17 Ekim 2009 Cumartesi

REGGIO EMILIA


Gitmem illa gerekli miydi ? Hayır, bence değildi. 
Burada halledemeyeceğim herhangi bir şeyi halledip mi döndüm ? Hayır ama işte bazen seni orada görmek, direk bir bağ kurmak istiyorlar.
Peki gitmemim bana bir zararı oldu mu ? Dönüş yolunda pasaportu kaybetmiş olmamın dışında hayır tabii ki olmadı ve itiraf etmeliyim ki, iyi ki gitmişim, çok keyif aldım.
1 gece 2 gün Reggio Emilia...

Sevdiğim italyan şehirlerinden biri...Küçüktür, güzeldir, düzenlidir...Yemekler inanılmaz, insanları hayat doludur; modayı takip ederler, gezmeyi tozmayı pek bir severler. Food Valley diye adlandırılan bölgenin ortasında, İtalyan bayrağının doğduğu şehirdir. 
Reggio Emilia denilince ; Marmotti ailesi ( Max Mara ) , Santiago Calatrava nın köprüsü ve Parmigiano Reggiano ( parmesan ki ben sevmem ) aklıma gelen ilk üç şeydir.

Gitmekte bir problem yoktu da sabahın köründe başlayan yolculuk ve bütün gün süren toplantılar sonrası akşam yemekleri kasıyor artık beni. Camellini'yi ikna edebilmiş olsam da Sofia'nın illa da yemeğe gidelim ısrarına hayır diyememiş olmanın verdiği bir rahatsızlık oldu önce...Yorgundum, zibidi gibi bir valiz hazırladığımdan üşüyordum ve sıcak otel odasında ayağımı uzatıp kitabımı okumak için inanılmaz bir istek duyuyordum.

Ancak çok garip birşey oldu ve yıllardır tüm hayat hikayesini bildiğimi zannettiğim bu enteresan, çoğunlukla 12 yaşındaki kız çocuğu tepkileri veren kadın hakkında hiç bilmediğim birşeyi, çok acayip bir zamanlamada öğrenerek, inanılmaz keyifli bir sohbet ve akşam geçirdim.

Sofia'nın daha henüz 30 yaşındayken, trafik kazasında kaybettiği kocasının ardından, iş bahanesi ile 80'li yıllarda, 4 yıl boyunca Adana'da yaşadığını biliyordum. Bu korkunç kaza sonrası, hayata ve çevresinde ki herkese küsen bu genç kadının kurtuluşu, ülkeyi ve eski yaşantısını terketmek de bulduğunu da biliyordum, hepsini daha evvel konuşmuştuk; ancak bunca yıldır, birçokları ile olduğu gibi iş dışında da görüştüğüm ve çok iyi tanıdığım Sofia'nın, bir Francescana olduğunu, yani San Francesco D'Assisi kilisesini takip ettiğini, bu öğreti ile Türkiye'de yaşadığı yıllarda Tarsus'daki kilisede tanıştığını ve bu tanışmadan sonra hayata yeniden sarılıp, ülkesine geri dönme gücünü bulduğunu bilmiyordum. Ve bunları ilk defa bu akşam, otele dönüp okumak için sabırsızlandığım kitabımın San Francesco'nun hayat hikayesi olduğunu bilmeden anlatıyordu. 
Mevlana ile aynı yüzyılda yaşamış ve felsefelerinin birbirine çok yakın olduğu duyumunu aldığım için merakla okumaya başladığım bu hayat hikayesinin sahibinin, 20 yılı aşkındır aktif olarak takipçisi olan biri oturuyordu karşımda ve konu çok enteresandı. Ben sordum o cevapladı ve bir kere daha adı ne olursa olsun bütün inançların özünün "aynı" olduğu teyidini aldım...
San Francesco, Mevlana ile çok benzer şeyler söylüyor; aynı yüzyılda yaşamış olmalarının enteresanlığının yanı sıra hayata başlama şekilleri ve kendi öğretileri için sahip olduklarından vazgeçme yolunu seçme benzerliği de şaşırtıcı bir durum bana göre...

Sofia anlatıyor, ben dinliyorum... Cafe degli arti e dei mestieri restaurantında ,bir yandan prosecco eşliğinde, soğuklar erken bastırdığı için kısa sürede biten Porcini mantarlarının son hasatları ile yapılmış aşırı lezzetli bonfilemi yerken bir yandan da Sofia ile ilgili daha önce algılayamadığım davranışlarına bir anlam vermeye başlıyorum.
Birden taşlar yerine daha bir sıkı oturuyor ve herşey daha anlaşılır oluyor.

2 yorum:

  1. İşte böyle şaşırmalara, tesadüflere bayılıyorum. Ne iyi etmişsin de gitmişsin ve odanda kitap okumamışsın, değil mi :)

    YanıtlaSil
  2. aynen öyle Aslı; bazen hiç beklemediğim anda beklenmedik bir paylaşım yaşadığımda içimde coşku ile huzur karışık bir his uyanıyor...
    çok keyifli bir akşamdı..genelde "tanrım biraz konuşmaya ara verse" diye gözünün içine baktığım Sofia'nın o gece hiç susmasını istemedim :)

    YanıtlaSil