7 Aralık 2009 Pazartesi

NEW YORK...26 Kasım-2 Aralık


2,5 saat rötar, 11 saat yolculuk ve 1 saat 10 dakika pasaport kontrolü bekleyişinin ardından nihayet JFK havaalanını terkediyoruz, çaktırmasa da, içi içine sığmayan dr.u ile birlikte. O kadar komik ki tanımasam, içini bilmesem geldiğimize sevinmedi herhalde diyecek kadar mesafeli ve donuk. Genel halidir bu onun, boynuna atlayıpta sarıldığında neredeyse kollarını dolamayacak, "off yapışma öyle, düş bir yakamdan" diyecek şimdi gibi hissettirir ama işin aslı öyle değil tabii; sevgisini ulu orta bilindik, herkesin ve benim kullandığım yöntemle göstermez, dokunmatik değildir, durup durup sarılıp boynuna öpüp koklamaz seni ama yanında olduğun her an sana ne kadar değer verdiğini, nasıl sevdiğini, ne çok önemsediğini ve orada onunla birlikte olduğun için ne mutlu olduğunu kendine has yöntemi ile durmaksızın belli eder. O rahattır, sen rahatsındır, çok şahsına münhasırdır. Kendi de bilir, sen de söylersin hiç sıkılmadan, onun ile arkadaş olmanın en güzel yanı da budur sanırım, hesapsız kitapsız, özgür olmak.


Neyse, dr.u ile havaalanında, crown ile de, daha bavulları bile bırakmadan direk gittiğimiz Pastis'te buluşarak ekibi tamamladık ve official olarak 6 gece 7 günlük New York tatili başladı. Pastis'e daha doğrusu içeride ki kalabalığa girene kadar, onca yorgunluğa rağmen gayet iyi olan moodum birden düşüverdi, sanki yorgunluk, geride bıraktığım cok çalışmam lazım meselesi üzerime yıkıldı ve "Allah dedim, yandım ben aslında doğru zamanda gelmedim galiba". Ama yanılmışım yorgunlukmuş, o NY da hissettiğim tek gergin an oldu.


Alel acele yenilen akşam yemeğinden sonra dr.u ve diğerleri Connecticut'a doğru yola çıkarken bizde, tembel ben ve beni çok fazla iyi tanıyan crown sayesinde yeri super, servisi super, odaları gayet güzel Soho Grand Hotel'e yerleşiverdik. Crown ile aylardır görüşmüyorduk, öyle eskisi gibi hergün de telefonlaşmadığımızdan, konuşacak, hasret giderecek çok şey vardı ama yorgundum, ama karışık bir kafa ile varmıştım, ama canım bavulu bile açmadan yatıp sadece uyumak istiyordu ve oyle de yaptım, erken bir saatte derin ve uzun bir uykuya daldım.


Ertesi sabah, uyku alınmış, kafa hala biraz karışık ama mood iyi bir şekilde, otele çok yakın The Cupping Room Cafe'de kahvalti ile başladı. Ilk çaylar ve kahveler içilip de adam gibi cümleler kurabilme noktasına geldiğimizde ise ben eteğimde ne kadar taş varsa dökmeyi tercih ederek, o ana kadar kimse ile konuşmadığım şu can sıkıcı "çok çalışmam lazım" meselesini, blogu ve crown'un bilmediği birkaç şeyi daha anlattım ve rahatladım. Uzun zamandır onun ile konuşmadığımı ve bunu özlediğimi, rey ile birlikte en rahat onunla seyahat ettiğimi, alışveriş yaptığımı (ki bu çok önemlidir altında yatan bir süru sebeple), bana kendimi ne kadar iyi hissettirdiğini hatırladım. Bir bakıma yıllardır süre gelen LA'da buluşma ritueli yerine ikimiz için de yeni ve heyecan veren bambaşka bir şehirde buluşmanın ne kadar iyi bir fikir olduğunu anladım.

Sonrası....Sonrası tam anlamı ile şahane idi; sanki hergün aynı şeyi yapıyormuşsun gibi görünsede hep hiç bulunmadığın yerlerde, yeni birşey keşfederek, şehri talan edercesine dolaşmak ve tanımak ile geçti.
Bir mağaza 2 cafe, koşturmadan, kendini hırpalamadan, etrafa, insanlara baka baka, onlar hakkında olup olmadık yorumlar yapa yapa, güle eğlene, tadını çıkara çıkara.

NY diğer tüm Amerika şehirleri gibi tüketim üzerine kurulu bir şehir. Her an her yerde alışveriş yapmaya ve para harcamaya itiyor seni. Aslında birkaç yer dolaştıktan sonra diğer hiçbiryerden bir farkı olmadığını anliyor ve görüyorsun ama yine de alışveriş tabii ki tatillerin olmazsa olmazı olarak çok sağlam yerini koruyor.
Birbirinden iki ayrı dünya kıvamındaki zevklerimize ve alışveriş yöntemlerimize rağmen, bir dükkana girdiğimizde yansıttığımız hava enteresan bir şekilde aynıdır crown'la. Yeni bir yere girildiğinde 30 saniye içerisinde sana uygun olup olmadığını anlayıp, değilse hiç vakit kaybetmemek, uygun olanı bulduğunda ise satıcıya benim ile ilgilen ışığını yakıp, hoşuna gidebilecekleri kendine getirterek, zaman kazanmak, hoşuna gideni, alabileceğini almak ve çıkmak. Çabuk, temiz, keyifli, yani alan memnun, satan memnun durumu.
New York'ta da durum farklı olmadı. Tabii ki en çok ayakkabı mağazaları gezildi, hep ihtiyaçtan louboutineler alındı ama en çok zaman geçirilen ve en çok beğenilen mağaza What Goes Around Comes Around adlı vintage dükkanı oldu. Gerçek anlamda 3 saatimizi geçirdiğimiz ve neredeyse hoşumuza giden, bizi eğlendiren herşeyi denedik ve çok eğlendik. Eski şeyleri seviyorum, kim kullandı, nasıl kullandı bilmiyorum ama rahatsız etmiyor beni, tıpkı antika mobilyalar gibi eski kıyafetlerde de bir yaşanmışlık, bir tanıklık olduğunu düşünüyorum ve bu durum hoşuma gidiyor benim. Ayrıca tabii ki benim ölçülerimde başka insanlar var bu dünyada, tabii ki çok garip bir durum değil ancak üzerime giydiğim ve benim için yapılsa ancak bu kadar olur dediğim ve zevkime de uygun bir şey gördüğümde "Tanrım bir yerlerde benden bir tane daha varmış" demeyi eğlenceli buluyorum. O kişinin şimdi nerede, ne yapıyor, öldü mü kaldı mı meseleleri ilgimi çekiyor.



