21 Aralık 2009 Pazartesi

Eve Dönüşte bir Anneanne


Dün sabahın 06:30'unda - 4,5 derece ile başlayan eve dönüş yolculuğumuz , kıvrıla kıvrıla tırmandığımız dağın tepesinde -12 derece ulaşıp, Milano'ya vardığımızda -8,5 derece ile bir orta yol buluyor.
Rapallo'dan 30-40 km kadar, yeşil olmasalar da yaprakları hala üzerinde ağaçları ile renkli ormanların arasında devam eden yol, o koca dağları delen anca anca 3 km lik bir tünel sonunda yerini beyaz ama bembeyaz başka bir dünyaya açıldığında, zamanda yolculuk yapıyormuşum hissi uyanıyor. Soğuktan ve hatta kardan hiç haz etmeyen ben bile, dalları kar ile kaplı ağaçların, adeta boz bir hayvan tüyünü andıran güzelliği karşında burayı ne çok sevdiğimi hatırlıyorum ama daha fazla dayanamayıp uykuya dalıyorum.

Fazla vakit kaybetmeyip, lounge a geçtiğimde ise bu seferde kar bahanesi (yesilkoy havalimani artik bu trafigi kaldirmiyor bana gore) ile 2 saat rötar öngören THY uçuşunu beklerken, rahat bir saatini elimde telefonum, kafamda oluşturduğum ama bir türlü doğru kelimeleri bulamadığım mesajı düşünerek geçirip, sonrasında "Kolera Günlerinde Aşkı" okumaya başlıyorum.

Uçağa bindiğimse ise aklımda, bir gece önce sadece 3 saat uyamanın, 2 saat araba yolculuğunun ve rötarın verdiği yorgunluk ile sadece uyamak var. Herzaman ki gibi koridorda seçilmiş yerime, yanımda seyahat eden bir anneanne ile 10-11 yaşındaki torununa günaydın diyerek gülümseyip yerleşiyorum. Hiç sosyalleşecek bir durumda olmadığımdan yalandan iki gazete çevirip, uyku moduna geçiyorum ama ses tonunu hiç ayarlayamayan ve devamlı konuşan torun dikkatimi çekiyor. Biran için ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, devamlı gülümseyen, hafif topluca ve çok mahcup bu oğlan çocuğunda bir gariplik olduğunu hissedip, anneannenin de hep aynı sabırla ve yumuşacık telkinli sozlerine kulak misafiri olarak nesi olduğunu anlamaya çalışıyorum. Ya super zeka yada otistik diyorum ama karar veremiyorum. Anneanne ise şevkat dolu, iki saniyede bir " ne olduğunu söyleyeyim mi" teyidini almadan hiçbir cümleye başlamayan bu çocuğu hiç bıkmadan, usanmadan ciddi ciddi dinleyip cevap veriyor; niye ise içime dokunuyor ve "Tanrım bu çocuğun çok güzel ve rahat bir yaşantısı olsun, annesine, babasına, anneannesine güç ve sabır ver " diye defalarca bu dilekleri yenileyerek ve kendi anneannemi hatırlamaya çabalayarak, çocuk çok yardımcı olmasa da uyumaya çalışıyorum.

Anneannemi 4 yaşımdayken kaybettiğimden malesef hatırlamıyorum ben ve yine malesef ki aksi bir dede, deli lakablı büyükbaba ve kokoş ama kendinden başka kimseye ilgi göstermeyen babaanneden de bir torunun alması gerekeni alamadığımdan, o herkesin bayıla bayıla, sevgi dolu anlattığı yumuşacık kadını tanımamış olmanın hayatımda ki en büyük şanssızlıklardan biri olduğuna inanıyorum. Onu doyasıya yaşamış ve onun ile ilgili yüzlerce anısı olan madame marika ve anneanne hikayelerini dinlediğimde bugün hala anneme "bana nasıl davranırdı? benim ile neler yapardı? " diye sorup, hiç hatırlamadığım kendi hikayelerimi dinlerim, fotoğraflardan bildiğim yüzünü gözümün önüne getirerek.

