında çok iyi bildiğim bu hikayeyi bana hissettirip heyecenlandırdığın, sanki çok sevdiğim bir yazarın kitabını elden bırakmak istemezcesine okuttuğun için teşekkür ederim.Tamam, sana tuhaf gelmeyecek tabii ki ama kendi adımı gördüğümde dökülen gözyaşları tamamen gururdandı.Sizinnn hayatınızda olmanın verdiği gurur.Ve İ.k.d.ye bizi tanıştırdığı için sonsuz kere müteşekkir olabilmenin gururu.
    Herşey çok hoş.
    Bu arada gönderdiğin saat de süper yani:)))))))
    muckssssssssssssssss

    YanıtlaSil
  3. Ayyyy çok güzel şeyler yazmışsınız, bayıldım, çok sevindim, çok heyecanlandım.
    Bu yazıyı zaten hep içimde bir heyecanla yazdım garip bir şekilde, sanki gerçekten onunla karşılaştığımı zannettiğimi düşündüğüm anlar oldu.
    Sonuna kadar bilmiyordum nasıl dönecek acaba evine diye komik bir şekilde, gördüğünden hoşnut olacak mı olmayacak mı bilemedim, daha doğrusu unuttum kendimi. Mutlu döndü ama çok, ne yaptıysak bütün bu seneler içinde, hep beraber iyi yapmışız onu anladım bir kere daha.
    Bazı yerlerinde yazarken ben de çok güldüm, bazı yerlerde tüylerim diken diken oldu, sizi ağlattığım için üzgünüm tabii kızlar ama bir yandan da benim hissettiklerimi hissettirebildiğimi anladım, sevindim açıkçası...

    Canımsınız tabii ki, bu yazıdan sonra bence bunu tekrarlamama bile gerek yok ama yine söylerim, bin kere söylerim...

    Saat 03.03 " ahhh şoktayım, çok şahane " :)

    YanıtlaSil
  4. Bu nasıl bir anlatımdır....Nasıl bir gerçek ...aslında gerçekmi olmalı,hayal mi kalmalı, yoksa hep dediğin gibi isteyip hayal mi kurmalı...?
    Valla Gerçeğide,Hayalide çok keyif verdi bana...,isteyip hayal kurması ise düşündürdü ,güç verdi sanki..Herşeyi bırakıp bir çırpıda okudum..aslında bır çırpıda değil, ara verip düşündüm bile biraz...seni biliyor olmak çok hoşuma gitti ama tanımıyor olmayı ve aslında sonunu bilmiyor olmayıda istedim..sonunu bıldığımı sanıp nasıl bıtecek acaba dıye merakda ettim...Ama benı darmaduman ettın arkadaşım..Ne Güzel aslında Hep Ne Mutluymuşsun Sen...Seni cok seven,içini bence çok bilen bir arkadaşın olarak En Çok buna Sevındim ben....
    Vega.....

    YanıtlaSil
  5. Valla kim kimdir diye düşünüp şifreleri çözmeye çalışırken kafayı yiyecektim :)))
    Ezel gecesinden sonra, en az Ezel kadar yordun beni:))) Devamını bekliyorum heyecanla....

    Al bir şifre de benden:)
    a.s.m

    YanıtlaSil
  6. Ne diyebilirim ki... Artik yeterince pistin, eski usul daktilonun basina gecme vakti geldi... hayal gucun, hayatin, yazi dilin o kadar dolu, o kadar akici, o kadar etkileyici ki buyulenmemek elde degil... Ne guzel anlatmissin. Sukretmeye devam, sukrettigin, bu hayati sevdigin ve de hayal ettigin surece yolun sonu yok, hersey senin. Cok kiymetli arkadasim her zaman o cocugu da icinde yasat, buyumesine izin verme! Heyecanlarin hic bitmesin.
    XOX
    V.A.

    YanıtlaSil
  7. Bunlar ne kadar guzel , ne sahane, ne kadar yureklendiren yorumlar yaa..
    Ucaktayim ve uzun uzun yazamiyorum ama gider ayak beni inanilmaz mutlu ettiniz, hepinizi cok seviyorum...

    Veeee a.s.m sence senin kim oldugunu kesfetmem gercekten kac saniyemi almis olabilir? Hahahaha

    YanıtlaSil
  8. ama bu gerçekten çok güzel; kurgu ve yazi dili kusursuz olmuş.
    masal kadar guzel, hayat kadar gercek bir hikaye. tebrikler :)
    pamuk

    YanıtlaSil
  9. pamuk'cummm bu yorum da inanılmazzz ! çok teşekkurler...opuyorum kocaman

    YanıtlaSil
  10. şekerim, bu nasıl bir anlatımdır... gerçi ben sulugözüm kabul ama, çok az hikaye okurken gözlerimden akıtır yaşları. müthiş akıcı, müthiş sürükleyici yazmışsın. iyi ki hayatımdasın, her geçen gün daha da çok üstelik. bin yıl da geçse aradan, bıraktığın yerde bulabilmek ne şans.. bence sen bir de 50 yaşındaki den'le karşılaşmalısın. esas bomba o olur :) çoook öptüm. ee

    YanıtlaSil
  11. Hayatında diğer arkadaşların gibi fazla yer almıyorum ama belli zamanlarda gerektikçe görüşüyoruz ve seninle zaman zaman olan sohbetlerimizde sen gittikten sonra kendimce senin hakkında analizlerde bulundum ve şu okuduğum hikayedede gerçektende tahminlerim doğru yönde..yazdığın hikaye çok ilginç ve dokunaklı.ben bu hikayede bulunan arkadaşların ve ya aileni değil tabikii çevrendekiler burda kendilerini bulmaya çalışmışlar:)) sen çok zeki ve akıllı birisin ben burda sadece seni ve yine seni buldum. sevgilerle .. keridem

    YanıtlaSil
  12. çok güzel günlere götürdün beni, harikasın…
    Ben de boğazım düğüm düğüm, burnum sızım sızım okudum yazını…
    herkesi her şeyi getiremedik bugüne belki ama hayat buna rağmen çoğu kez bizden yana oldu, kendi seçtiklerimizle, kendi seçtiğimiz yollarda giderken, birbirimizi seçmiş olmanın gülümsemesi var şu an yüzümde.
    Bir an cidden omzuna dokunan ik’ yı düşündüm, içinden geldiği gibi dilediğince ve hissettiğince yaşa diyen den’in teşvikleriyle cesaret bulan o ik’ yı, hala senin teşviklerinin işe yaradığını duymak ve herzamanki gibi var olduğunu bilmek çok mutlu edecektir eminim :)
    ikd

    YanıtlaSil
  13. Den'cim sana ne zamandir bu yaziyla ilgili hissettiklerimi gorustugumuzde anlatayim diyorum ama bir turlu olamadi, herhalde uzun bir sure de olamayacak gibi gorunuyor. Bir kere tam anlamiyla tuylerim diken diken oldu, ve tam olarak hissettigim rey'inkilerle tipatip ayniydi. Orada ismimi gormek, sizin hayatinizin icinde bir parca oldugumu bilmek çok guzel geldi. Canim bunun otesinde icinde bir yazar gizli oldugunu 3o küsür sene sonra bu blogu yazmaya basladigin an anlamama da hayret ediyorum. Hep yazmalisin, I mean professionally... zey

    YanıtlaSil
  14. Süper olmuş , diyecek birşey bulamıyorum; işten bu yazı yüzünden geç çıktım bırakamadım...Ailenle ilgilibölüm çok duygulandırdı beni ...Gerçekten annene çok benzedin
    dr. galileo

    YanıtlaSil