Güzel ve çekici, sana bin türlü seçenek sunan bir şehri en yakınlarınla, en çok sevdiklerinle gezmenin keyfi ise hiçbirşey de yok.
Crown superdi, dr.u superdi, e.e. superdi...Herkes kendi istediği zamanda kendi istediğini yaptığından ve canların istediği zamanlarda buluşulduğundan herşey superdi. Yolculuklarda kasmam ama kastırmam da, eskiden böyle durumlarda extra çaba sarfeder, yanımda ki mutsuzu mutlu etmek için deli olurdum. Artık yapmıyorum, baktım ki rahatsızlığın benim yaptığım birşey ile alakası yok, anında uzaklaşıyorum. Her adımı beraber atmak, bütün zamanları beraber geçirmek rutin düşmanı,sabahın köründen, gece yarısına kadar görev misali koşturmak, belli zamanlarda belli yerlerde olmaya çalışmak ise sefa pezevengi ruhuma aşırı aykırı birşey. Onun için böyle durumlar mevcutsa, kimseyi kırmadan ama mırın kırın ederek değil direk olarak ben ayrı takılacağım der ve olaydan sıyrılırım. Bu tatilde de her tatilde olduğu gibi, they always will be grubu dışındakiler aynen o mood da olduğundan meseleyi, gaddarlığımdan değil tabii ki onların arkadaşları olduğundan, dr.u ve e.e nin omuzlarına yıkmayı tercih edip, olayın bir tek keyifli dedikodu kısmına takıldım.


Her daim yaşayan ve yaşadığını sana hissettiren bir şehri en rahat ettiklerinde gezmenin keyfi de hiçbirşeyde yok. Yenildi, içildi, yapılabilecek en güzel şeyler yapıldı, saatlerce sohbet edilip, içler döküldü, dertler dinlendi, çare arandı ama bulunamasa bile dinleyici bulmak veya olmak yetti, yeni arkadaşlıklar kuruldu, dedikodu yapıldı kahkahalar arasında, yüzlerce fotograf çekilip, her an ölümsüzleştirildi. Hayaller, hayal edilenler, geride bırakılıp da özlenilenler bebekler, uzaktaki sevgililer ve tabii ki geconti konuşuldu neredeyse hergün...Keyfimiz çok yerindeydi yani, gittiğimize çok memnunduk yani, çok sex and the city kızları gibiydik, hepimize iyi geldi yani. En çok da bana şans getirdi.


Çok enteresan şeyler farkettim New York'ta, mesela dünyanın neresine gidersem gideyim turistlik yerlerden uzak durmaya ve oranın insanlarının gittiği yerleri bulmaya çalışan ben, New York'ta kendimi turist gibi hissetmedim. Hiçbirimiz şehri çok iyi tanımadığımızdan bir haftanın sonunda gittiğimiz tüm mekanları ve gelen tipleri gözümün önünden geçirince, çok iyi yemekler yemiş olsak bile bayaga bir turistik yerlere gittiğimizi anladım ( Balthazar, Buddakan, Cipriani, Alfredo, Porter House, Nobu, Ajna )
ve hiç burukluk yaşamadım, sırf bu sebepten "Sultanahmeti'nden çıkamadık, sağım solum turist kaynıyordu" diye herkesin bayıldığı Barcelona'yı sevmeyen ben, bu şehir için bunu hiç hissetmedim.
Sonra ne zaman konusu açılsa Istanbul'un yaşanacak şehir olmadığını ardı ardına sıralayan, saçmaladığını hatta beni sinir ettiğini düşündüğüm crown'un derdinin benim şehrim ile olmadığını, New York içinde aynı yorumları yaptığında, artık onun Los Angeles'ı evi olarak gördüğünü farkettim, hem şaşırdım ama sevindim de galiba, meselenin Istanbul olmamasından dolayı.
Ve e.e'nin kocası sevgili y.e"nin onu ne çok sevdiğini ve daha da önemlisi ona ne kadar saygı duyduğunu farkettim bir kere daha. Nerede, nasıl davranması gerektiğini gayet iyi bilen ve çok şeker olan bu adama gerçekten saygı duydum.

Güzeldi, herşey güzeldi...Ben tabii ki gidip Genova'da yaşayacağım birgün bu şehirden ayrılırsam ama ve  New York o ilk gittiğimde ki gibi inanılmaz yükseklikteki binaları ile ağzımı açıkta bırakmadiysa da yine de benim ruhuma, enerjime, yapıma çok uygun bir şehir.

1 yorum:

  1. canimin ici cok seviyorum ben seni, cok guzeldi tatil..soguk dursam da icim sicacik benim, en azindan sen farketmissin..dr.u

    YanıtlaSil