Insan tanımadığı birini sevebilir mi? Bende ki az hatırasının hepsinin negatif şeyler olmasına rağmen, arkasından anlatılan yüzlerce hikayesi, yazdığı şiirleri ve annemin hala kullandığı bazen çok matrak bazen de akıllara zarar zekilikte ki cümleleri sayesinde, ben anneannemi çok seviyorum.
Ve bunlar ile onu hatırlamayı tercih ediyorum , çunkü gerçek hafızada onunla ilgili hatırladığım şeyler ölümü ile birlikte geliyor.
Mesela anneannemi gerçekten gördüğümü hatırladığım tek an, henüz daha 4 yaşındayken onun ölü yüzünün gözümün önünde açılmasıdır (bilinçsizce ama yanlışlıkla değil ). Aradan 30 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün hala aklına geldikçe annemin sinirlenmesine ve söylenmesine sebep olan bu mesele, ailenin gerçek anlamda zır delisi enişte h. nin düşüncesiz davranışı yüzünden de olsa, bence 20lerin sonu 30 un hemen başında başlayan ölüm korkusunun ana materyalidir.
Hatırlanan diğer çok net şeyler ise, o koca taş evin geniş holunde bir iskembe tapesinde, yüzünü avuçlarına saklayarak hıçkıra hıçkıra ağlayan babamın o dokunaklı hali  ile hastalıklar ve uzak diyarlara yolladığı evlatlarının özlemi ile gözünden yaşı, dudaklarından 4'lükleri hiç eksik olmayan bir anne ile yer değiştirmiş ama sonunda ana kuzusu olan annemin aradan bir yıl bile geçse dökülen gözyaşları ki bu da herhalde lise yıllarım boyunca sırf sevdiklerimin acısını çekmeyeyim diye ailede herkesten önce ölme dileğinin ana materyalidir.(tabii ki artık böyle düşünmüyorum, tabii ki artık her aile için sıralı ölümler diliyorum...)

Birden daldığım bu dünyadan, ammannnn şimdi nerden çıktı bunlar diyerek, bu sefer gerçekten derin bir uykuya dalıyorum. Inişe yarım saat kala uyandığımda, yanımdaki zarif anneanne ile gözgöze gelmemiz ile birlikte öylesine derin bir sohbet başlıyor ki 3 dakika sonra tanımadığım insanların hayatlarına dalıveriyorum; çocuk henuz 7 yaşında çıkıyor ve  hareketleri birden anlam kazanıyor, normal ama sadece iri bir çocuk olduğunu duyunca seviniyorum. Anne başarılı bir iş kadını ve onun ile birlikte Milano'nun göbeğinde, gayet güzel ve şık bir yerde yaşıyor. Baba ise beş para etmez ( anneannenin yorumu ) adı bilinmiş bir doktor ve Izmir'de sevgilisi ile oturuyor. 63 yaşında olmasında rağmen en az 10 yaş fazla gösteren, şık ama kaygılı anneanne ise aslen Ankara'da yaşamasına rağmen, kızının çocuk ile ilgili yardıma ihtiyacı olduğundan son 3 senedir kocasını bırakmak zorunda kalarak Milano'ya yerleşmiş ama çok dertli. Buarada soysuz damat kızını aldatmış, kızı kocayı bir sene önce boşamış, çocuk evdeki sevgiliyi arkadaş olarak biliyor ama annesi ile babasının ayrıldığından habersiz. 68 yaşındaki hakim dede artık bu zorunlu ayrılıklardan sıkılmış, hayat arkadaşını yaninda istiyor ve protesto edip artık Milano'ya gitmiyor; anneanne bir yandan canı yanmış kuzusu, diğer yanda canının içi sevimli torunu ve hayat arkadaşı derken, hangi birine yetişeceğini bilemez bir çaresizlik içine düşmüş. Öyle bir çaresizlik ki hem de, hic tanımadığı birine yarım saatte her detayı anlatarak, rahatlama derdinde. Yine içime dokunuyor hali, bu sefer de içimden " Tanrım sen bu kadına yardım et " demeye başlıyorum. Kadının anlattıklarıni gözler nemli nemli dinlediğimi farkettiğimde ise " eyvahhhh eyvahhh, işte başlıyoruz " demekten kendimi alamıyorum. Allahtan uçak iniyor, anneanneyi ve torunu selamlayıp önce uçağı, sonra hızlı adımlarla havaalanını terkediyorum.

Istanbula vardığımda saat 18:00 civarı, topu topu 2,5 saatlik bir uçak yolculuğu için neredeyse 12 saattir ortalıklarda dolanıyor olmama sinirlenip, arabaya biniyorum ve şehir bana basıyor.
Malesef bu şehir bana basıyor, devamlı çalan her telefona cevap verip, boğazım düğümlenerek, hiç istemeden laf anlatıyorum ama bok atacak yer arıyorum ve yine "bu şehir bana basıyor artık" diyorum.

Eve vardığım da ise binlerce kilometre uzaklıktaki dr.u içimi ısıtıp, kendi gibi umut veriyor, simonpour ise 3 gündür, herhalde çıkmasınlar diye gayret ettiğim göz yaşlarımı saklandıkları yerlerinden çıkartıp, ağlatmayı başarıyor...

"Io imbarco fra un'ora. Tu sei stato molto chiaro e io ho capito tutto ma purtroppo le cose non cambiano da notte al giorno...e finche' non cambiano i miei sentimenti, ho deciso di tenere acceso questo cell italiano anche quando non sono qua. Forse un giorno mi chiami...Se si suona, bene per me, se no bene per te :) ti voglio bene " - Milano Malpensa, 20.12.2009


dr.u : beni tanıyorsun, olduğum gibi kabul ediyorsun, beklemiyorsun; sarilmasam da boynuna seni sevdiğimi biliyorsun...O da öyle, aramasa da beklediğin anda, seni seviyor...ne acayip bir kadınsın sen u. yaaaa...

4 yorum:

  1. son iki okudugum yazi (bu ve kolera gunlerinde ask) olup bitenlerden cok yazma seklinde etkilendim.. artik sadece olanlari yazmiyor sanki kisa oykuler anlatiyorsun. oyku yazmasini seven biri olarak bu yazdiklarinla seni kendime daha da yakin hissetip seviniyorum.. bence bu blogla baslayan yazma maceran soninda askla yorulmus oyku ve profesyonel olarak basilmis oyku kitablarina donusecek. kendim icin istedigim bu hayal senin icin gercek olacak gibi.. ben aska asik baskalarinin askinda kendimi bulan bir kadinim..ne olur yazmaya hep devam et..

    YanıtlaSil
  2. bence benim bastırabileceğım tek şey, aynı fotoğraflarda yaptığım gibi elle tutulur birşey olsun diye sadece bu blog sayfaları olur :)) ama inanılmaz bir keyif verdin şuanda bana...senin için niye hayal, orasını anlamadım ama??

    YanıtlaSil
  3. yan koltuktaki, hiç tanımadığı, hatta tanışmayacağı, içini acıtan yahut içini açan insanlar için dua eden / güzel dileklerde bulunan başkalarının da olduğunu bilmek pek keyifli..

    bu şehir basıyor(??) bana demişsin.. bazı ayrıntılar hakikaten çok can sıksa da, acizane iç sesim, "o ince ayrıntıyı ancak, bu toprakların insanları düşünebilir" diyor..

    YanıtlaSil
  4. öküz çok şahane bir isim olmakla beraber, ben zaten niye kendine öküz dediğıni hala anlamış değilim:))

    Benim çok can sıkıcı ayrıntımdaki en büyük mesele 2000km lik mesafe olduğundan,kolayına kaçıp tüm suçu şehre atıyorum. Ama tabii ki içindekiler çok kıymetli ve tabii ki sonunda seni onlardan daha iyi anlayan, destekleyen ve çeken başkaları yok, farkındayım!

    YanıtlaSil